ANI ANLATMA DOZU

Edebiyat - Muhsin Boz

Ekim 2025, Eskişehir

ANI ANLATMA DOZU

Geçenlerde, “Fareler ve İnsanlar” kitabını yıllar sonra yeniden okudum. İlk okumam lise yıllarında olmalı. Yani nereden baksam 45-47 yıl geçmiş aradan. Olay örgüsünü ve daha pek çok şeyi unutmuşum tabii. Kitapla ilgili olarak yazılmaya değer onlarca konu var. Ama ben bu metni ilgilendiren bir yerden söz edecek, siz sevgili okurlarımla paylaşacağım: Kitabın başkarakterlerinden Lennie Small; IQ’su 30 dolayında olan, zihinsel özürlü, dört-beş yaş davranışlarına sahip bedenen kuvvetli bir erişkin. Çalıştığı çiftlikte ırkçılığa maruz bırakılarak yalnızlığa mahkûm edilmiş zenci seyis Crooks’un odasına gidiyor. Crooks, bir Beyaz’ın odasına gelmesine seviniyor. Crooks, yalnızlığından dolayı kitap, dergi okumaya sığınmış. Netice de kendini çok geliştirmiş. Sohbet, önce güzel başlamışken nahoş bir son ile sonlanıyor. Yazar; okuyarak diğer insanlara göre daha iyi bir duruma gelinebileceğini, birikimin kişiyi anlayan insanlarla paylaşılamadıktan sonra bir işe yaramayacağını, yalnızlığın daha da derinleşeceğini, koyulaşacağını ima eder. Sonuç olarak kendinizi ne kadar geliştirmiş olursanız olun, yalnız kalmamak için başka insanlara, arkadaşlara, eşe dosta ihtiyacınız var, ihtiyacımız var.

Son cümlemde, “eş” sözcüğünü kullandım. Evliyseniz, gün içinde yaşadığınız pek çok şeyi önce eşinizle paylaşırsınız. Onun için de aynı şey söz konusu. Çocuklarınız büyükse onlarla, akrabalarla, iş arkadaşlarınızla, dostlarla… Yaş ilerleyip emekli olunca, insanın hayatından birer birer çekilmeye başlar bazı şeyler. Kayıplar artmıştır. Arkadaşlar, akrabalar… Yeni olaylar da eskisi gibi hatırlanmaz. İnsanın ilk aklına gelen eskilerdir, eski anılardır. Anılar içinde de kendisine göre en kıymetli olanlar. Bu anılarını en yakın çevresi ile paylaşmaya koyulur. Bazen zamana yayarak aynı anıyı üç-beş kez anlatmaya kalkışır. Karşıdaki de tevazu gereği ya dinler ya da daha önce dinlediğini söyler. Anlatanın haddini bilip süreyi uzatmaması gerekir. Ama bazen bu sınır bilinmez de anlatılır, anlatılır; karşı tarafı yorulur, uzaklaşır anlatılandan. Özetle, evet, o gün yaşananların ve geçmişte kalan anıların anlatmaları, paylaşmaları gerekir ama insan da anlatırken sınırını, dozunu bilmeli.

Anadolu’da erkeklerin en çok anlattığı anılar, askerlik anılarıdır. Gerçekten de iyisiyle, kötüsüyle askerlik, dolu dolu geçmiştir ve anlatılmaya değer onlarca, yüzlerce olay vardır. Avcıların da anıları meşhurdur. Hatta bu anılar öyle abartılı anlatılır ki, anlatan da, dinleyen de olayın artık gerçek olmadığını bilir. Ama gülmek ve kahkaha atmak için kimse ortamı bozacak bir müdahale yapmaz.

Bir de anılarını anlatamadığı için zor duruma düşen insanlar vardır. Yıllar önce küçürek bir öykü yazmış, herhangi bir yerde yayımlatmamış, kimseyle paylaşmamıştım. Sanırım tam sırası. Öykünün adı, “Anlatmayacaksın.”

Evlenip boşanmış bir adam, bekâr bir kadına ölesiye âşık olur. Evlenmek isteyince, kadın şart koşar, şart koyar:

“Anılarından asla söz etmeyecek, anlatmayacaksın. Anılarını anlatman, ‘eski eş’ ini anımsaman, anman demektir. Tanımasam da, katlanamam ona, katlanamam bu duruma.”

Evlenirler. Adam zayıflaya zayıflaya, bir ay içinde mum gibi erir. Söndüğünde, tıp, ölüm nedenini bulamaz. Oysa tababetin yetisi olsaydı, yetebilseydi, tanı ve dolayısıyla ölüm nedeni şu olacaktı:

“Anı Anlatma Eksikliği Sendromu.”