JUNG’LA DERİN SOHBETLER 2

Psikoloji-Sosyal Psikoloji - Eğitimci Yazar Hatice ERDEM

JUNG’LA DERİN SOHBETLER 2

“Peki insan gölgesiyle nasıl yüzleşir?

Genç kadının bu sorusuyla birlikte derin bir iç çekişle düşüncelere dalan Jung kadını cevapladı.

“Gölgeyi dışarı atarsan, o sana ‘başkaları’ şeklinde geri gelir; sürekli etrafındaki insanları suçlarsın. Onlara etiketler yapıştırır durursun. Adım adım gölgeyle çalışacaksın. Sana sıralayayım istersen.”

“Tabii çok sevinirim.”

“İlk adım Fark etme: Gün içinde sinirlendiğin, utandığın, sözlerin boğazında düğümlendiği anları not et. Bu anlar gölgenin ipuçlarıdır.

İkinci adım Adlandırma: Hissettiğin duyguyu adlandır (ör. “Kıskançlık, öfke”). İsimlendirmek onları güçsüzleştirir.

Üçüncü adım Sorgulama: “Bu his neden geldi? Hangi ihtiyacı işaret ediyor?” diye sor.

Dördüncü adım Diyalog: Gölgenle konuş veyahut onunla mektuplaş. “Neden buradasın?” sorusunu gölgeye sor; gölge genellikle kırılgan bir sözcükle konuşur.

Beşinci adım Küçük Davranış Deneyi: Güvenli bir şekilde, gölgenin gösterdiği bir davranışı kontrollü deneyle dışa vur (ör. Sınır koyma, hayır deme). Sonuçları gözlemle.

Altıncı adım Profesyonel Eşlik: Eğer gölge çok güçlü ve travmatik ise bir terapist desteği al.”

Genç Kadın istemsizce gölge çalışmasına başlamıştı bile. Bu çalışmayı yaptığında daha özgür nefes alacakmış gibi hissediyordu. Ama nereden başlayacağını bilmiyordu. İnsanın özeleştiri yapması dünyanın en zor işiydi nihayetinde. Bir çıkmazın içinde sıkıştığını gören Jung kadının düşüncelerini böldü.

“Sana şöyle bir örnek vereyim. Sürekli başkalarını eleştiren biri, kendi başarısızlık korkusunu gölgesinde taşır. Bu kişi önce eleştiri alışkanlığını fark edip, “neden bu kadar sertim?” diye sorgular; sonrasında içsel kırılganlığıyla diyaloğa girer; böylece eleştirinin altında yatan koruma mekanizmasını-koruduğu yarayı görmeye başlar.

Gölgelerinden kaçmayacaksın. Rüyalarına bakacaksın. Seni rahatsız eden davranışlarına bakacaksın. Neyi bastırdığını fark edeceksin. Sonra o parçanı bir misafir gibi çağıracaksın içeri. ‘Gel, seni de dinleyeyim’ diyeceksin.”

Genç Kadın gülümsedi.

“Kulağa terapi gibi geliyor.”

“Aslında bu, insanın kendine doğru yaptığı en dürüst yürüyüştür. İnsan, kendi içini görmeye başladığında şaşırır. Çünkü içimizde hem melekler hem de canavarlar yaşar.

Ama bazen yaratıcılık, içgüdüsel güç ya da potansiyel de gölgede saklıdır.

Gölge, sadece kötü olan yanlarımız değildir. Bilinç tarafından reddedilen her şey, orada yaşar. Bir insan öfkesini bastırdığında, o öfke kaybolmaz — sadece karanlığa çekilir.

Sonra onu başka insanlarda görmeye başlarız: “Kibirli biri,” deriz belki… Ama aslında kendi bastırdığımız kibri yansıtırız. Buna “yansıtma” (projeksiyon) ismini verdim.

Aslında gölgemizle yüzleşmek, kendi karanlığımızı başkalarına yansıtmamayı öğrenmektir.”

Genç Kadın bu son cümleyle birlikte elinde olmadan gölge yanlarını görmeye başladı. Kibir ya da eleştiri kelimesi onu tetiklemişti belki de. İlk aklına gelen, başkalarının başarılarının ve de sahip olduğu hayatın ona itici geliyor olmasıydı. Bazen bunları hazmedemiyordu. O insanlara layık görmüyordu yaşantılarını. Bir anda üstünlük kompleksi su yüzüne çıkmaya başladı. Dünya da sadece kendisi ve çocukları varmış gibi bencilce davranması, ben üzgünsem tüm dünya üzgün olsun, ben dağıldıysam çevremdeki tüm insanlar dağılsın düşünceleri...

Genç kadın içinden yükselen sesleri susturamıyordu artık. Karanlıkta gizlenen parçalar birer birer söz istiyordu. Başkalarını küçümseyen bakışlarının ardındaki ürkeklik… Başarı karşısında hissettiği kıpırtılı rahatsızlık… Bir anda zihnine şöyle bir cümle düştü:

“Modern olmayan biri nasıl böyle başarılı olabilir?”

Bu cümle kendi içindeki fısıltıyı ele verdi.

Modernlik.

Neydi o?

Markalar mı? Etini ifşa eden kıyafetler mi? Burnu havada bir duruş mu?

Yoksa birilerine kendini ispat çabası mı? Ya da ulaşılmaz gibi görünme mi?

İçindeki ses sinsi bir açıklıkla konuştu:

“Dışarıda ne fazlaysa, içeride o eksiktir.”

Hangi okul yıllarında yaşadığı olaylar bu kalıpları zihnine yerleşmişti? Kendini kime kanıtlamaya ya da kabul ettirmeye çalışmıştı. Ettiği süslü kelimeler, vitrine oynayan bilmiş tavırları, kendini tanrıça sanıp her şeyin doğrusunu ben bilirim, en zeki ve zevkli benim tavırları... Dışarıya yansıttığı güçlü görünen kibirli tarafa inat içindeki zayıf tarafı şu an onu çırılçıplak etmek üzereydi. İnsanları ötekileştiren bencil ve mükemmeliyetçi tarafıyla boğuşurken birisi göğsüne elini batırmış gibi bir an nefes alamadı. Karanlık odanın duvarları daralıyormuş gibi hissetti. İçinde yükselen itiraf, yıllardır kapalı tuttuğu bir sandığın kapağını gıcırdatarak açmıştı sanki. O gıcırtı kulaklarını tırmalıyordu. Jung onun yüzündeki fırtınayı okur gibi sakince baktı; yargısız, sabırlı, derin... Yumuşak bir tonda konuştu.

“Devam et. Gölge kendini gösterirken sert görünür. Ama onu dinlemeyi bilirsen, sesinde yıllardır duyulmayan bir çocukluk yankısı vardır.”

Genç Kadın gözlerini kaçırdı. Mum ışığı gölgesini duvarda bir dalga gibi titretiyordu.

“İnsanları ötekileştiriyorum” dedi fısıltıyla. Sonra devam etti.

“Modernlik... güç... çok biliyormuş gibi görünmek... başarılı görünmek... herkesten daha özel olduğumu hissetmek... Bunlara takılıyorum galiba. Bazen içimden geçenleri söylemeye utanıyorum. Sanki dünya benim eksiklerime iğne batırıyormuş gibi hissediyorum.”

Genç Kadın içini boşaltmanın rahatlığını hissediyordu. Jung başını hafifçe eğdi.

“Bu, senin gölgene ait değil. O sadece gölgenin üzerinde taşıdığı zırh. Asıl parçayı duymaya hazır mısın”

Genç Kadın isteksizce başını salladı. Jung devam etti.

“Dışarıyı yargılayan bir yan varsa, bu genellikle içerde yaralanmış bir parçanın yardım çığlığıdır. Bir insan kendini yetersiz hissettiğinde, bu acıyla doğrudan yüzleşemez. Bu acı bir buz parçası gibi keskindir. Onu tutamazsın çünkü avucunu keser. Bu yüzden zihin bir kalkan üretir. O kalkanın adı bazen kibirdir, bazen üstünlük, bazen bilirkişi, bazen de modernlik takıntısı.”

Genç Kadın’ın gözleri doldu.

“Yani... bunları ben mi ürettim?”

“Evet, ama bu cezalandırılacak bir şey değil. Bu, hayatta kalma yöntemindi. Ruhun kendini korumak için bulduğu bir yoldu. Ama artık büyüdün. Kendini korumak için aynı mekanizmaya ihtiyacın yok. O yüzden gölgen seni uyandırmak için daha sert bir sesle konuşmaya başladı.”

Genç Kadın ellerini dizlerine bıraktı.

“Peki o yaralı parça ne istiyor benden?”

Jung'un gözleri mum alevini yakaladı. Sanki o ışık sözlerine farklı bir tını ekledi.

“Seni olduğun gibi kabul etmeye davet ediyor. Kusurlarınla. Yetersizlik korkularınla. Çocukluğundan beri taşımaya mecbur kaldığın yüklerle. Çünkü gölge, dışarı attığın parçan değil, içeri almak için bekleyen parçadır.”

Kısa bir sessizlik oldu. Yağmur ritmini değiştirmişti; artık cama daha hafif vuran ince bir tül gibi yağmaya başlamıştı. Jung sakince sordu.

“Bir soru soracağım.”

“Lütfen sorun.”

“En çok hangi anında kendini yetersiz hissettin? Bu his sana ilk ne zaman geldi, hatırlıyor musun?”

Kadın gözlerini kaçırdı. Mum ışığı duvarda titreşen gölgesini bir an çocukken çizdiği soluk bir resme dönüştürdü. O resmin köşesi yırtıktı; tıpkı o gün hissettiği gururunun yırtılması gibi. Zorlukla yutkundu. Hafızası bir çekmece gibi açıldı. Tozlu bir anı… ortaokuldaki bir resim yarışması... yaptığı resmin öğretmeni tarafından “fazla basit” bulunması... övgünün başka bir kıza verilmesi... arkadaşlarının onu görmezden gelişi. O gün kendini “yeterince özel değilmiş” gibi hissetmişti. O his, görünmez bir yara gibi taşınmıştı yıllarca. Sonra üniversite yılları... beğendiği gruba kendini kabul ettirme çabaları...

“Sanki... o gün başlamış gibiydi her şey.”

Jung hafifçe gülümsedi.

“İşte gölgenin tohumu. Bir insan kendini değersiz hissettiği bir an yaşadığında, zihni bunu telafi etmek için kendine farklı bir kimlik örer. Seninki modernlik, bilgi ve güç imgeleriyle örülmüş. Aslında hepsi ‘beni görün’ çığlığının kabuğuydu.”

Genç Kadın’ın gözünden küçük bir damla süzüldü. Utanmadı. Bu gözyaşı bir teslimiyet değil, bir çözülme gibiydi. Jung sessizce cebinden bir mendil uzattı.

“Gölgenle tanıştın” dedi. “Bu ilk buluşma genellikle böyledir: Acıtır ama ferahlatır. Şimdi ondan kaçma. Onu dinle. Çünkü gölgenin karanlığına girdiğinde, kendi ışığını görmeye başlarsın.”

Ev sessizleşti. Mum alevi daha parlak yanıyordu. Genç Kadın ilk kez o karanlığın içinde bir ışık kıpırtısı hissetti. Sanki gölgesi, onu yutmak için değil, ona yol göstermek için bekliyordu. Karşısında oturan kadın ilk kez karanlığın içinde bir yön fark etti.

Jung son bir cümle ekledi:

“Gölgen sana bir anahtar getirecek. O anahtarı bulduğunda, kapı kendiliğinden açılacak.”

Kadın başını salladı.

Hazırdı.

Gözlerini kapadı. İçinde, sessizce bekleyen o karanlık noktaya yöneldi. Bu kez korkuyla değil, merakla...

“Buradasın,” dedi kendi içinden yükselen parçaya.

“Kendi gözlerimle görmeye hazırım seni.”

Karanlıkta ince bir çizgi belirdi. O çizgi, çocukluğun hatırası kadar kırılgandı. Yavaşça bir şekle büründü. Kollarını iki yana açmış ufak tefek bir kız çocuğu karşısında duruyordu. Yüzü hem tanıdık hem yabancı; gözlerinde yıllardır bastırılmış bir çağrı saklıydı.

“Seni hep dışarıya ittim,” dedi kadın.

“Modern görünmek için, kuvvetli olmak için… Beni korudun ama ben seni görmezden geldim.”

Küçük kızın dudakları kımıldadı:

“Ben sadece sevilmek istemiştim.”

Kadının kalbi bir anlık sızıyla titredi.

Bu sızı, yıllardır betonun altına gömülü bir çiçeğin güneşi görmek için kırdığı bir zemin gibiydi.

Jung’ın sesi bu sessizliğe yumuşakça karıştı:

“İçindeki o kızın tek istediği şey: Görülmek. İzin ver artık nefes alsın.”

Kadın küçük kızın karşısında diz çöktü. Onu kollarına aldı. İlk defa kaçmadı. Karanlık sandığı şeyi kucakladığında, karanlık eriyip gitti.

Çocuk gözlerden buhar olup kaybolurken şu sözcükleri fısıldadı:

“Artık beraberiz.”

Kadın gözlerini açtığında mum alevi daha sakin, yağmur daha dingindi. Nefesi genişledi. Sanki göğsündeki taş, bir kuş olup uçmuştu.

Jung sakin bir gülümsemeyle konuştu:

“Bugün gölgeni kapının dışına atmadın… Evinin en değerli köşesine davet ettin. İşte dönüşüm budur.”

Kadın hafifçe başını salladı. İçinde sıcak bir akıntı vardı. Utancın yerini şefkat, kibrin yerini güven almaya başlamıştı.

Jung sözünü noktaladı:

“Gölge artık düşmanın değil. O senin yol arkadaşın.”

Kadın, uzun zamandır ilk kez kendisiyle tamamlanmış hissediyordu. Ve o an fark etti: Karanlığın görevi ışığı yok etmek değil, onu bulmamıza yardım etmekti.

Jung’a yeni bir soru sormak için biraz zamana ihtiyacı vardı genç kadının.

DEVAM EDECEK...