
Dünya genelinde yapay zekâ felsefesi söylemleri ülkelerin teknoloji ve yapay zekâ hazırlıklarını ve yatırımlarını göstermektedir. Öncelikle yapay zekâ felsefesi literatürü teknoloji felsefesi literatürü içerisinde ikiye ayrılmakta ve bir tarafta deneyimsel yönelim (empirical turn) eğilimi diğer tarafta varoluşçu-insancıl-yorumbilimsel-fenomenolojik (existentialist-humanist-hermeneutic-phenomenological) eğilim bulunmaktadır. İkinci olarak deneyimsel yönelim eğilimi kendi içinde yeniden ikiye ayrılmakta ve bir yanda beşeri bilimler-odaklı/insan bilimleri-odaklı (humanities-oriented) yaklaşım diğer yanda mühendislik-odaklı (engineering-oriented) yaklaşım yer almaktadır. Böylece üç temel yaklaşımdan söz ediyoruz ve her biri bir coğrafyanın teknoloji ve yapay zekâ felsefesi yaklaşımını içermektedir: 1- İnsan bilimleri-odaklı deneyimsel yönelim eğilimi ABD ve İngiltere’ye ait bir literatürdür. 2- Mühendislik-odaklı deneyimsel yönelim eğilimi Asya ülkeleri ve özellikle Çin’e ait bir literatürdür. 3- Teknoloji ve yapay zekâya çoğunlukla olumsuz yaklaşan varoluşçu-insancıl-yorumbilimsel-fenomenolojik eğilim ise Kıta Avrupası’na ait bir literatürdür. Bu üç yaklaşım dışındaki bütün yaklaşımlar maalesef bu üçünden ilham alarak ve bunların birer uyarlaması niteliğinde kendini göstermektedir. Yer yer eğilim ve yaklaşımlardan herhangi birinin kendi ait olduğu coğrafya dışında diğer rakip coğrafyadaki araştırmacı ve yazarlar arasında da kabul görebildiğine denk gelinebilmektedir.
Deneyimsel yönelim eğilimi (empirical turn) ile bu eğilimin tam karşısında yer alan Avrupa-merkezci eğilim arasındaki temel fark ilkinin dijital teknoloji ve yapay zekâyı üretiyor olmasıdır. Kıta Avrupası ülkeleri dijital teknoloji ve yapay zekâda geç kaldıkları için deneyimin dışında konumlanmakta ve kendi tüketici konumlanmaları nedeniyle endişeli davranabilmektedirler. Buradaki endişe esas itibariyle ekonomik ayrıcalıkların bütünüyle kaybedilmesi ve artık edilgen bir ekonomiye duçar olmakla ilgilidir. Asya ülkelerindeki teknoloji ve yapay zekâ felsefesi söylemleri ilginç bir şekilde hem deneyimsel yönelim bünyesinde konuşlanmakta hem de Kıta Avrupası’nın insani, fenomenolojik ve etik kaygılarını göz ardı etmektedirler. Bu konuda özellikle Çinli araştırmacı ve düşünürlerin ellerinden çıkan metinler ekonomi ve teknoloji dışında insanı ayrıca kavramaktan kaçınmaktadırlar. Asyalılara ve özellikle Çinlilere göre ekonomi olmaksızın insan ve toplumları kavramanın bir yolu bulunmamaktadır. Ekonomi demek de teknoloji ve yapay zekâ demektir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan emeği, gereksinimleri ve yönelimlerinin hakemi olan ekonominin alışverişini yaptığı esas fayda teknolojidir. 1970 ve 1980’li yıllarla birlikte teknoloji artık bilimin bir uygulaması olmaktan çıkmış ve bilimi de edilgen ve kendini sayan bir araca dönüştüren merkezi bir konum ve işleve yerleşmiştir. Teknoloji artık insan emeği, gereksinimleri, yönelimleri ve bütün yaşamın üzerine oturduğu bir dünyevi kültür haline evrilmiştir. Neredeyse dünyevi yaşam demek teknoloji demektir. Eğitim, sağlık, emniyet, adalet, din, maneviyat, duygu, motivasyon, savaş ve barış gibi birçok kavram ve bu kavramları derinden dolaylayan nakit veya sanal para en çok teknolojinin belirlediği kavramlar olmaya başlamıştır.
Edilgen bir modernlik deneyimine sahip ve sömürgeleştirilmenin olumsuz bütün yan etkilerini yaşamış olan Asyalılar ve özellikle de Çinliler -Amerikan rüyasının dayandığı ekonomi ve para gerçeğini de izleyerek- ekonomik özerklik ve kendine yeterlilik olmaksızın kendi insan olmaklıklarına karar veremeyeceklerini düşünmektedirler. Çünkü onlara göre insan olmaklık dünyada yaşarken etkin veya edilgen edinilmiş deneyimlere göre değişiklik gösterebilmektedir. Batı Avrupalıların sürekli insandan söz etmeleri kendi insan olmaklıklarını koşullayan özerk ve etkin ekonomik merkez deneyimlerini yaşamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü hümanizmden önce de yeryüzünde insanlık vardı ve sözgelimi Ortaçağda Müslümanların tarif ettikleri bir insan olmaklık mevcuttu. İnsanlığı Avrupalılar icat etmediler. Batı Avrupalılar kendi ekonomik ayrıcalıklarını elde ettiklerinde kendi insan olmaklıklarını da özelleştirmeye giriştiler. Günümüzde bunun farkında olan Asyalılar ve özellikle Çinliler insan olmaklık tartışmasını kendi özerk ve etkin ekonomi deneyimlerinin sonrasına bırakarak önce emek verip para kazanmaya yoğunlaşmaktadırlar. Bunun için de ekonomi ve paranın üzerine oturduğu mühendisliği ekonominin merkezine yerleştirmekte ve teknoloji ve yapay zekânın başkalarına ait insancıllık ve yine başkalarına ait insan bilimlerinden hareketle değil de önce kendi asgari gereksinimleri ve bu çerçevede oldukça nötr olan mühendislikten hareketle yorumlanması gerektiğini kabul etmektedirler.
Tarafsızlık pek mümkün olmamakla birlikte bütünüyle dışarıdan bir gözle bakılması denendiğinde; Asyalıların ve özellikle Çinlilerin yaklaşımları kendileri açısından sağduyulu ve anlaşılabilir görünmektedir. Çünkü 1970’li yıllardan bu yana kendi kolektif emekleriyle üretmekte, fakat kendi üretimleriyle nasıl ilişki kuracaklarına bu emeğin konfor neticesini yaşayanların fikirleri üzerinden karar vermektedirler. Bu hem adil görünmemektedir hem de bu şekilde Çinliler kendi her günkü deneyimlerini doğru kavrayamazlar. Çalışan insanla çalışmayan insan bir ve aynı olamaz. Çalışmayan ve üretmeyen insanın teknoloji ve yapay zekâya yaklaşımı üzerinden teknoloji ve yapay zekâ tanımlanacak olursa burada ilk kez deneyime dayanmayan bazı hayali tasarılar bilgi olarak kabul edilmiş olacaktır. Bilim tarihi böyle gelişmemiştir. Bu vakıanın yanlış olduğunu düşünen Asyalı ve özellikle Çinli araştırmacı ve yazarlar zenginlik ve özerkliği deneyimledikçe kendilerinin de yeni bir insanlık ve toplum olma tanımı getirebileceklerini öngörmektedirler. Bu nedenle kendi emeklerine yoğunlaşarak teknoloji ve yapay zekâ felsefesinde hem deneyimin içinde kalmayı (empirical turn) hem de mühendislik-odaklı (engineering-oriented) davranmayı tercih etmektedirler.
ABD ve İngiltere’deki literatürden hareketle mühendislik-odaklı deneyimsel yönelim eğilimine ait teknoloji ve yapay zekâ felsefesine bakıldığında; söz konusu literatür yanlış değildir, çünkü kendi deneyimlerini doğru kavrayabilmektedir. Bu nedenle Kıta Avrupası’ndaki teknoloji ve yapay zekâ felsefesi literatürüne kıyasla daha ortaklaşılabilir özelliklere sahiptir. Bununla birlikte insan bilimleri sonradan kararlaştırılacağı için mühendislik-odaklı deneyimsel yönelim eğilimi bir alternatif Pazar oluşturmaktadır. Gitgide vadesi dolan eski tarz küreselleşme açısından olduğu kadar yine Çin’in geliştirdiği devlet kapitalizmine adapte olmaya çalışan ABD ve İngiltere vakıası açısından da alternatif Pazar durumu katlanılabilir değildir. Kıta Avrupası veya Avrupa-merkezci literatür teknoloji ve yapay zekâ felsefesini bütünüyle etiğe indirgeme yönelimindeyken amacı ABD, İngiltere, Çin ve Rusya’ya kıyasla geride kalmamaktır. ABD ve İngiltere insan bilimlerini korumak isterken amacı Çin ve Rusya’nın bütün Pazarı ellerine almalarına mani olabilmektir. Çin’in hedefi ise diğer aktörlerden farklı olarak ekonomik büyümeyi en son aşamayı deneyimleyinceye değin insandan önce ve ondan üstte görmektir. Asyalı yazarların bir kısmı etik, bilinç ve dönüşüm gibi kavramları karamsar çalışabilmektedirler. Fakat Asya’nın diğer bir kısmı ve özellikle Çinli yazarlar teknoloji, yapay zekâ ve ekonomi üzerine yazarken herhangi bir karamsar tondan ziyade betimleme, saptama ve olgucu sınırlarda kalmak gibi iş nitelikleriyle yetinmektedirler. Mühendislik-odaklı teknoloji ve yapay zekâ anlatılarından anlaşılabilecek olan kendi toplumlarının ekonomik kalkınma ve ilerleme gereksinimlerinin esas motivasyon veya hedef olmasıdır. Burada konforlu yaşamların öğrettiği duyguya yer ve zaman varmış gibi görünmemektedir.