Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Nazmiye Hazar’ın Prof. Dr. Ali ÜNAL ile “Sınıf Yönetimi” Üzerine Yaptığı Söyleşi

Prof. Dr. Ali ÜNAL/ Nazmiye HAZAR

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 30 Ocak 2020 21:07 - Okunma sayısı: 2.930

Nazmiye Hazar’ın Prof. Dr. Ali ÜNAL  ile “Sınıf Yönetimi” Üzerine Yaptığı Söyleşi

 

Nazmiye Hazar:  Hocam Öncelikle sizinle yapmak istediğimiz söyleşi teklifini lütfedip kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Hocam, öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ali Ünal: Kastamonu’nun Daday ilçesi Boyalılar köyünde doğdum. İlkokulu doğduğum köyde, ortaokulu Daday Ortaokulu’nda Liseyi Kastamonu Abdurrahmanpaşa Lisesi’nde bitirdim. 1986 yılında Kastamonu Eğitim Yüksek Okulu’ndan mezun olduktan sonra Gümüşhane’nin Merkez Akocak Köyü’nde 4 yıl, Ankara’da Mamak Kırmızıtepe İlkokulu'nda 3 yıl ilkokul öğretmenliği yaptım. Ankara’daki öğretmenliğim sırasında aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Yönetimi Teftişi Planlaması ve Ekonomisi bölümüne devam ettim. 1993 yılında lisans eğitimi bittiğinde Bitlis’e ilköğretim müfettişi olarak atandım. 2 yıl Bitlis’te çalıştıktan sonra Konya’ya atanıp 2005 yılına kadar ilköğretim müfettişi olarak çalıştım. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak atandım. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde yüksek lisansımı, 2006 yılında Selçuk Üniversitesinde doktoramı tamamladım. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapıyorum. Eğitim yönetimi, öğrenen okul ve sınıf yönetimi özel ilgi alanımı oluşturuyor.

Nazmiye Hazar: Hocam! Eğitimde çağın gereklilikleri doğrultusunda insan yetiştirme adına tüm dünya eğitim kurumları aracılığı ile hizmet sağlamakta. Bu bağlamda dünyanın genel durumu, Türk eğitim sistemini içine alan Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni düşünecek olur isek mevcut durumuma bağlı olarak öğretmenlerin ya da öğretmen adaylarının 21. yy. şartlarına uyumlu bir alt yapının oluşabilmesinde ne gibi bir konuma sahip olduklarını ve öğretmenlerin nelere dikkat etmeleri gerektiğinden bahsedebilir misiniz?

Ali Ünal: Öğretmenlerin konumunu sadece Türkiye ya da KKTC için değerlendirmek yanlış olabilir. Öğretmen, teknolojinin özellikle de internet kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte dünyanın her yerinde öğrenci için bilginin en önemli, öncelikli kaynağı olmaktan çıkmıştır. Öğrenci, günümüzde ihtiyaç duyduğu bilgiye, okul ve okul dışında istediği zaman ulaşabilir durumdadır. Hal böyle olunca, öğretmen-öğrenci, öğrenme-öğretme ilişkisinin geçmişte olduğu gibi olması mümkün değildir. Geçmişte, öğretmen bilginin kaynağı olduğundan sadece öğretmen olduğu için, başka bir şey yapmasına gerek kalmadan saygıyı hak eden kişi idi. Günümüzde ise sadece öğretmen olması saygı görmesine yetmiyor. Öğretmenin saygı görmesi için deyim yerindeyse saygıyı kazanması gerekiyor. Tabi bu durumu, tek başına teknolojik gelişmelere dayalı olarak bilginin tabana yayılmasıyla açıklamak mümkün olmasa da büyük oranda etkilediğini söylemek de mümkündür. Günümüzün öğrencileri artık “Dijital Yerliler” olarak adlandırılıyor. Yani teknolojiyi kullanmayı bizim gibi sonradan öğrenmediler. Bu da demektir ki onlardan bizim öğrendiğimiz gibi öğrenmesini, düşünmesini, davranmasını beklemek hem onlara hem bize haksızlık olabilir. Onlara haksızlık olabilir çünkü abartılı bir söylemle neredeyse doğalarına aykırı bir davranışı onlardan beklemiş oluruz. Bize haksızlık olabilir çünkü onların davranışlarını, düşüncelerini anlamayacağımız için yaptıklarını kendimize karşı kişisel bir saldırı olarak algılayıp mutsuz oluruz. Kısaca; karşılıklı olarak mutsuz olan, birbirinin mutsuzluğuna neden olan bir ilişki, iletişim biçimi ortaya çıkar.

Biz orta yaştakiler kabul etmesek de öğrenci, “Bilgi bir tık uzağımda, istediğim zaman ulaşabiliyorum. Öyleyse neden bunları aklımda tutmak zorundayım.” düşüncesindedir. Bu durumda öğretmenlere düşen, öğrencinin merak duygusunu canlı tutmak, sorular sormasını cesaretlendirmek ve sorularına yanıt bulmasına destek olmaktır. Bu kapsamda öğretmenlerin değişen rollerinin farkında olması, öğrencilerini sorulara doğru yanıtlar vermeye değil, (doğru) sorular sormaya yönlendirmesi beklenir. Nasıl mı? Ben öğretmen adayıyken, dersin başında öğrencinin ilgisini çekmek için öğretilecek konunun öğrencinin ne işine yarayacağını, öğrendiklerini nerelerde kullanabileceklerini açıklamamız gerektiği söylenirdi. Oysa günümüzde öğrendiklerini nerelerde kullanabileceklerini açıklamanın, öğrenciyi ezberciliğe yönlendirdiğinden, öğrencinin merak duygusunu, yaratıcılığını öldürdüğünden bahsediyoruz. Öğretmen bilgiyi nerede kullanacağını söylemeyecek, öğrenci öğrendiği bilgiyi nerede kullanacağına kendisi karar verecektir. Bu durumda; öğretmenin, öğrenciden sadece öğretmen olduğu için kendisine saygı göstermesini beklememesi, onun saygısını kazanmak için onu soru sormaya ve sorularına yanıt aramaya yönlendirmesi, sorularına yanıt ararken de öğrenmesine yoldaş olması gerekiyor. Farklı bir ifade ile öğretmen de öğrenci ile birlikte öğrenmelidir.   

Bu söylediklerimi farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse artık öğretim; öğretmenin, öğretimin tüm aşamalarını kontrol eden kararları verdiği, öğrencinin, sınıftaki uyarıcılara hemen tepki verdiği bir uygulama değil, öğretmenin öğrencilere çözmesi gereken problemler sunduğu, vurgunun bilginin tekrarından ziyade bilginin yaratılması üzerine olduğu bir etkinliktir. 

Bu söylediklerimi öğretmenin önemsiz olduğu, değerini yitirdiği şeklinde algılamamak gerekiyor. Öğretmen her zamanki kadar önemlidir. Her zamanki kadar öğrencinin öğretmene ihtiyacı var. Sadece öğretmen-öğrenci ve öğrenme-öğretme ilişkisinde değişim vardır. Öğretmenden beklenen bu değişime ayak uydurmasıdır. 

Nazmiye Hazar: Hocam! 21. YY. çağ gerekliliklerinde devir ekonomi devri olarak işleyiş gösterirken, okullarda öğretmenler sınıf içi uygulamalarında eğitim programlarında ulaşmaları gereken hedefleri gerçekleştirmek için planlamalar yapmaktalar. Bu planlamalar çerçevesinde zaman yönetimi ile ilgili sınıf yönetimi kitaplarında pek çok yaklaşıma yer verilmekte. Bu bağlamda sınıfta bir eğitim lideri olan öğretmenin rehberlik yönünü de düşünecek olduğumuzda öğretmenlerin plan ve programlarında aksaklıklara neden olabilecek durumlarda bir değişme var mıdır? Varsa bu krizlerin yönetiminde öğretmenler için nasıl önerileriniz var?

Ali Ünal: Anladığım kadarıyla sınıfta zaman yönetimi konusunda sınıfta yaşanan sorunlarda geçmişe göre bir değişim olup olmadığını, değişim olduysa çözümünün ne olduğunu soruyorsunuz. Kendi adıma şehirleşmenin artmasıyla birlikte çocuğun çevresinden koptuğunu; ev, mahalle arkadaşlığının kalmadığını; arkadaşlıkların sanal ortamda sürdürüldüğünü, hal böyle olunca da öğrencinin ailesi dışında insanları sadece okulda gördüğünü, bunun da sınıflar için iki sorun ortaya çıkardığını görüyorum. Birincisi; okul da sosyalleşme ihtiyacını karşılamadığı için, öğrenci bütün sosyalleşme, kimi kez kendini gösterme ihtiyacını sınıfta karşılamaya çalışmakta bu da sınıfta dikkat çekme davranışı olarak karşımıza çıkmaktadır.  İkincisi; öğrenci iletişim kurmayı okul dışında öğrenemediği için sınıfta da sessiz kalabilmektedir. Sonuçta sınıflarda ya çok ses çıkaran ya da hiç ses çıkarmayan öğrencilerle çalışmak zorunda kalan öğretmen, öğrenme-öğretme etkinlikleri için ayırması gereken zamanı, bazı öğrencileri susturmak bazı öğrencileri konuşturmak için harcayabilmektedir. Her iki tür öğrencinin de ihtiyacını gidermesine yardım edebilecek en iyi uygulama, sınıfta işbirliğine dayalı öğrenme tekniklerini uygulamaktır. Bu şekilde; isteyen öğrenci grupta istediği dikkate çekebilir ya da gruba gerektiğinde katkı sağlayarak kendini geliştirir.

Sınıfta zaman yönetimi konusundaki sorunlardan birisi olarak da öğretmenin ödev kontrolü uygulamalarını çok sorunlu olarak gördüğümü belirtmeliyim. Öğretmen derste ödev kontrolü yaptığında dersin tamamı ödev kontrolüne ayrılabilir hatta ödevin özelliğine göre kontrol bir sonraki derse sarkabilir. Öğretmenler zaman kaybını önlemek için çoğu kez ödevin sadece yapılıp yapılmadığı kontrol etmekte hatta kimi kez bu kontrolü bir öğrenciye yaptırmaktadırlar. Dönüt verilmeyen ödevin öğrenciye hiçbir yararı yoktur. Derste ödev kontrolü yapmak da gerçekten zaman kaybıdır. Üstelik sınıfı kontrol etmek güçleşmektedir. O zaman yapılması gereken, öğretmenin öğrencilerin ödevlerini toplayıp ödev kontrolünü ders dışı zamanda yapması, öğrenciye ayrıntılı dönüt vermesidir. Hatta zaman kaybını önlemek için, öğretmenin öğretim yılı başında rutinler geliştirmesi, ödev yapan öğrencinin ödevini dersin başında herhangi bir uyarı gerekmeksizin öğretmen masasına bırakmasının sağlaması en doğrusudur. Yeri gelmişken, az önce söylediğim rutinlerin geliştirilmesinin sınıftaki zaman kaybını önlemek için öğretmenin kullanabileceği en değerli strateji olduğunu söyleyebilirim. Bu kapsamda, öğrenci sınıfta ne yapacağını, ne yapması gerektiğini, örneğin ödevini nasıl teslim edeceğini hiç düşünmeden biliyor olmalıdır.

Bunların dışında, öğretmenin hangi davranışı görüp hangisini görmeyeceğini; öğrenciye hangi durumlarda ne kadar uzak ne kadar yakın durması gerektiğini, bedenini, jest ve mimiklerini kullanmayı öğrenmesi, sınıftaki bir çok karışıklık ve kesintiyi önleyebilir.   

Nazmiye Hazar: Hocam! Kolektif sınıf ikliminde öğretmenlerin çağdaş sınıf ortamlarında ve çağdaş sınıf yönetimlerinde kolektif iklimi nasıl sağlayabileceklerine ilişkin ne gibi örnekler verebilirsiniz? Bu örneklere ilişkin kolektif kelimesinin de tanımını açarak; öğretmenlerin kolektif iklimi sağlamasında sınıf yönetiminde neleri dikkate almaları olmazsa olmazları olarak nitelendirilebilir?

Ali Ünal: Sınıfta öğretmen-öğrenci ve öğrenci-öğrenci arasında etkileşim olur. Öğretmen-öğrenci ve öğrenci-öğrenci arasındaki bu etkileşim sınıfın iklimini şekillendirir. Sınıf iklimini, sınıfın algılanan psikolojik özellikleri olarak tanımlayabiliriz. Farklı bir ifade ile sınıfta olup bitenlere öğretmen ve öğrenciler psikolojik olarak verdikleri tepki, sınıf iklimidir. Öğrenci-öğrenci ve öğretmen-öğrenci ilişkisinin işbirliği ve saygı ile karakterize edildiği iklim açık; ilişkinin kopuk, mesafeli, şüpheci olduğu iklim kapalıdır. Bunun dışında öğretmenin işbirliği ve saygı davranışı sergilemeye çalıştığı ancak öğrencilerin öğretmenle ve birbirleriyle işbirliği yapmadıkları, saygısız davrandıkları iklim, ilgili; tam tersi öğrencilerin birbirleriyle ve öğretmenleriyle işbirliği yapmaya çalıştıkları ancak öğretmenin olumsuz tepki verdiği iklim, ilgisizdir.

Sınıf iklimi; hem öğrencinin sınıf içi davranışlarını ve öğrenmesini belirleyen hem de öğretmenlerin davranışlarını doğrudan etkileyen temel faktörlerden birisidir. Hal böyle olunca, başarı için sınıfta olması gereken iklimin açık olması gerektiğini söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Bu kapsamda, sınıfta olup bitenlere bazı öğrencilerin farklı tepkiler vermesi, sınıf iklimini, kapalı, ilgili ya da ilgisiz olması söz konusu olabilir. Sanıyorum tam da bu noktada sorduğunuz kolektif sınıf iklimi tanımlanabilir. Buna göre, kolektif sınıf iklimi, sınıftaki bütün öğrencilerin sınıfta olup bitenlere ilişkin olarak olumlu duygular beslemesi, o sınıfta olmaktan, arkadaşlarından, öğretmeninden memnun olması anlamına gelmektedir. Başka bir ifade ile sınıftaki bütün öğrenciler, öğretmenlerinden, arkadaşlarından çekinmeden söz almakta, öğrenme etkinliklerine katılmakta, hata yapmaktan korkmamakta, başarıları takdir edilmekte, başarısızlıklarından dersler çıkarmaktadır.

Sorduğunuz, kolektif sınıf iklimini oluşturmak için olmazsa olmazlara gelince; birinci sırada sınıfın güvenli bir yer olmasını sağlamak gelmektedir. Sınıf ne zaman güvenli bir yer olur? Sınıfın kuralları olur ve bu kurallar tutarlı bir şekilde uygulanırsa sınıf güvenli bir yer haline gelir. Bunun için öğrenci okulun ilk gününden hangi kurallara uyması gerektiğini, kurallara uymadığı zaman hangi sonuçlarla karşılaşacağını bilmelidir. İkincisi; öğretmen hangi durumda olursa olsun, en saygısız, en sorumsuz öğrencisine bile saygılı davranmalıdır. Üçüncüsü de öğrencileri birbirleriyle rekabet ettirmemeli, onları her zaman işbirliği yapmaya teşvik etmelidir. Bunun için en önemli yardımcısı işbirliğine dayalı öğrenme stratejileridir.   

Nazmiye Hazar: Sizce öğretmenler günlük ya da haftalık ders programlarında yapmış oldukları planlamalarda nelere dikkat etmeliler? Örneğin uzun süre program geliştirme kitaplarında öğretmenlerin ders planlamalarında “ amaç ve kazanımlar” denilirken; son yıllarda öğretmenlerden “ hedef ve hedef davranışlar” ya da “hedef ve kazanımlar”  diyerek planlamalarını yapmaları istenmekte.  Bu bağlamda sizce öğretmenler bu değişimin nedenini ya da farklılığını gerçekten ayırt edebiliyorlar mı? Bu konuyla ilgili öğretmenlerin bilmeleri gerekenlerle ilgili neler anlatabilirsiniz?

Ali Ünal: Bu sorunuzu aslında birinci sorunuzu yanıtlarken verdiğimi sanıyorum. Davranış ve kazanım farkı, öğretmenin sınıftaki konumunu belirleyen farktır. Öğretmen, dış dünyada öğrenciden bağımsız öğretilecek bir gerçek olduğu ve bunu olduğu gibi öğrenciye aktarabileceğini düşünüyorsa öğrenciye davranış kazandırmaya çalışır. Öğretmen, dış dünyadaki gerçeğin öğrenciden bağımsız olmadığını, öğrencinin dış dünyadaki olayları kendisine göre algıladığı, farklı bir ifade ile yapılandırdığını düşünüyorsa öğrencini kazanımları edinmesini sağlamaya çalışır.  Milli Eğitim Bakanlığı 2004 yılından bu yana öğretmenden bilgi aktarıcısı olmasını değil (davranışçı), öğrencinin bilgiyi edinmesi için ortam hazırlayıcı olmasını (yapılandırmacı) olmasını beklemektedir. Öğretmenlerin bu konuda bilmesi gereken, kendi zihinlerindekini ya da kendi doğrularını öğrencilerine aktaramayacaklarının farkında olmalarıdır.  Konuya sınıf yönetimi açısından bakacak olursak, yapılandırmacı sınıflar sessiz değildir ancak çıkan ses gürültü değil, öğrencilerin birlikte öğrenmek için işbirliği yaparken çıkardıkları sestir.   

Nazmiye Hazar: Hocam! Öğretmen yetiştiren tüm kurumlarda sınıf yönetiminin önemi öğretmen adaylarına bu ders ya da bu dersin içeriğini de içine alan dersler aracılığıyla hissettiriliyor.  Eğitimde sınıf yönetimi ile ilgili pek çok yazarın da önemsediği ve önemle üzerinde durduğu çağdaş sınıf yönetimi ile ilgili yaklaşımlar eğitim bilimlerine katkı koymakta. Bu yaklaşımların öğretmenler tarafından kazanımını sağlamak için bilimsel çalışmalar yürüten siz değerli hocalarımız eğitimcilere bir rehberlik hizmeti de sağlamakta. Uzun yıllar önce yayınlanmış olduğu halde hala daha geçerliliğini koruyan sınıf yönetimi kitapları pek çok eğitim fakültesinde, pek çok akademisyen hocanın üniversitelerde öğretmen adaylarını öğretmenliğe hazırlama sürecinde kaynak olarak kullanılmakta. Günümüz şartlarında gelişen teknolojinin değiştirdiği insan modelini göz önünde bulunduracak olur isek; bazı kitaplarda sınıf kurallarının oluşturulması ile ilgili özellikle ilkokul 1. Sınıf dönemindeki çocukların somut işlem döneminde olmalarından ötürü, sınıf kurallarını kavramaları ile ilgili gelişimleri gereği soyut kavramları algılayamamalarından ötürü öğretmenlerin zorlandıklarını ya da yorulduklarını ifade ediliyor. 12 yıllık bir öğretmen olarak okulöncesi yaş grubundan ilkokul 5. sınıfa kadar tüm sınıflara branş öğretmeni olarak girmekteyim.  Nedense küçük yaş gruplarında kuralların algılanması için öğretmenin yaratıcı, kararlı,  devamlılığa ve sürdürülebilirliğe önem vermesinde gerçekten büyük bir emek söz konusu. Sınıf kurallarının kazanımı öğretim sürecinde eğitim ve öğretim işlerinin sorunsuz ilerlemesine katkı sağlasa da çocuklar büyüdükçe öğretim sürecinde öğretmenin anlattığı her bilgiyi dijital ortamlardan ya da mobil erişim kaynaklarından sağlayabileceklerini biliyorlar.  Bu nedenle zaman zaman biz yetişkinlerde bile derse konsantre olma sürecinde motivasyonumuz düşükse kendimizi zorlamadan bilgiye kolayca ulaşabileceğimizi düşünüp kuralları ihlal edebiliyoruz.  Bu anlamda öğretmenler zaman zaman küçük yaş grupları ile daha rahat eğitim ve öğretim faaliyetlerini yürütebilmekteler. Ben size merakla şu soruyu sormak istiyorum: şimdi ifade ettiklerimi de dikkate alabilirseniz eğitim sisteminden ve eğitim programlarından daha hızlı insana ulaşan öğretmenlik rolünü üstlenmiş bilgi teknolojilerini ve mobil verileri hesaba katarak dünyada sınıf yönetimi felsefesinde bilişim ve teknolojileri araç olarak kullanım becerilerinin sınıf yönetimine olumlu ya da olumsuz katkıları nelerdir? Okulların fiziki alt yapı ve donanımları ile birlikte öğretmenlerin bilgi teknolojilerini ve mobil erişim uygulamalarını gerek kullanım becerileri, gerek öğretime uyarlama ve öğretim uygulamalarına katma sürecinde sınıfı yönetme ve disiplin sağlamasında yukarıda bahsettiğim sorunları çözme adına neleri yapmaları olumlu bir etki sağlayabilir?

Ali Ünal: Birinci soruyu yanıtlarken ne çok şey söylemişim. Yine birinci soruya verdiğim yanıtı referans göstereceğim. Aynen tekrar ediyorum: Öğretmenler değişen rollerinin farkında olmalı, öğrencilerini sorulara doğru yanıtlar vermeye değil, (doğru) sorular sormaya yönlendirmelidir. Öğretmen sınıfın karşısına geçip, soruların doğru yanıtlarını öğrencilere öğretmeye çalıştığında, öğrenci sizin de sorunuzu sorarken ifade ettiğiniz gibi, öğretmenin anlattıklarını dijital kaynaklarda bulabileceğini düşünerek kısa sürede ilgisini yitirmektedir. Bu gerçekten hareket ederek sınıfı yönetme ve disiplin sağlamak için öğretmen ne yapmalıdır sorunuzun yanıtı, öğretmenin araştırma incelemeye dayalı, problem temelli yöntem ve teknikleri kullanmasıdır. Tekrar ediyorum: Öğretmen, görevini öğrencilere doğru yanıtları öğretmek değil, öğrencilerin (Doğru) soru sormalarını sağlamak ve sordukları sorulara yanıt bulmalarına yardım etmek olarak algıladığı gün söylediğiniz sorun yaratan davranışlarını değiştirecek ve sorunların büyük bölümü ortadan kalkacaktır.

Nazmiye Hazar: Hocam! Sınıf içi etkinlik geçişlerinde sınıfın dağılma durumunu da göz önünde bulundurduğumuzda etkinlik geçişlerinde sınıfı başka bir öğretmene teslim edecek olan öğretmen ile sınıfı teslim alan öğretmenin ne gibi hususlara dikkat etmelerini önerirsiniz? ( Hocam! Bu konu ile ilgili çok ilginç bir hatıramı size paylaşmak istiyorum. Şu anda görev yaptığım okuluma ilk nakil aldığım yıl; okula bir gün müfettiş geliyor. Gelen müfettiş kısa saçlı, kısa boylu ve çok disiplinli olduğu yönünde öğretmenler tarafından konuşulan bir müfettiş. Okulda branş öğretmeni olarak müzik öğretmenliği görevini yapmaktaydım ve müfettişimiz o gün benim sınıfıma geldi. Öğretim materyallerim içerisinde sınıfta çantamın içerisinde küçücük kahverengi bir köstebek vardı. Bu köstebeğin sırt kısmına değdiğinizde köstebek biraz yürüyüp duruyordu. Öğrenci grubumuz da 7 yaşını doldurmuş 2. Sınıf öğrencilerin olduğu bir gruptu. Derslerimde yaratıcı drama ve oyun çalışmalarına önem veren bir öğretmen olarak 3. Ders saati olan dersimin ardından 4. Ders saatinde öğrenciler aynı sınıfta sınıf öğretmenleri ile ders yapacaklardı. Tüm öğrencilerim ayaktayken öğrencilerime bir anda çantamda bir sürpriz olduğunu söyledim ve tahmin etmelerine fırsat sunup o sürprizi çantamdan çıkardım. Öğrencilerim bana bakıyorlardı. Köstebeği yere koydum ve sırtına dokundum. Köstebek biraz yürüdü. “Şimdi köstebek kime yanaşırsa sırtına bir kez dokunan hemen sınıftaki yerine oturuyor ve köstebeği herkes olduğu yerden takip ediyor.” dedim.  çocuklar sırayla köstebeğin heyecanla dokunuyorlardı ve çok kısa bir sürede o ayakta olan tüm çocuklar sandalyelerinde sessiz sessiz köstebeğe bakıyordu. Köstebeği alıp öğrencilere dersimizin bittiğini ve sınıf öğretmenlerinin sınıfa geleceğini, hangi dersleri varsa o ders için gerekli olan defter ve kitaplarını açmalarını ve öğretmen gelene kadar bir şeyler okumalarını söyleyip vedalaştım. Ardından müfettişimiz ile dersimin durumu ile ilgili değerlendirme sohbeti yaptık. O kadar güzel bir övgü ile benden bahsediliyordu ki heyecanla mesleğe henüz yeni başlayan ben mutluktan hem kendimle gurur duyuyorum hem de heyecanımı müfettişimize belli etmemeye çalışsam da saklayamıyordum. En son müfettişimiz değerlendirme bitince “Hocanım! Merak ettim.  Her şey harika dört dörtlüktü de; o fare neydi? Napmaya ( ne için?) onu getirdiniz sınıfa?” sorusunu sorunca çok şaşırdım ve küçük yaş gruplarında etkinlik geçişlerini öğretmenin çocuklara sezdirmeden uygulatması için bir araç olarak kullandığımı anlattım. Daha sonra hocamızın Kısaca bazen bizi denetleyenler bile eğitimdeki bu ince bu hassas durumların farkında olamayabiliyor.)

Ali Ünal: Öncelikle sizi derste ben de gözlesem, tarif ettiğiniz gibi kısa olmasam da eski bir müfettiş olarak, muhtemelen sizi gözleyen müfettişin size sorduğu soruyu sorardım: Napmaya onu getirdiniz sınıfa? Ben de aynı soruyu sorardım dememin nedeni, meslektaş dayanışması değil etkinlik geçişinin çocukları bir aktiviteden diğerine taşımanıza yardımcı olan bir şey olmasındandır. Örnek olarak ders zamanından hikâye zamanına veya yemek zamanından temizlik zamanına geçiş olabilir. Geçiş, bazı öğrencilerin başkalarının bitirmesini beklediği veya öğrencilerin öğle yemeğinde ellerini yıkamayı beklediği gibi faaliyetler arasındaki süre de olabilir. Öğretmenlerin okul öncesi aktiviteleri arasında işlerin sorunsuz geçmesi için kullanabilecekleri stratejiler vardır. Öğrencinin izlemesi için tutarlı bir program veya rutin oluşturmak, bunun için öğrencinin izlemesi için görsel resim sembolleri hazırlamak bunlardan birisidir. Örneğin yemekhaneye gitmek için her seferinde aynı müziği kullanarak çocukların sıraya geçmesini beklemek bunlardan birisidir. Jest ve mimikler, el, kol hareketleri bu anlamda çok kullanışlı olabilir. Ya da sizin getirdiğiniz köstebek, öğrenciler için sınıfta bir etkinliğin başlamasının işareti olabilir.

Geçişler önemlidir çünkü etkinlikler arasındaki ölü zamanı ortadan kaldırarak davranış problemlerini önler. Çoğu zaman çocuklar geçiş zamanlarında hareket ederler ve bununla başa çıkmanın en iyi yolu, onlara zevk alacakları bir şey vermektir: Şarkı söyleyerek ya da alkışlayarak geçiş zamanları eğlenceli hale getirebilir. Çocuklara ne yapmaları gerektiğini gösteren belirli ifadeler öğretilebilir. Örneğin, "İki kez çırp" diyebilir ve sonra iki kez çırpabilirsiniz. Sonra "Dört kez alkışla" deyin, dört kez alkışlayın ve çocuklar katılacak. Bu onları aktive eder ve dikkatlerini yaptıkları veya yapmayı düşündükleri istenmeyen davranışlardan uzaklaştırır. Sonraki adımlar hakkında şarkı söylemek söylediğim gibi çok işe yarayabilir. Bir öğretmen olarak sürekli şekilde "Oturma zamanı geldi" gibi bir şey söylemek gerçekten yorucu olabilir. Bunun yerine; öğrencilere bir internet sitesinde gördüğüm şu sözleri öğretip ritmik bir şekilde söylemesini sağlayarak; onları daire olmaya, oturmaya, sessiz ve hareketsiz olmaya hazır hale getirilebilirsiniz:  

Hikâye zamanı.

Hikâye zamanı.

Yuvarlak daire, sonra otur.

Kulaklarımız hazır olduğunda,

Ellerimiz sabit olduğunda,

Hikâyeyi başlatacağız.

Küçük çocuklar rutin davranışları yapmaktan hoşlanır ve başarı duygusu yaşarlar. Sınıf rutinine alıştıklarında, sizin kadar mutlu olacaklardır. Bu nedenle geçişler sırasında bu sözleri bir kez öğrendiklerinde sizin uyarınıza gerek kalmaksızın, ritmik bir şekilde sözleri söyleyerek daire olmuş bir şekilde yere oturacak ve hikâyenin başlamasını bekleyeceklerdir.

Gelelim müfettiş dayanışmasına. Ben de sizin müfettişinizin sorduğu aynı soruyu sorardım çünkü öğrencilerin köstebeğe dokunması onlar için eğlenceli bir etkinlik olsa da öğrencileri bir sonraki derste yapacakları etkinliğe hazırlamadığını düşünür ve amacınızı anlamaya çalışırdım.  

Nazmiye Hazar: Nedense bilgi olarak bilen; ancak deneyimsel olarak çağdaşlaşma ile ilgili sıkıntılar yaşayan öğretmenler bilinçli ya da bilinçsiz olarak farkında olmadan sınıf disiplini ve sınıf yönetiminde geçmiş yaşantılarında öğretmenlerinin kendilerine uyguladıkları klasik felsefeyi devam ettirebiliyorlar.  Kötü deneyimler yaşamış öğretmenler sanki o bilgileri hiç bilmiyormuş gibi davranabiliyorlar. Bu konu ile ilgili örneğin kısaca klasik öğretim uygulamalarında yoğrulmuş bireylerin öğretimde çağdaş uygulamaları sağlayabilme becerilerinde tabu haline gelmiş, ya da kişiliklerinde kültür edindikleri bu özellikleri ortadan kaldırabilmek ya da olması gerekeni doğru uygulayabilmeleri için öğretmen okullarında uygulamaya dayalı ne tür dersler ya da performans değerlendirme ölçütleri öğretmen adayının ya da öğretmenin bağımlılık tepkilerinde olduğu gibi eğitime zarar veren olumsuzlukları ortadan kaldırılabilir?

Ali Ünal: Sorduğunuz sorudaki problemin kaynağı, sanırım eğitim fakültesindeki sınıf yönetimi gibi eğitim bilimleri derslerini “ders olarak” işliyor olmamız. Dersleri “ders olarak” işlememizin ne anlama geldiğin anlatacağım fıkradan sonra anlayacaksınız. Malum geçmişte eğitim düzeyi düşük. Bu nedenle askere alınan gençlere, askeri eğitimden arta kalan zamanlarda genel kültür dersleri veriliyor. Bu derslerden birisi, Dünyanın hareketleri ile ilgili. Lise mezunu çavuş, derste Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü, Güneşin etrafından döndüğünü, bu hareketlerinin sonucunda gece, gündüz ve mevsimlerin oluştuğunu anlatıyor. Bu anlatılanlar bir askerin aklına yatmıyor ama yanlarında komutan da olduğu için itiraz edemiyor. Ders bittikten sora çavuşa gidip “Dünya dönüyor dedin ama işte döndüğü falan yok” diyor. Çavuş işaret parmağını ağzına götürüp sus işaret yaparak “Sus oğlum, Dünyanın dönmediğini ben de biliyorum ama bu ders. Derste böyle söylenir.” diyor.

Biz öğretmenler de çavuşun yaptığı gibi yapıyoruz herhalde. Bilgiye dersi geçmek için sahip oluyor ama ona inanmadığımız için, doğru bildiğimiz yanlışları yapmaya devam ediyoruz. Bu konuda sanırım öğretmen yetiştirme işini eğitim fakültesi çalışanları olarak fıkradaki çavuşun Dünyanın hareketlerini anlaması gibi anlamamızın ve uygulamamızın etkisi var. Bu kapsamda, söylediğiniz sorunu ortadan kaldırmanın üç şeyin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Birincisi; eğitim fakültelerinin programının tümüyle gözden geçirilerek, uygulamaya daha fazla ağırlık veren bir öğretmen yetiştirme programı hazırlamamız gerekiyor. İkincisi; program çok şey ama her şey değil. Programları değiştirmenin yanı sıra eğitim fakültelerinde görevli öğretim üyelerinin bakış açısını da değiştirmek gerekir çünkü eğitim fakültelerinde uygulamalı ders denildiğinde, daha çok, öğretmen adayının kendi başına okula gittiği, öğretim üyesinin sadece öğrencinin ders notunu girmekten sorumlu olduğu bir durum akla geliyor. Üçüncüsü; kişi öğretmen olarak atandıktan sonra teorik olarak öğrendiklerini uygulamaya aktarmasına, birbirlerinden, iyi örneklerden öğrenmelerine yardımcı olacak aday yetiştirme ve denetim sistemi kurmamız gerekiyor.

Söylediklerimden birincisi en kolayıdır. Bir program hazırlar ve uygulamaya koyarsınız. Ancak ikinci ve üçüncü öneriyi uygulamak zordur çünkü kültürü değiştirmek gerekiyor. Öğretim üyesine, “Haydi sınıfa git, öğretmen adayını gözle dönüt ver.” dediğinizde kaç öğretim üyesi bunu yapmaya ikna olur, buna zaman ayırabilir ya da bunu yapma yeterliğini kendinde görür. Belki işe öğretmenlik deneyimi olmayanların eğitim fakültelerine öğretim üyesi olarak alınmamasından başlamak gerekir ancak hâlihazırda var olanları ne yapacaksınız? Okul müdürlerine, öğretmene; bir sınıfa gidip öğretmenin sınıf yönetimi ile ilgili dönüt ver, bu şekilde onun mesleki gelişimine katkıda bulun dediğinizde bu kişiler bu işi görevi olarak algılarlar mı? Bunu yapmak için kendilerini yeterli hissederler mi? Hayır!

Emin değilim ama sanırım öğretmenlerin ortanca yaşı 38 idi. Türkiye’de bir milyonun üzerinde öğretmen olduğu ve bunların çoğunun genç olduğu dikkate alındığında, öğretmenlerin uzunca bir süre daha çalışmaya devam edecekleri anlaşılmaktadır. Bu durumda, hâlihazırda çalışan öğretmenlerin mesleki gelişimini sağlamak yeni atanacak öğretmenler kadar önemlidir. Hal böyle olunca okul temelli mesleki gelişim modellerini, okulda öğretmenin mesleki gelişimine destek olacak denetim uygulamalarını hayata geçirmek zorundayız. Bütün bu uygulamaları yapacak, yapılmasını sağlayacak kişi de okul müdürüdür.

Nazmiye Hazar: Peki hocam! İşverenler işletmelerin kar gücünü arttırmak çalışanların daha başarılı olmalarına emeğin karşılığında ücret ödemenin yanı sıra çalışanlar için mesleki gelişim programları hazırlamaktadırlar. Gerek özel okullara bağlı kurumlar, gerekse devlet kurumlarına bağlı kurumlar başarı sağlamak adına kendi kadroları için; onların ihtiyaçları olarak hazırlamakta oldukları eğitimlerle mesleki gelişime katkı koymaya çaba sarf ediyorlar.  Hizmetiçi eğitim programlarında öğretmenlerin kendilerini geliştirme ve yenilemelerine fırsatlar verilsede gerçek anlamda ihtiyaç analizlerinin doğru tespit olabilmesi için uzmanların nelere dikkat etmeleri, neleri kesinlikle görmemezlik etmemeleri gerekiyor? Bu konuda ekonomik anlamda doğru hizmeti sağlamada kurumlara, işverenlere, yöneticilere önerileriniz neler olabilir?

Ali Ünal: Ben ağırlıklı olarak eğitim denetimi çalışan birisiyim. Çalışmalarımda tespit ettiğim husus, öğretmenin mesleki gelişimini sağlamak istiyorsanız bunu hizmetiçi eğitim kursları yoluyla değil okul temelli mesleki gelişim uygulamalarıyla yapabilirsiniz. Hizmetiçi eğitim kurslarıyla ya da seminerlerle mesleki gelişimin sağlanamamasının nedeni, kursların ihtiyacı olan kişilere verilmemesi ya da kişilere ihtiyacı olan eğitimin verilememesidir. Seminer veren çok iyi hatipler var. Katılımcılar seminerde eğleniyorlar ya da mutlu oluyorlar. Sonra? Okula, sınıflarına gittiklerinde eski yaptıklarının aynısını yapıyorlar. Hizmetiçi eğitim kursuna katılanlar da aynı şekilde. Ya eski yaptıklarının aynısını yapmaya devam ediyorlar ya da kursta öğrendiklerini hayata geçirmeye çalışıyor ancak takıldığı yerde kendisine yardımcı olacak kimse olmadığı için eski yaptıklarını yapmaya devam ediyor. Çok az sayıda hizmetiçi eğitim kursu sonrası öğretmenler öğrendiklerini sınıflarında uyguluyorlar ancak uygulamalar kurumsal olmadığı için uygulama ya kursa katılan öğretmenle sınırlı kalıyor ya da uygulamayı yapan öğretmen de belli süre sonra eski uygulamalarına geri dönüyor.

Okul temelli mesleki uygulamaları yapmanın yolu öncelikle denetimin değişen anlamının farkında olmaktan geçmektedir. Günümüzde denetim denilince, kontrolden ziyade öğretmenle işbirliği yaparak öğretimi geliştirme ya da öğretmenin mesleki gelişimini sağlayarak öğretimi geliştirmek akla gelmektedir. Bir önceki soruda da söylediğim gibi bunu okulda yapabilecek en uygun konumdaki kişi okul müdürüdür.  Buradan okul müdürlerine önerim, okullarını örgütsel öğrenme topluluğuna nasıl dönüştürebileceklerine ilişkin okumalar yapmalarıdır.  

Nazmiye Hazar: Hocam! Zaman yönetimi ile ilgili öğretmenin ön hazırlıklarının iyi hazırlanmış olması ve tamamlanmış olması konusu oldukça önemli bir konu.  Zaman ile ilgili öğretmenler gerek günlük planlarında, gerek haftalık planlarında ve hatta yıllık planlarını titizlikle hazırlamaya çalışıyor olsalar da zaman zaman planlamalarda bazı aksaklıklar ile karşılaşabiliyorlar. Aynı yaş grubunda yıllarca öğretmenlik yapan bir öğretmen aynı programı uyguladığı grupların öğrencilerin nitelikleri ile değişebildiğini söyleyebilirken; nasıl bir hedef belirleyeceğini bilemeyen öğretmen bu sorunun farkında olsa da ne yapacağını bilemeyebiliyor.  Sınıfın durumuna göre değişkenlik gösteren öğretim planlamalarında öğretmenlerin ne gibi hususlara dikkat etmelerinde fayda görüyorsunuz?

Ali Ünal: Plan ile ilgili olarak eğitim fakültesinde öğrencilerimize söylediğimiz temel hususlardan birisi; planlamanın esnek olması gerektiğidir. Öğretmen, söylediğiniz gibi öğrencilerinin gelişim özelliklerine ve programa göre göre bir plan yapacaktır ancak plan yaparken okulun bulunduğu çevrenin özellikleri ve öğrencilerinin özelliklerini de dikkate almak zorundadır. Bu nedenle plan yaparken, program kadar, o okulda yeniyse çevrenin, öğrencilerin özelliklerini de incelemeli, yeni değilse kendisinin önceki yıllardaki deneyimlerini dikkate almalıdır.  Bunları söylerken Milli Eğitim Bakanlığının kendisinden programı uygulamasını beklediğini de unutmamalıdır. Buradan çıkartılacak sonuç, öğretmenin okuldaki, sınıftaki farklı öğrenciler için farklı planlama ve uygulama yapması gerektiği olmalıdır.   

Nazmiye Hazar: Peki hocam; zaman yönetimi ile ilgili nesnel ve öznel zaman biçimlerini göz önünde bulundurduğumuzda öğrencilerin sevdikleri ve zevk aldıkları dersten derse değişen bu durumu da düşünecek olur isek; sınıfta bir anlamda yönetici konumunda olan öğretmenin yönetim süreçleri bakımından zamanı kontrol etme becerisinde zamanı tasarruf edinerek sınıfa liderlik ruhuyla yaklaşması öğrencilerin karakteristik gelişimlerinde bir avantaj olarak ne gibi faydalar sunar?

Ali Ünal: Liderlik temelde diğerlerini etkilemektir. Öğretmenin liderlik özelliklerinin olması doğal olarak öğrencilerini etkileyecek, öğrenciler sınıfta amaçlar doğrultusunda davranacaklar ve zaman sorunu yaşanmayacaktır.

Liderin bence en önemli özelliği, takipçilerine bir amaç vermesidir. Bu kapsamda öğretmenlere önerim de öğrencilerinin bir amacı olmasını sağlamaya çalışmalarıdır. Bunun için, öğretmenlerin öncelikle kendilerinin bir amacı olması, kendi kendilerinin lideri olması gerekir. Bunu başarabilen öğretmenler zaten başkaca çaba harcamasına gerek kalmaksızın öğrencilerinin lideri olabileceklerdir.

Nazmiye Hazar: Hocam ben yine zaman konusu ile ilgili bir soru sormak istiyorum size. Zamanın herkese eşit dağıtılan bir kıt kaynak oluşu ile birlikte aynı zamanı farklı etkilerle hisseden öğrenci ve öğretmen bakımından eğitimde de tasarrufu hesaba kattığımızda çağdaş eğitim felsefesinde bilgi odaklı değil de bilgiyi tecrübe ve deneyimle üreten bireyler oluşturabilme kaynağını bu çerçevede nasıl sağlayabiliriz?

Ali Ünal: Bu sorunuza, daha önce sorduğunuz kazanım ve davranış arasındaki farkın ne olduğuna ilişkin verdiğim yanıta benzeyen bir yanıt vereceğim. Bir taraftan da sorunun yanıtını aslında siz veriyorsunuz. Sorunuzda söylediğiniz gibi eğer bilgiyi tecrübe ve deneyimle üreten bireyler yetiştirmeyi amaçlıyorsanız öğrenme ortamı sınıftan ibaret olamaz. Öğrenciler, ders dışında bireysel olarak ya da grup olarak evde, kütüphanede, bir işyerinde öğrenebilir ya da okulun laboratuvarında, kütüphanesinde öğrenebilir. Bu durumda öğrencinin öğrenmesi sadece ders saatleriyle sınırlı değildir. Bu şekilde de derslerde zaman sorunu yaşanması sorunu ortadan kalkar.

Nazmiye Hazar: Peki Hocam! Günümüz şartlarında bilgiye ulaşmanın kolaylığı kadar bilgi kirliliği yaygınlığı da hızla ilerlemekte. Öğretmenlerin zaman kullanım düzeyleri ile ilgili “ayrılmış zaman- öğretim zamanı- meşgul olunan zaman- akademik öğrenme zamanı” ilgili birbiri ile iç içe geçmiş kümeler olarak düşündüğümüzde ayrılmış zamanın alt kümelerini öğretim zamanı, meşgul olunan zaman ve akademik öğrenme zamanının oluşturduğunu görüyoruz. Değişen kuşaklar çerçevesinde bu küme diyagramının biçiminde de bir farklılaşma söz konusu mudur?

Ali Ünal: Ben kendi adıma öğretmenin zaman kullanımını bu şekilde gruplara ayırmayı sevmiyorum. Derslerimde de zamanın bu şekilde gruplara ayrıldığından hiç bahsetmedim. Bunun nedeni, zamanı, öğretmenin hangi etkinliklere ne kadar zaman ayırdığını tespit etmek için araştırmacılar gruplandırabilir ancak biz öğretmen eğitimcilerinin ve öğretmenlerin bu şekilde gruplandırma yapmaları gereksizdir. Bu gruplandırmaları yaptığınızda özellikle mesleğe yeni başlayan öğretmenleri, meşgul olunan zaman özellikle de akademik öğrenme zamanı artırmak adına strese sokarsınız. Oysa öğretmenin sınıfa girer girmez başlaması söz konusu değildir. Bir kere öğrencilerin yüzüne bakmak, nasıl görünüyorlar, nasıllar bir sormak lazım. Bununla ilgili bir denetim anımı sizinle paylaşmak isterim. Bir sosyal bilgiler dersi öğretmenin denetimini yapacağım. Öğretmenle tanıştık, konuştuk ders planı yok. Neyse, dersini gözlemek için birlikte sınıfa gittik. Ne yapacağını merak ediyorum. Yaptıkları merak ettirecek kadar da var. Okul sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı öğrencilerin devam ettikleri bir bölgede. Öğretmen bir türlü derse geçiş yapmıyor. Ahmet, baban nasıl oldu? Ayşe, matematik sınavın nasıl geçti? vb. sorular, konuşmalarla dersin üçte ikisi geçti. Ben şaşırmış durumdayım. Sınıfta müfettiş varken bunları yapan bir öğretmen kim bilir müfettiş yokken neler yapıyordur? Ama asıl şaşkınlığım kalan dakikalarda oldu. Meğer öğretmen konuyu önceden öğrencilere vermiş. Öğrenciler hazırlanıp gelmişler. Derse nasıl bir katılım var? Nasıl ilgi var? Anlatamam. O kısacık zaman diliminde öyle bir ders işlendi ki öğretmen o konuya sabahtan akşama kadar zaman ayırsaydı o kadar etkili olamazdı.  Söyleyeceğim; ayrılmış zaman, öğretim zamanı ve meşgul olunan zaman doğru kullanılırsa akademik öğrenme zamanı kısa olsa bile etkili olabilir. Öğretmene düşen o etkili akademik öğrenme anlarını yaratabilmektir.

Öğretmenin o etkili akademik öğrenme anlarını yaratabilmesi için yapması gerekenler nelerdir? Aslında az önce denetim anımı anlatırken bu sorunun yanıtını verdim. Öğretmenin yapması gereken ilk şey öğrencinin ne bildiğine ne öğrenmesi gerektiğine değil insan olmasına odaklanmaktır. Babasının hastalığından hiç haberi olmayan sosyal bilgiler öğretmeninin öğretmeye çalıştıkları Ahmet’in hiç ilgisini çekmeyebilir. Öğretmen öğrenci ilişkisi öyle olursa şöyle olur diyebileceğimiz mekanik bir ilişki değildir. İnsan insana bir ilişkidir. Öğretmen, öğrencinin bir “öğrenme makinası” olmadığını, “insan” olduğunu bilerek davranmalıdır.   

Biraz önce anlattığım denetim anısından, umarım plan yapmaya gerek yok. Bak öğretmen ne güzel dersini işlemiş gibi bir sonuç çıkmaz. O olayda öğretmen dersini planlamış ancak sadece bunları kâğıda dökmemiş. Yoksa dersin amacına ulaşması, zamanında ulaşması için mutlaka ders planına ihtiyaç var. Hele hele mesleğin başlangıcında olan öğretmenlerin planlarını çok ayrıntılı bir şekilde yapmaya ihtiyaçları var.  Bu planlamada kullanacağı yöntem teknikleri, materyalleri, biraz önce sorduğunuz etkinlik geçişlerinin nasıl yapılacağını net olarak belirlemelidir. Derste kullanacağı materyalleri kullanmayı daha önce denemeli, materyalin çalışıp çalışmadığını kontrol etmelidir. Planı uygulama aşamasına geldiğinde tam zamanında sınıfta olmalı hatta derste tahtaya yazması gereken şeyler ya da sınıfa götürmesi gereken materyaller varsa öğrencilerden önce sınıfta olmalıdır. Yoklama yapmak, yönetsel duyurular, daha önce söylediğim ödev kontrolü ya da bir görmezden gelmeyle ortadan kalkabilecek istenmeyen davranışlar gibi hususların sınıfta zaman sorunu yaşanmasına izin vermemelidir. Zaman yönetimi konusunda öğretmenin bilmesi gereken en önemli husus belki de sınıf rutinlerinin oluşturulmuş olmasıdır. Öğrenci öğretmeni gelmeden hangi materyallerini hazır edeceğini, ödevini nasıl ne zaman teslim edeceğini, ödevini nasıl alacağını, sınıfta istenen istenmeyen davranışların neler olduğunu ve sonuçlarını bilirse kargaşa daha az olur ve zaman sorunu yaşanmaz.  Özetle; öğrenciye kişisel ilgi, hazırlık ve sınıf rutinleri, sınıfta yaşanacak zaman sorunlarının ilacıdır.

Nazmiye Hazar: Yönetim stratejilerinde yöneticilerin de prensip edindiği “ karar verme- planlama- kadrolama- örgütleme- iletişim- güdüleme-yürütme- denetleme-değerlendirme” sırası ile ilgili kritikliğe dayalı öğretmenin sınırlı zamanda hedeflerini gerçekleştirme gayretinde olan öğretmen nasıl olmalıdır? Öncelikle kritiklik tanımını bize açabilir misiniz? Yani açıkçası ben bu tanımlamada bir anda gelişim dönemlerindeki kritik dönemler gibi düşünüverip; öğretmenin hangi gelişim süreçlerini tamamlaması gerekliliğini düşünüverdim mesela!

Ali Ünal: Sorunuzu sorarken söylediğiniz yönetim süreçleriyle ilgili olarak,  Simon, “Karar yönetimin kalbi diğer süreçlerin eksenidir.” der. Bu ifadeden anlayacağımız, yapacağımız bütün davranışların belirleyicisi kararımızdır. Peki, neye ilişkin kararımız? Bence eğitimin ne olduğuna ilişkin kararımızdır. Eğitimi, Türkiye’de neredeyse hep aynı şekilde Ertürk’ün tanımladığı gibi “istendik davranış değişikliği meydana getirme süreci” olarak tanımladığımız zaman yapacağımız eğitim ile Einstein’ın tanımladığı gibi, “düşünmek için zihnin eğitilmesidir” diye tanımlarsanız yapacağımız eğitim farklıdır. Birinci tanımı benimserseniz öğrencilere gerçekleri öğretmeye çalışırsınız, ikinci tanımı benimserseniz, düşünmeyi öğretmeye çalışırsınız. Ben hangi tanımı benimsememiz gerektiğine ilişkin yanıtı yine Einstein’ın sözlerinde buldum. Diyor ki “Bilgiyi öğrenmek veya okumak bilgili olmak anlamına gelmez, bunu herhangi bir aptal da bilebilir. Mesele, anlamaktır.” Bu durumda, sorduğunuz kritik ögenin, düşünmek olduğu ortaya çıkmaktadır. Hangi eğitim kademesinde olursa olsun öğrencilere düşünmeyi, eleştirel düşünmeyi, sormayı, sorgulamayı öğretebilirsek başarılı olmuşuz demektir.

Nazmiye Hazar: Her ülke kendi belirlediği hedefler doğrultusunda eğitim ve öğretim programları oluşturmakta. Bu oluşturulan ders programları kurumlarda öğretmenlerin ders izlencelerine girerken öğretmenler bir takım farklılıkları yaşadıkça yorumluyorlar. Bu durum ile ilgili gelişmiş ülkelerde uygulamaların nasıl olduğu, gelişmekte olan ülkelerde nasıl olduğu, geri kalmış ülkelerde neler olduğu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türk Eğitim Sisteminde sizin değerlendirmenizle uzmanlaşma ve branşlaşmada öğretmen rollerinde dünyadaki gibi bir değişme olup olmadığını merak ediyorum. Hatta günümüz şartlarında var olan mevzuatlar, yasalar, tüzükler ya da yönetmelikleri de hesaba kattığımızda öğretim programlarının oluşturulması ve uygulanması sürecini takip eden bir performans ölçeği geliştirilebilecek mi? Ya da geliştirilecekse ne olmalı? Önerilerinizi çok merak ediyorum.

Ali Ünal: Uluslararası raporlar, eğitimde başarılı olmuş ülkelerde daha fazla öğretmen özerkliği olduğunu göstermektedir. Öğretmen özerkliği nedir diye soracak olursanız, en kısa şekilde, “öğretmenlerin en uygun olduğunu düşündükleri şekilde öğretim ve ölçme uygulamaları yapabilmesidir” şeklinde tanımlayabilirim. Öğretmenin, öğretim ve ölçme değerlendirme uygulamalarındaki özerkliği, öğrenci merkezli, bireyselleştirilmiş uygulamaları mümkün kılabilir. Nitekim uluslararası raporlar, öğretim ve ölçme değerlendirme uygulamalarında özerk uygulamalar yapan okulların performansının daha yüksek olduğunu, Türkiye’nin bu konuda en az özerklik veren ikinci ülke olduğunu göstermektedir. Buradan hareket ederek sormuş olduğunuz öğretim programlarının uygulanma sürecini takip eden bir performans ölçeği geliştirilmesini ve uygulamasını yararsız bulurum.  

Bunları söylerken, bugünden yarına hemen okul ve öğretmen özerkliğinin artırılmasından bahsetmiyorum çünkü özerklik için, öğrenme süreçlerini tasarlama, uygulama ve değerlendirme yeterliğine sahip öğretmenler gereklidir. Bu özelliklere sahip öğretmenlere sahip miyiz? Tartışılır. Bunun dışında nitelikli vizyon sahibi okul liderlerine ihtiyaç vardır. Bu okul liderlerimiz var mı? Tartışılır? Bunların dışında başka bir gereklilik de hesap verme kültürüdür. Böyle bir kültürümüz var mı? Bu sefer daha doğrudan bir yanıt vereceğim; yok.

Bir taraftan da siz bu soruyu niçin sordunuz diye düşünürken, okulların ve öğretmenlerin kendilerine özerk alanlar yaratarak istedikleri uygulamaları yaptığı, dolayısıyla resmi olarak değilse de fiili olarak özerk olduklarını istedikleri uygulamaları yapabildikleri gerçeği aklıma geldi. Okullar öğrenciler sınava girecekler diye bazı dersleri işlemeyebiliyor. Sınavda soru çıkmayacak konular işlenmeyebiliyor. MEB yasaklamasına rağmen ders kitapları yerine özel kitaplar, test kitapları kullanılabiliyor. Öğretmenin dersi planlamasına, uygulamasına, kullandığı araç gerece, ölçme aracına pek müdahale yok. Olaya bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de okul ve öğretmenlerin belki de özerk durumda olduğundan bahsedilebilir. Ve yine uluslararası raporlar bize sağlıklı çalışmayan sistemlerdeki özerkliğin başarıyı artırmadığını aksine azalttığını gösteriyor.

En son söylediklerime dayalı olarak önerimi merak ediyorsunuz sanıyorum. Fikrimi yine değiştirmedim: Öğretim programlarının uygulanma sürecini takip eden bir performans ölçeği geliştirilmesini ve uygulamasını hala yararsız buluyorum. Çünkü bu performansı ölçecek, takip edecek yeni bir yapı ihtiyacı ortaya çıkar ki böyle bir uygulamanın hem başarısız olacağını hem de gereksiz olduğunu düşünüyorum. O zaman önerim ne? Önerim belli, yetişmiş öğretmenleri ve yöneticileri olan okullardan başlayarak zaman içinde bütün okulların özerk olabilecekleri bir uygulamanın yapılmasıdır. Unutulmaması gereken husus, özerkliğin yanında mutlaka hesap verebilirliğin de olmasıdır. Kamu kaynaklarının ne şekilde kullanıldığına ilişkin hesap verme sistemleri de mutlaka kurulmalıdır.    

Nazmiye Hazar: Eğitim uygulayıcılarının dünyadaki bu gelişmelerin içerisinde doğan öğrencilerini tanımaları gerekmekte olduğunu sürekli duyuyoruz.   Dünya var olduğu sürece nesiller birbirini anlama veya anlamama konusunda diyaloglar kurarken Anne baba olan nesil, çocuk olan nesli anlamak için farklı yöntemler denemeye devam ediyor.  Bu süreçte çocuklar ise anne ve babalarının onları hiç anlamadıklarını düşünüp, kendi arlarında anne ve babalarının onları anlamadıklarını ifade etmeye devam ediyor. Anne baba olan nesil, kendi anne ve babalarının onları anlamadığını ancak onlar kendi çocuklarını anladıklarını iddia ediyor. Bu döngüye çözüm bulunamadığı zaman buna  “Kuşak Çatışması” adı veriliyor. Zaman geçtikçe nesiller ve her yeni gelen neslin de özellikleri sürekli değişecek. Ebeveynlerle aynı durumları yaşayacak olan öğretmenlerin yeni nesilleri tanıma, anlama ihtiyaç ve beklentilerini biliyor olmaları onlarla doğru iletişim kurabilmeyi sağlayacaksa bizler neleri bilmek zorundayız? Biraz bahseder misiniz?

Ali Ünal: Sorunuzu sadece, ebeveyn-çocuk şeklinde genel hatlarıyla bir kuşak çatışmasıyla açıklamak günümüzde biraz basite kaçmak olur sanıyorum. Kuşak çatışması sanıyorum tarihin her döneminde olmuş, yetişkinler "Bu gençlik nereye gidiyor?" sorusunu tarihin her döneminde sormuşlardır. Buna karşılık gençler de 20. YY’nin başına kadar, benzer yaşama, geçinme ve düşünme biçimlerine sahip olmalarına, aynı bilgiye sahip olmalarına rağmen, devrin değiştiğini, ebeveynlerinin kendilerini anlamadığını düşünüp şikâyet hatta isyan etmişlerdir. Bu durum klasik kuşak çatışması olarak adlandırılabilir. Oysa günümüze geldikçe kuşakların yaşama, geçinme ve biçimleri gerçekten değişmiştir. Nesil farklılıkları inceleyen araştırmacılar, tarihin nesillere bölünmesi konusunda aynı fikirde olmasalar ve bir nesli diğerinden ayıran kesin özellikler üzerinde anlaşamasalar da 20. YY’den itibaren kuşakların doğum tarihlerine göre; sessiz kuşak (1927-1945), bebek patlaması kuşağı (1946-1964), X kuşağı (1965-1979), Y kuşağı (1980-1999) ve Z kuşağı (2000-2019) olarak ayrılması konusunda bir fikir birliği oluşmuş görünmektedir. Bu kuşaklara ilişkin sınıflandırma Amerika ve Avrupa’daki bilimsel, teknolojik ve siyasi gelişmelere göre yapılmıştır. Türkiye için tarihlerde bazı farklılıklar olabilir ancak özellikle X, Y ve Z kuşaklarına ilişkin tarihlerin benzer olduğunu düşünüyorum.

Şu anki öğretmenlerin yaklaşık yüzde kırkı X kuşağından. Bu kuşağın özellikleri ne? X kuşağı; kurallarla sorunu olmayan, güçlü aidiyet duygusu olan, otoriteye saygı gösteren, sadık, çalışkan, sabırlı, becerikli, kendine yeten bir kuşaktır. Türkiye’de halen çalışanların yaklaşık yüzde ellisi, Y kuşağındandır. Y kuşağı; sorgulayıcı, girişimci, tatminsiz, otoriteye karşı saldırgan, özgüvenli, gerçekçi, şeffaf, ekip ruhuna sahip bir kuşaktır. Z kuşağından öğretmen sanırım yok. Z kuşağı okullarda tümüyle öğrenci olarak bulunmaktadır. Z kuşağı yani hâlihazırdaki öğrenciler; yaratıcı, geleneksellikten uzak, tüketici, tatminsiz, sonuç odaklı, otoriteye karşı saldırgan, doğrucu, özgüvenli, iletişime açık, ne istediklerini iyi bilen, içe dönük, ekip çalışmasına yatkın olmayan bir kuşaktır. Z kuşağının bir başka özelliği sosyalleşmeyi sevmemesi, sanal ortamda iletişim kurabildiği için tek başlarına yalnız kalmayı tercih etmesidir. Teknolojinin de yardımıyla aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilmesidir. Hal böyle olunca, X ve Y kuşağından ebeveyn ve öğretmenlerin Z kuşağından çocukları anlaması güçtür.

Z kuşağından çocukları anlamak, onlara nasıl davranacağını kestirmek güçtür. Bununla ilgili yeterince araştırma, bilgi birikimi de söz konusu değil. Bu nedenle, Z kuşağı çocuklarına nasıl davranılacağını söylemek güç. Biraz akıl yürütmeyle, otorite konumuna geçerek onlara bir şey yaptıramayacağımızı bilmek gerekiyor sanırım. Ya da biz otorite konumuna geçtiğimizde bize karşı olan saldırgan davranışlarının doğrudan bizimle ilgili olmadığını, onun otoriteyle sorununun olduğunu bilmek bizi rahatlatabilir. Bu öğrencilerin hem arkadaşıyla mesajlaşıp hem de derse katılabileceğini bilmek davranışlarını saygısız olarak nitelendirmemizi engelleyebilir. Bu çocuklar doğru yönlendirildiklerinde işbirliğine de yatkın olabildikleri için işbirliğine dayalı öğrenme tekniklerini uygulamak başarı duygusu yaşamalarını sağlamak, onların sosyalleşmesini, tatmin duygusu yaşamalarını sağlayabilir.    

Bazılarına göre, beynin görsel yetenekten sorumlu kısmı, Z kuşağında çok daha gelişmiştir ve görsel öğrenme bu kişiler için daha etkili ve eğlencelidir. Örneğin, öğrenmeyi bir oyun olarak ele almak, Z kuşağı çocukları için daha eğlenceli olmasının yanı sıra öğrencileri daha çok öğrenmeye motive etmesi bakımından daha etkili olabilir. Bu kapsamda, etkileşimli ders kitapları, sosyal etkileşim, ortak projeler ve teknolojiyi tüm sınıf çalışmasının ayrılmaz bir parçası haline getirmek, bu neslin öğrenmesine katkı sağlayabilir.

Nazmiye Hazar: Hocam kuşakların çatışmasının eğitimde anne babalarla çocukların çatışması ya da nene dedelerle torunların birbirlerini anlayamamalarının doğurduğu çatışmaların olmaması için etkili sınıf öğretmeni olmayı hedefleyen öğretim liderlerine ve öğretim uygulayıcılarına neler önerirsiniz?

Ali Ünal: Daha önce söylediğim gibi sorunuzun net yanıtını vermek güç olmakla birlikte ailelere, aile rutinlerinin olması gerektiğini önerebilirim. Örneğin; yemeğin yeneceği saat belli olmalı, ailedeki herkes o saatte masada olmalıdır. Çocuklar da gelişim özelliklerine göre yemek yapılması, sofranın hazırlanmasına katkıda bulunmalıdır. Büyükanne, büyükbaba varsa düzenli olarak ziyaret edilmeli, üç kuşak zaman geçirilmelidir. Belki bu ziyaretlerde herkes belli bir süreliğine de olsa telefonunu kapatabilir. Tatminsizliğini önlemek açısından kendisi talep etmedikçe ya da çaba harcamadıkça çocuk her istediğine, kolayca ulaşmamalıdır. Aynı durum okulda öğretmenler için de geçerlidir. Öğrenci çaba harcamadan yüksek puan, okuldaki statülere ulaşamamalıdır ki çaba harcamanın değerli olduğunu hissetsin.

Aslında hem öğretmenlerin hem de ebeveynlerin çocuklarla çatışma yaşamasını önlemede temel yaklaşım, çocuğun sahibi gibi hareket etmemektir. Çocuğun sahibi gibi hareket ettiğimizde onun doğuştan getirdiği özelliklerini, isteklerini göz ardı ederek; bizim istediğimiz gibi olmasını, davranmasını bekliyoruz. Oysa çocuklar bizim her istediğimizi yapacak, istediğimiz şekilde eğitebileceğimiz evcil hayvanlarımız değiller. Bize düşen, onları istediğimiz gibi yönlendirmeye çalışmak, bizim istediğimiz kişi olmaları için zorlamak yerine, doğuştan getirdikleri özellikleri ortaya çıkartacak ortamı onları hazırlamaktır. Bunun için onların bizden farklı olan özelliklerine saygı duymak ve her koşulda onları sevmek yeterli olur sanırım. Bu durumda onların bizden farklı olmalarını da sorun olarak algılamazsak çatışmada yaşamayız.  Bu kapsamda, öğretim liderlerine ve öğretim uygulayıcılarına önerim ortaya çıktı sanırım: Daha da fazla sevgi ve daha da fazla saygı.

Nazmiye Hazar: Peki üretimde oldukça hızlı olan medya ve sinema sektörünü düşünecek olur isek; 21. YY. insan modelini yetiştirmeyi hedefleyen biz öğretmenlere model olabilecek etkili sınıf yönetimini en iyi hissettiren film ya da çizgi film var mıdır? Mesela ben hep Şirinlere baktığımda iş birliğinin olduğu kadar yönetim süreçlerinde sanayi devrimi ile gelişen iş bölümü ve uzmanlaşmayı anımsarım.  Bize etkili öğretmen kimliğini hissettirebilecek çağdaş öğretmen modeline uygun bir film öneriniz var mıdır?

Ali Ünal: Öğretmenler ilham alabilecekleri film adlarına kolaylıkla ulaşabilirler. Bu nedenle ben öğretmenlere film önermek yerine; özellikle hayvanların yavrularını nasıl besledikleri, nasıl korudukları, kendi ayakları üzerinde durmalarını sağlamak için neler yaptıkları ve zamanı geldiğinde yuvadan, sürüden ayrılmalarını sağlamak için neler yaptıklarını görebilecekleri belgeselleri izlemelerini önereceğim. Ben kendi adıma belgeselleri izlerken, hayvanların yavrularını bebekken nasıl sahiplendiklerini, yavrular büyüdükçe vahşi yaşamın içerisinde vahşi yaşama hazır olmaları için onları nasıl hazırladıklarını, gerektiğinde zorladıklarını görüyorum. Hayvanların yaşam döngüsünde öğretmenlerin çıkarabilecekleri birçok dersin olduğunu düşünüyorum. Hayvanlar, yavrularını büyütmek için onların hayatını gereğinden daha fazla kolaylaştırmıyorlar. Biz ebeveynler, öğretmenler de çocuklarımızın sağlıklı yetişkinler olması için çocuklarımızın hayatını gereğinden daha fazla kolaylaştırmamalıyız.

Nazmiye Hazar: Son olarak küreselleşmenin ve çok kültürlülüğün hızla yayıldığı dünyamızda öğretmenlerin oldukça fazla efor sarf ettiklerini biliyoruz. Öğretmenlerin etkili okullar adına etkili okul liderliğini üstelenmelerinde sorun ve davranışların yönetimindeki becerisinin kendilerine ve topluma ne kazandırdığını bize belirtir misiniz lütfen?

Ali Ünal: Liderliği üstlenen bir öğretmen, öncelikle kendi kendisinin lideridir. Kendisinin lideri olarak sürekli öğrenci kalıp, kendini geliştirebilir. Sonrasında öğrencilerinin lideri olarak onların hedef belirlemelerine ve hedefe ulaşmak için çaba harcamalarına katkı sağlayabilir. Kendi öğrencilerinin ebeveynlerinin lideri olarak, ebeveynlerin öncelikle kendi çocuklarının eğitimi olmak üzere bütün okuldaki çocukların eğitimine katkı sağlayabilir. Okuldaki öğretmenlerin lideri olarak onların birbirlerinin mesleki gelişimlerini desteklemesini, motivasyonlarının artmasını, işbirliği yaparak okuldaki çalışmaların daha etkili olmasını sağlayabilir. Hatta sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yaparak, hem çalıştığı okul ve öğrencilerinin hem de diğer okul ve öğrencilerinin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayabilir. Geçmişte kendilerinden beklenen bu rollerini yerine getiren, başaran bir çok öğretmenimiz var. Öğretmenler bu gün de başarabilirler, başarabiliriz. Yeter ki öğrenmeye, başarı hayalleri kurmaya devam edelim.  

Nazmiye Hazar: Hocam! Çok teşekkür ediyorum. Bu bilgilerinizin eminim mesleğin içinde kafasında soru olan ya da soru olmamış fakat sorunun içinde boğulan öğretmenlerimize oldukça faydalı bilgilerle ışık olduğunu düşünüyorum. Verdiğiniz bilgilerin bilime, ilme, insana, insanlığa fayda sağladığını düşünerek;  ellerinizden öpüyorum.

 

 

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları