Kraliçenin Tarçınlı Keki

Sosyal Bilimler - Haydar Uzunyayla

Bizim en anlaşılmaz yanlarımızdan biri şudur: Hayatı acı çekerek veya yanılarak öğreniyoruz. Bu durum, içinde bulunduğumuz koşullardan dolayı onu yeterince değerlendirememekten ya da saflığımızın ve bilgiyi işleyemeyişimizin bize bıraktığı zayıf mirasa yenik düşmekten kaynaklanıyor.

Size bu konuya tanıklık edebilecek yüzlerce örnek sıralayabilirim: Sözgelimi yaşamdaki yerimizi, hiyerarşinin ağır yükü altındaki ezilmişliğimizi, sürekli alan ama vermeye asla gönüllü olmayan ve kendini yasallaştıran devlet ve benzeri kurumların rolünü hem acı çekerek, hem deneyimleyerek öğreniyoruz. Zevklerimizi, sevinçlerimizi, iyi ve kötüyü, refahımızı ve yoksulluğumuzu, aile hayatını, mutlu- mutsuz eşleşmeyi bile acı çekerek anlayabiliyoruz çok zaman… Barışı ve savaşı, yenilgiyi, adaletsiz ve eşitsiz bir dünyada yaşadığımızı acıların tanıklığıyla kavrayabiliyoruz. Hatta bir zamanlar aynı sokağı, aynı gündoğumunu paylaştığımız devlet başkanımızın, şimdi artık başka biri olduğunu, aramızda dışkılama alışkanlığımız dışında pek fazla benzerliğimizin kalmadığını da yalnızlaşarak öğreniyoruz… Ve daha başka şeyler… Kiminde pişmanlık duyarak, kiminde tanıklık ederek, kiminde yanılarak ama hep acıyla öğrenilen bir hayat… Kraliçenin hem kendi kuşağına, hem sonraki kuşaklara önerdiği “Tarçınlı Kek” dışında başka tatların olabileceğini de yanılarak öğreniyoruz… Şimdi diyeceksiniz ki “Tarçınlı Kekin” konumuzla ilgisi nedir?... Bu örnek taklit ve toplu beğeniyi kültür aktarımının unsuru haline getirdiği için önemlidir. Bireyin seçimini etkilediği ve yönlendirdiği için arızalıdır. Önyargıyı, tekçiliği ve tutuculuğu gelenekselleştirip kuşaktan kuşağa aktardığı için kusurludur…

Oysa kraliçenin tarçınlı kek tarifi dışında daha zengin, daha çeşitli onlarca tat vardır. Yaşamı algılama ölçülerimiz kraliçenin sunduğu tatla sınırlı değildir… Hemen hemen her birey, yaşamı tanıma- değerlendirme, kabul veya ret etme, yaratma veya tasarlama yeteneğine sahiptir ve bu konuda aramızda kimileri rakipsizdir…

Bizler kendi kendine öğrenebilen, kendi hayatından dersler çıkarabilen türün üyeleriyiz. Aynı zamanda tarihten, geçmişten, hatta komşumuzun başına

gelenlerden dersler çıkarabilen bir zihin yapısı ile donatılmışız ve bundan dolayı kraliçeden aklımızın üzerindeki gölgesini çekmeyi isteme hakkına da sahibiz… Ve bu hakkı, bu savaşı kazanılabiliriz… Ötekinin gölgesinin ağırlığı altında var olmaktan kurtulabiliriz… Tarçınlı kekin kışkırtıcı cazibesine kapılmayı bıraktığımız an, en üst seviyede eşit koşullar ve eşit işbirliği içinde bir yaşamın var olabileceğini göreceğiz. Günümüzde başlı başına bir yıkım şeklini alan beslenme şeklimizi dönüştürdüğümüzde, savaşımızı da kazanmış olacağız… ( İnsan, çok geniş bir çevrede, hemen her şeyi yiyerek, neredeyse her nesneyi, genel olarak doğayı tüketerek besleniyor… Eşine az rastlanır kirli bir beslenme biçimidir bu ve çiçekten böceğe, karıncaya, deniz canlılarına, oradan kurda kuşa, kuzuya, katıra domuza, yapraktan yılana, ayrık otuna kadar diğer canlıların beslenme sınırlarının yüzlerce katı genişliğinde bir alanda şehvetle beslenir… Bu yok oluşa götüren bir beslenme biçimidir ve yaşamı insanın yıkıcı gücünden kurtarmak gerekiyor.

Ama nasıl?..

Nasıl olacağını, nasıl yapılacağını hayal gücünüze bırakıyorum…)