Barış Parkan
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 28 Mart 2022 21:19 - Okunma sayısı: 1.280
Kadın ve Emek 1
“Bu nakışlı çorap bir türkü gibidir. Bir türkü sıcaklığında örülmüştür. Sarısı, kırmızısı, yeşili, mavisi, turuncusu, türlü rengi karışıp uyuşmuş, bir sıcaklık bir yumuşaklık meydana getirmiştir. Aşk gibi, şefkat gibi bir şey oluşmuştur. Bu çorap aşktır. Öyle bir gelenekten gelir. Memed’in eli dokununca titremesi, ışığa çıkınca irkilmesi boşuna değildir.” (Kemal, s. 64)
Yaşar Kemal’in İnce Memed romanında özel bir yer tutan ve tekrar eden bir motiftir bu nakışlı çoraplar... Hatçe, Memed için böyle çoraplar dokur; onun için mendiller işler, türküler yakar. “Aşkını, hasretini, kıskançlığını renk renk nakışlara, ses ses türkülere dökmüştü” diye anlatır Yaşar Kemal. “Bu türküler hala Toroslarda söylenir. Çorapları gören ürperirdi.” (s.85)
Çoraplardan kilimlere, türkülerden ninnilere, anneliğe, beslemeye, bakım vermeye ve eğitime, kültürel yaşamımızın dokusuna işlemiş birçok ince dokunuş adı sanı bilinmeyen kadınların yaratıcı emeklerinin ürünüdür aslında. Bu yaratıcılık kimi zaman toplumsal hayatta susturulan ya da sesi kısılan kadının kendini ifade edebilmek için almaşık geçitler ve dehlizler üretme ihtiyacından beslenir; çoğu zaman kendilerinin ya da sevdiklerinin yaşamsal gereksinimlerini karşılayabilmek için mücadele ederken, (kamusal alanın dışında tutuldukları ölçüde) daha dar yaşam alanlarında, (üretim araçlarına sahip olma ve yönetme hakları ve yetkileri sınırlandırıldığı ölçüde) daha kısıtlı kaynaklarla üretim yapmak zorunda kalışlarından.
Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde sundukları tarihsel anlatının anahattına yön veren toplumsal işbölümünün doğuşu ve gelişiminin gezingesinde, kadının payına düşen emek, fiziksel ve zihinsel emek ayrımının tek bir tarafına düşmez. Kadın emeği fiziksel ve zihinsel emek ayrımını öncelediği, bu anlamda tarihöncesine ilişkin olduğu gibi, ancak günümüz kapitalizmini anlama çabaları içinde oluşturulmaya başlanmış olan “maddi olmayan emek”, “maddi olmasa da bedensel olan emek”, ya da keskin bir beden ve zihin ikiliği içinde anlaşılamayacak olan “duygusal emek” gibi kavramsallaştırmalar içinde boy gösterecek ve bu tip olguların paradigmatik örneklerini teşkil edecek kadar da günceldir.
Aslında “emek” kavramı ile, daha sonra Virginia Held, Alison Jaggar gibi düşünürlerin “ilgi etiği” adı altında anlatmak istedikleri “özen, önemseme, bakım verme” kavramı arasında çok yakın bir ilişki vardır. İngilizce “ethics of care” olarak bilinen bu etik kurama adını veren “care” kelimesinin etimolojisine bakarsak, emek ve sevgi kavramları arasındaki ilişkiyi ve her ikisinin de (tarihsel, kavramsal ve kültürel olarak) kadınlarla nasıl yakından ilişkili olduğunu daha iyi görebiliriz. Merriam-Webster, etymonline gibi etimoloji sözlüklerine göre, care kelimesi eski İngilizce’de “üzüntü, kaygı, keder” anlamına gelen caru kelimesinden gelmektedir; caru aynı zamanda “ciddi zihinsel dikkat verme” anlamına gelir. (Yukarıda kadın emeğinin zihinsel/bedensel emek ayrımının her hangi bir tarafına düşmeyeceğini belirttiğimde, geleneksel olarak kadınların yaptığı annelik, bebek bakımı, yemek yapmak gibi işlerin, asla sadece kol gücüne ya da vasıfsız emeğe indirgenemeyeceğini, ama bedenden, bedensel olandan ve daha önemlisi duygulardan uzun süreli kopup ayrılmaları olanaklı kılan ya da gerektiren soyutlamalara da izin vermeyeceğini kastetmiştim ).
Care ilgili bir başka kavram, acedia (Latince) Hıristiyanlık’ta yedi ölümcül günahtan biri sayılan tembellik kavramının asıl adıdır. Joanne Ciulla’nın The Working Life adlı kitabında anlattığı gibi, acedia kelimesinin anlamı Protestan iş etiğiyle beraber özgün anlamından uzaklaşmış ve sapmıştır. Bugün acedia kelimesi ile “tembellik” anlaşılır; acedia’nın karşıtı olarak konan ‘çalışkanlık’ kelimesinden ise “üretkenlik, verimlilik” gibi erdemler anlaşılır. Oysa acedia kelimesi aslında “tembellik” değil, “umursamazlık, ihmal” anlamına gelir. Dolayısıyla acedia’nın tam karşıtı olan kavram da “verimlilik” anlamında ‘çalışkanlık’ değil, caritas’tır; yani bu yazıda ele alınan anlamıyla emek, sevgi, özen… Caritas aynı zamanda “birşeyin pahalı olması, bedel, değer” anlamlarına da gelir. Özet olarak, etimolojik ve tarihsel olarak, emek kavramı ile ilgi etiğinin vurguladığı care kavramı arasında sıkı bir bağ vardır.
Daha da ilginci hem care kavramının hem de emek kavramının acı ve sancı kavramlarıyla da bir bağı olmasıdır. Yine etimoloji sözlükleri bize Türkçe’de ‘emek’ kelimesinin “zahmet, eziyet, acı” dan geldiğini bildirir. İngilizce labour kelimesi de Latince’de “güçlük, acı çekme” kavramlarıyla ilişkilidir. Arendt’in İnsanlık Durumu’nda tespit ettiği gibi, ‘emek’ kelimesi Almanca’da ve Fransızca’da da acı ve sıkıntı ile ilişkilidir (travail, Arbeit). Ayrıca, İngilizce’de “to go in labour” doğum yapmak anlamına gelir. Buradan emek ve doğum kavramları arasında da bir sürü bağlantı açığa çıkarabiliriz. Feminist düşünür Eva Kitay “Kadın ve Metafor” başlıklı makalesinde, felsefenin ne olduğu sorusunun cevabının izini Sokratik “tinsel ebelik” kavramına kadar sürebileceğimizi söyler. Emek de, acı da, gerek Antik Yunan efsanelerinde olsun, gerek İncil’de anlatılan hikayede, Tanrı’nın ya da Tanrıların bize verdiği bir cezadır. Doğum sancısı, öncelikle kadına verilmiş bir cezadır; ama tinsel doğum sancısı, çalışmak, emek harcamak zorunda olmak ve ölümlülük, her iki cinsiyete de. Ve bu ceza aynı zamanda da bir yaratma, yaratıcı olma eylemini içerir ve bize kendimizi, kendi kimliğimizi bulma olanağını sunar.
Doktora tezimi Emeğin Ontolojisi üzerine yazmaya karar verdiğimde, emek harcamanın paradigmatik örnekleri olarak düşündüğüm süreçler ne fabrika işçisinin harcadığı mekanik saatlerdi, ne de Arendt’in düşündüğü gibi bir dünya inşa eden bir homo faber’in maddeyle formu birleştirmesi. Emek deyince benim aklıma gelen örnekler şunlardı: “Sevdiğiniz birine gerekli birşeyi acilen ulaştırmak için saatlerce soğukta yürümek” … “Bir düşünürün, uzun ve yoğun bir düşünce sürecinden sonra bir fikir bulması ve birden penceresinin önündeki ağacın bile farklı görünmeye başlaması”… “Bir doktorun, iyileştirdiği hastanın mutluluk gözyaşları dökerek muayenehanesinden çıkışını seyretmesi”… Seçtiğim örneklerde ortak noktanın, gerçekten emek harcadığımızda, etraftaki herşeyin katı ve dışsal görünümünü kaybederek yumuşadığını, akışkanlaştığını ve insanların birbirleriyle ya da nesnelerle arasındaki etkileşimin kolaylaştığını göstermeleri olmasını hedeflemiştim. Böylelikle, “dünyaya umut, özen ve ilgi ile yaklaştığımızda onun bize yol veriyor, kendini bize açıyor ve çabalarımıza yanıt veriyor gibi görünen bir şeklini betimlemek ve kendi dünyayı değiştirme, şekillendirme ve hayata değer katma yeteneğimizi hatırlatmayı”... Belki Halil Cibran’dan esinlenerek, şöyle yazmıştım: “Bu süreçlerde emek, çevremizin katı görünümünü kırarak, onun içinde değeri, ele gelmeyen birşey gibi görünen ama emek süreci boyunca bir iplik gibi sürecin aşamalarını birbirine bağlayan şeyi, somutlaştırır..”
Lübnan asıllı Amerikalı düşünür Halil Cibran’ın Ermiş adlı eserinde de emek ve sevgi arasında içkin bir bağın kuruluşuna rastlarız: “Emek veren insan, saatlerin fısıltısını musikiye çeviren bir kaval gibidir” der Cibran. (çev. Emrah Serdan, s.33) “Peki ne demektir aşkla emek vermek? Kendi kalbinizden çekilmiş ipliklerle bir kumaş dokumaktır, o kumaşı sevdiğiniz giyecekmiş gibi.” (s. 34) Cibran’ın annesi kapıdan kapıya dolaşarak dantel ve kumaş satan bir terziydi.
Günümüz kapitalizminde, emeğin feminizasyonu kilit bir kavramdır, ne anlama geldiği, hangi kapıyı açmasının beklendiği tam olarak belli olmasa da. Bu kavramı İngiliz ekonomist Guy Standing 1989 ve 1999 yıllarında yazdığı “Esnek Emek Yoluyla Küresel Feminizasyon” ve “Esnek Emek Yoluyla Küresel Feminizasyon: Tekrar Ziyaret Edilen Bir Tema” başlıklı makalelerinde tartışır. Standing, feminizasyon kelimesinin iki şekilde anlaşılabileceğini, kelimenin kullanımının bilinçli olarak, iki anlama da çekilebilecek şekilde muğlak bırakıldığını söyler. İlk anlamda, kadınların ücretli emek piyasalarına entegre edilmeleri ve bu şekilde erkeklerle eşit konuma gelmeleri için verilen mücadelelerin bir sonucu olarak emeğin feminizasyonu (1) daha çok sayıda kadının ücretli emek gücüne katılması anlamına gelebilirdi. Ancak ironik bir şekilde, kadın emeği ile erkek emeği arasında hedeflenen eşitlik, daha ziyade ücretli emeğin şekil değiştirmesi ve ücretli erkek emekçilerin yaptıkları işlerin daha çok kadın emeğine dönüşmesi veya benzemesi yoluyla gerçekleşti. Bu ikinci anlamıyla emeğin feminizasyonu, (2) mevcut iş olanaklarının gittikçe daha çok geleneksel olarak kadınlarla ilişkilendirilmiş olan çalışma etkinliklerine ait özelliklerle karakterize oluşuna işaret eder. Kapitalist ekonomide hizmet sektörünün öneminin artışının yanı sıra, belirli bir sektörde bir işin feminize olması, daha esnek, güvencesiz, kısmi zamanlı, düşük ücretli olması gibi anlamlara gelebilir. Buna karşılık “erkek emeği”, daha düzenli, kalıcı, örgütlü ve daha yüksek ücretlidir. (Standing toplumsal işbölümünde ve emek piyasasındaki bu tür cinsiyet temelli veya cinsiyetle ilişkili eşitsizliklerin nesnel ve özsel farklılıklara atfedilemeyeceğini, ayrımcılığın sonucu ortaya çıktıklarını da belirtmeyi ihmal etmez.) Emeğin feminizasyonu ifadesinin ikinci anlamı kendi içinde de iki yönlüdür: (a) belirli bir iş türünün feminize oluşuna (evden, kısmi zamanli, vb. yapılması) ya da (b) erkeklerin gittikçe daha çok kendilerini feminen addedilen işlerde (örneğin; hemşirelik, hosteslik, öğretmenlik) çalışırken bulmalarına işaret edebilir.
Bu anlamda emeğin feminizasyonu, kapitalizmin, geliştikçe ve bu gelişmenin yolu tıkandıkça, dönüp dolaşıp üstünde yükseldiği, ancak ötelediği ve dışsallaştırdığı mahrem ve zorunlu unsura, Zizek’in Gıdıklanan Özne’de kullandığı ifade ile “dış-mahrem”e tekrar ve yeniden başvuruyor oluşunu ifade eder.
Bu dönüşümde bir yandan, feminist düşünür Maria Mies’in de belirttiği gibi, kadınların “ev kadını”, erkeklerin “ekmek kazanan” olarak tanımlandığı, kadın emeğinin, modern endüstriyel üretimin arka planına itilmesini ve “ev kadınları”nın yaptığı üretimin toplumsal üretime ve sermaye birkimine yaptığı katkının görmezden gelinmesini sağlayan, cinsiyet temelli bir sınıflandırmanın ortadan kalkmaya başlamasını sağladığı ölçüde, olumlu bir yön görülebilir. Öte yandan post-endüstriyel kapitalizmin geldiği aşamada kadın emeğine yönelen yoğun ilgi, sürekli sömürecek yeni pazarlar ve kaynaklar arayan kapitalizmin eski ve derin bir obsesyonunu da açık etmektedir: Sevgiyle motive olduğu, özveriyle ürettiği düşünülen kadın emeği, mekanik endüstriyel üretime karşı, kapitalistlerin yüz yıldır fabrikalarda, işyerlerinde insan kaynaklarını, psikologlarını seferber ederek, gücü elden bırakmadan emekçiden soğurabileceklerini umdukları maksimum emeği soğurabilmek için sırrını çözmeyi umdukları yabancılaşmamış emeği simgeleyerek iştah kabartmaktadır.
Emeğin feminizasyonunun, geleneksel olarak kadınlara atfedilen ve artık kapitalizmle beraber miadı dolmakta olan rekabetçi ve eril toplumlarda zayıflık olarak görülen, önemseme, dinleme, ilgilenme ve bakım verme gibi özelliklerin daha çok değerleneceği bir toplum kurgusunun temellerini oluşturacağı düşünülürse de ,bu gelişme olumlu bir dönüşüm ya da bir fırsat olarak ele alınabilir. Noddings, Ruddick gibi düşünürler bu yaklaşımı ifade ettikleri çalışmalar yapmıştır.
Elbette bu bakış açılarının kapsamlı bir değerlendirmesi daha ayrıntılı açıklamaların yanı sıra, bu bakış açısına getirilecek itirazlara da yer vermelidir. Bu tartışmaları burada “Kadın ve Emek” başlığı altında yayınlamaya devam etmeyi planladığımız bir yazı serisinde ele almaya devam edeceğim.
Barış Parkan
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52