YAPAY ZEKA MAZİYE KARŞI

Fikir Yazıları - Hasan TURUNÇ

Birazdan okuyacağınız metni bir süre önce gezdiğim nostaljik eşyalar sergisinde gördüğüm daktilo ile yazmaya heveslendim. Bu konuyla ilgili görüşünü almak üzere yapay zeka asistanım Sevgili Gemini’nin kapısını çaldım. Bana karşı çok nazikti ama verdiği cevap daktiloyla yazma fikrimi gözden geçirmeme sebep oldu:

“Bu çok nostaljik olabilir ama daha modern dijital araçları kullanmanı öneririm.”

Hevesim kursağımda kaldı, boynumu büküp klavyemin başına geçtim...

YAPAY ZEKA MAZİYE KARŞI

Hasan TURUNÇ/Antakya

Sene, geçen sene... Çalıştığım okulun kıymetli öğretmenlerinden Reyhan Hoca görevlendirdiği öğrencilerle beraber bir sergi planlamış. Uzun süren hazırlıklar tamamlanınca sergi ziyaretçilere açılmış. Okulun sosyal medya hesabında paylaşılınca gördüm ama o tarihlerde başka bir görev nedeniyle okulda olamayacaktım. Neyseki serginin son günü eşyalar toplanmadan yetişebildim de soluğu sergi salonunda aldım. Daha kapıyı açar açmaz gördüklerim karşısında ağzım açık kaldı. İçeride neler yoktu ki. Benim ve kardeşlerimin bebekliğimizin en yakın tanıklarından bir tahta beşik ve daha neler neler...

Beni adeta mazide bir yolculuğa çıkaran sergide zamanında kullanmadığımız eşya neredeyse yoktu diyebilirim. En çok dikkatimi çeken parçalardan biriyse paslı bir kömürlü ütüydü. Anneannemden ve dedemden kalan en önemli eşyaydı. Başka bir şey de bırakmadılar rahmetliler o ütüden ve iyi insan olmaya dair birkaç nasihatten gayrı. “Kafa ütülemek” deyiminin o ütüyle ilgili olduğuna adım gibi eminim.

Yıllara meydan okurcasına köşede duran dikiş makinesi annemin başında en çok zaman geçirdiği eşyalardandı. Üzerinde “20 Yıl Garantili” yazıyordu annemse onu en az otuz yıl kullandı. Dikiş-nakış, tamirat-tadilat işleri ile konu komşunun genç kızlarının olmazsa olmaz çeyizlik yazmalarının iğne oyaları annemden sorulurdu. Evimizin geçimini sağlamak konusunda ömrünün büyük bir kısmını Arabistan’da çalışarak geçiren emekçi babama bu şekilde destek olurdu fedakar annem. O yoğunluk içerisinde yetişemediği ev işlerinin bir kısmı bize kalırdı. “Terzinin kendi söküğünü dikememesi” ta o günlere dayanır işte.

Sahi o koca ahizeli telefona ne demeli! Bu coğrafyanın kaderi ve çoğumuzun yolu gurbete düşmek zorunda kalan babalarımızın hasretini biraz olsun gidermek için dört elle sarıldığımız o telefon bize uzanan bir el, tanıdık bir ses, bir nefes değil midir sahi.

Bir de o eski kasetler var tabi. Evin önüne ekilen sebze fidelerini kuşlar yemesin diye içlerindeki şeritler sökülüp de bahçenin etrafı çevrilmeden önce az dinlemedik “Şiki şiki baba, ayni ayni yaba” diye bozuk kaset gibi dönüp duran Arapça şarkıları. Zihnimde yer eden ve o dönem her dinlemeye yeltendiğimizde “Kapatın biri duyacak!” diye azar işittiğimiz Ferhat TUNÇ’UN zamanın yasaklı “Özgürlük Mahkumları” kaseti de var tabi.

Peki ya o cam fanuslar içinde yanan lüküs lambaları unutmak mümkün mü? Onlar evlere girene kadar bizler için ödev yapmamanın tek bahanesiydi köyde sık sık yaşanan elektrik kesintileri.

O güzel günler çoktan geride kaldı. Ne zaman silah icat oldu, mertlik o zaman bozuldu. İyi niyetli teknolojiye karşı olmasam da diyorum ki Mevla’m bizi yapay zekanın gazabından korusun. Amin!

hasanturunc47@gmail.com