Dadaloğlu denince akla gelen ilk dize bellidir: “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.” Bu söz, bir ozanın duruşunu, hayatını ve isyanını tek başına anlatmaya yeter. Fakat Dadaloğlu bundan ibaret değildir; o, halkının sesi, göçebe kimliğin özgür nefesi ve adeta dağların yankısıdır.
18. yüzyılın sonlarında dünyaya gelen Dadaloğlu, Avşar Türkmenlerindendi. Hayatını, devletin göçebe halka dayattığı yerleşik hayata karşı verilen mücadelenin içinde geçirdi. Devlet, vergi toplamak ve sınır güvenliğini sağlamak için bu halkı kontrol altına almak istiyordu. Ancak Avşarlar için bu, asırlık yaşam biçimlerinin ve doğayla kurdukları özgür bağın koparılması demekti. Dadaloğlu’nun şiirleri, söz konusu çatışmanın en gür tanıkları oldu.
Dadaloğlu’nun dili süsten, ağdalı sözden uzaktır; tıpkı kendisi gibi sade, cesur ve gerçektir. Her dizesinde bir isyanın ateşi hissedilir. “Kalktı göç eyledi Avşar elleri / Ağır ağır giden eller bizimdir” derken, göçü bir zorunluluk değil, varoluşun ta kendisi olarak dile getirir. Dağlar, yaylalar onun için sadece coğrafya değil; özgürlüğün sembolü, direnişinbir sığınağıdır.
Dadaloğlu’nu öne çıkaran, bireysel duyguların ötesine geçip halkının ortak sesi olabilmesidir. Şiirlerinde “ben” değil, “biz” vardır. Savaşta yitip giden dostlar, yerinden edilen yurtlar, onun şiirlerinde yeniden hayat bulur. O, sadece bir ozan değil; hafızası, vicdanı ve sözüyle halkının ruhudur.
Bugün hâlâ Anadolu’nun özgürlük ve direnç ruhunu Dadaloğlu ile anıyoruz. Onun mirası sadece şiirleri değil; baskıya karşı onurunu, kimliğini ve toprağını savunan bir halkın hikâyesidir. “Ferman padişahınsa dağlar bizimdir” sözü, geçmişte olduğu kadar bugün de anlamını koruyor. Çünkü haksızlık, dayatma ve kimlik erozyonu farklı biçimlerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Kısacası Dadaloğlu, modern dünyanın hızla değişen, köklerin belirsizleştiği zamanlarında bile bize bir şey hatırlatıyor: Özgürlük ve onur, insanoğlunun vazgeçilmez ihtiyacı. Bu yüzden o, asırlardan bugüne seslenen bir ilham kaynağıdır, dağların hiç sönmeyen yankısıdır.