Feministler ve Aile: Feminist Söyleme Eleştirel Bir Giriş
Bir kere öncelikle feministlerin hakkını teslim edelim. Feministler erkek ve kadın arasındaki eşitsizliğin aşılmasından tutun bildiğimiz toplumsal dünyaya dair güçlü, haklı taleplerini yüksek sesle dile getirmişlerdir. Feministler dalgaları aşıp gelmişlerdir ve en temelde “kadın” sorunsalına çeşitli kuramsal yaklaşımları beraberinde getirmiş, ilgili disiplinlerde metodolojik kırılmalara yol açmışlardır. Tüm bunların yanı sıra geldiğimiz noktada feministler, ve haklı olarak belki onların izinden giden başta kadınlar, kapitalist makinanın ayrıştırıcı, bencilleştirici, bireyselleştirici ve tüketimciliğe indirgeyici tuzaklarından kendilerini kurtaramamışlardır. Bu, feministler için aşılması gereken güç bir durum olsa gerektir. Ama eğer öyle değilse, o zaman kaygılanmamız gereken çok daha temelli bir sorunla karşı karşıya kaldığımız gerçeğini nasıl görmezden gelebiliriz? Aile kurumunun hemen her gün nasıl da türlü saldırılara uğradığını nasıl görmezden gelebiliriz?
Özellikle ülkemiz feministlerinin ve bilimum aydın kuşağının bilmesi gereken bir şeyi hatırlatmak gerekir. Bizde aile sadece toplumsal bir kurum değil, aynı zamanda siyasal bir kurumdur ve son derece önemli ve vazgeçilmez bir birimdir. Tüm tarihçiler bilir ki Türk devlet sisteminin esaslı çekirdeğini aile oluşturur. Aile bu anlamda her şeydir.
Bütün dizi filmlere, sahne gösterilerine, yemek programlarına, eğlence programlarına, magazin programlarına ve hatta ironik biçimde sözde aile kurmayı, evliliği özendirici evlilik programlarına dahi bakın, hepsinin asıl amacının aile kurumunu, aile olarak bir araya gelen insanların dayanışma ruhunu ve gücünü yıkıp yok ettiğini görürsünüz. Hiçbir yerde merhametle dolu, sorumluluk anlayışıyla hareket eden projelere rastladınız mı? Gerçek şu ki, bu dünyada iyilik, merhamet, dayanışma denilen ne varsa hepsinin talan edildiğidir. Ve temel hedefin aile kurumunun dağıtılması olduğunu söyleyebiliriz.
Dünyanın önde gelen düşünürlerini elbette bileceğiz, onları okuyacağız ancak yazık ki biz genelde Batılı her kültürel ürüne kolaylıkla angaje olan bir milletiz. Ve muhtemelen taklitçiliğe de pek meyilliyizdir. Feminist yazınla iç içe olan birisi olarak şunu söylemek isterim ki, eğer biz kendi gerçekliğimize dönüş yapamadığımızda bu lanet olası devasa sömürücü makinaların karşısında çocuklarımızı, ailelerimizi ve nihayetinde ülkemizi nasıl koruyabileceğiz? Bu bakımdan başta feministlerin dışsal tehditlerin çok iyi farkında olmaları gerektiğini düşünüyorum.
Feministler haklı taleplerini yerine getirirlerken öte yandan lanet kültür emperyalizmi ve kapitalist tüketim sistemi kadını erkeğe, erkeği kadına düşman ederek toptan ailelerin mahvına yol açmıştır. Kültür emperyalizminin bizi kolaylıkla baştan çıkardığı, bir oyuncak gibi bizimle oynadığı bir duruma düşmeyelim.
Para önemlidir, çalışırsınız ve onu kazanırsınız. Hele ki bir aile olarak dayanışma içinde olursanız büyümeniz pekâla mümkün. Ancak tanıklık ettiğim kadarıyla çoğu kadın “ekonomik özgürlük” denen şeyi kazandıktan sonra kendi erkeği ile çok daha mesafeli bir tavır aldığını görüyorum. Bunu açıkçası çok yanlış buluyorum. Bunun "yanlış" olduğu yargısında bulunma gereğini hissediyorum çünkü biz akademik insanlar da bu toplumun bir parçasıyız ve bizim de değer yargılarımız vardır. Tamamen değer yargılarından arınık bir toplumsal tahayyül geliştirmek ne kadar mümkün? Bu bakımdan klasik pozitivist bakış açısının dayattığı mekanik, nötr, tarafsız bir toplum tahayyülüne karşıyım.
Feministlerin en büyük aymazlığı öyle görünüyor ki olan biten her şeyde kadının hiçbir rolünün olmadığı ya da bir rolü olmuş olsa da bu rolün ona dayatıldığı türünden bir tek taraflılıkla işi yürütmeye çalışmalarıdır. Ama işler böyle yürümüyor tatlım. Bu toplumun inşasında erkek kadar kadının da önemli rolleri vardır. Bir annenin kendi erkek çocuğunu nasıl büyüttüğünü, ona nasıl farklı şekilde yaklaştığını, onu toplumsal cinsiyet söyleminde nasıl yeniden ve yeniden inşa ettiğini, göklere çıkardığını bilmiyor, görmüyor değiliz. Bu eril dünyaya sadece erkeklerin değil, kadınların da nasıl yatırım yaptıkları ortada. “Sen yiğitsin, adam gibi adam ol, benim oğlum çok güçlü, git onlara gününü göster yavrum….” türünden erkeği yücelten sözleri kadınların sarf ettiği durumlar hiç mi olmadı yani?
Peki kadın bu toplumda kendi rolünün de olduğundan haberdarsa şu halde nasıl oluyor da bir yerden sonra müthiş bir aydınlanma yaşıyor ve bir anda her şeyi kendisiyle birlikte yıkıma sürükleyebilecek gücü kendinde bulabiliyor? Para…
Para ailenin bütünlüğüne katkı yapmak yerine yalnızca kadının tek varoluş kaynağıymış gibi fetişleştirilmesi beraberinde maalesef çok daha büyük sefaleti getirmiştir. Ve dikkat edilirse gerek sosyal medyada, gerek belirli akademik yazında, gerek geleneksel medyada ve her yerde devamlı biçimde aileye değil, daha çok kadının ekonomik özgürlüğüne vurgu söz konusu. Burada her defasında yanlış anlaşılmak gibi bir kaygıyla yazmaktan da bıktığımızı belirtelim tabi. Mesele “kadın çalışmasın, kazanmasın değil, burada kadın üzerinden bir tertibatın, bir söylemin ve projenin devamlı biçimde yürürlükte olduğunu” söylemeye çalışıyoruz.
Mevcut kapitalist-küresel emperyalist sistemin hiçbir şekilde aile denen yapının manevi bütünlüğüne yönelik katkıda bulunduğunu asla göremezsiniz. Aileye yönelikmiş gibi sunulan tüm projelerin nihayetinde tüketim toplumunun bir parçasına indirgendiğini görürsünüz. Feministlerin bunu görüp tekrar tekrar kendi fikir, söylem ve projelerini revize etmelerinde fayda olacaktır diye düşünüyorum. Yoksa devamlı biçimde tanıklık ettiğimiz manzara pek iç açıcı olmayacaktır: Dağılmış, psikolojik açıdan yıpranmış, amaçsız, hedefsiz, anlamdan yoksunlaşmış, nihilizmin pençesine düşmüş aileler…
Hamit Ölçer, AHBV, Sosyoloji, Doktora