
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU ile “Yönetimin PUK Kodu” kitabı üzerine Röportaj
Röportajı Yapan: Hasan GÜNEŞ
Hasan GÜNEŞ: Okullarımızda örgütsel feodalizminhüküm sürdüğünü söyleyebilir misiniz?
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Örgütler kırsal alan kültürünün baskın, katı hiyerarşinin yoğun olduğu bir yapıya sahipse, bu örgütlerde örgütsel feodalizmin görülme sıklığı artar. Eskiden üniversitelerde asistanların, hocalarının çantasını taşıması, özel işlerini yapması, feodal bir kültürün, üniversite yaşamına yansımasından başka bir şey değildi. Askerde tertipçilik, topçu ya da karacı olmak da, aslında feodal bir zihniyetin tezahürünü ifade eder. Örgütlerde feodal kültür baskın hâle geldikçe, aynı siyasi görüş, aynı etnik kimlik, aynı din, aynı mezhep, örgüte seçilmede, örgütte yükselmede, ödül ve ceza almada etkili rol oynar. Bireyler örgütlere kırsal alan kültürlerini taşımış, feodal değerleri metropolün, kamu kuruluşunun yaşam biçimi hâline dönüştürmüşlerdir. Bu örgütte yeterlik ve liyakatten ziyade kimlik ön plana çıkar. Bu kimliğin etki alanına atfedilmiş ve kazanılmış değerlerle kıyaslandığında; atfedilmiş olanlar yükselen değer, kazanılmış olanlar ise reddedilen, yok sayılan değerler şeklinde tezahür eder. Feodal kültürün baskın olduğu örgütlerde kommensalizm görünmeye başlar. Kommensalizm sürecinde örgütte bir adet köpek balığı ve onun etrafında, onun parçaladıklarından beslenen küçük balıklar oluşur. Köpek balığı avını parçalar, küçük balıklarda düşen parçalardan nemalanır. Feodal kültürün şeyhi genellikle köpek balığıdır. Köpek balığının etrafındakiler de müritleridir. Modern bir örgüt, kırsal alan kültürüne göre yapılanmış, modern örgüt yapılanması içerisinde kırsal alan kültürü baskın hâle gelmiştir. Kimin doçent olacağına, kime kadro çıkacağına, kimin genel müdür olacağına, örgütten kimin kovulacağına bu yapılanma karar verir. Bu özelliklere bakıldığında yeni feodal yapı sendikalar, dernekler, sivil toplum örgütleri içindeki yapılanmalardır. Bu bağlamda tamamen olmasa da, kısmen feodal örgütlenmeden söz etmek mümkündür.
Hasan GÜNEŞ: Üniversitelerimizin yönetim kademelerindeörgütsel feodalizminvarlığını iddia edebilir miyiz?
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Merkezi üniversitelerde, özellikle yayın ve araştırma alanlarında ün yapmış, saygın akademisyenlerin bulunduğu üniversitelerde, örgütsel feodalizm çok fazla yaşam alanı bulamaz. Ancak, üniversitenin kuruluş aşamasında takas kuramını çalıştıran, ilk örgütlenme ve kadrolaşma sürecinde etkili olan etnik, dini, siyasi yapılanmalar gözden ırak üniversitelerde örgütsel feodalizmi zirveye çıkarabilir. Ancak bu konuda detaylı bilimsel çalışmalara gerek vardır. Elimizde detaylı veri olmadan iddiada bulunmak istemem. Sadece gözlemlerime dayalı olarak örgütsel feodalizmin her zaman varlığını ortaya koymaya çalışacağı kanaatindeyim.
Hasan GÜNEŞ: Diğer kitaplarınızı da okuyup yakinenbilen birisi olarak şunu söyleyebilir miyiz: Hem Atatürkçü düşünce hem de İslam ahlâkına sahip olarak doğruları söylemekten çekinmeyecek kadar düşünceleriniz net mi?
Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU: Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, çocukluk ve gençlik yıllarımın geçtiği muhit, muhafazakârdı. Çok erken yaşlardan itibaren din eğitimi aldım. Hatta İmam Hatip Lisesi’nin orta kısmına gittim. Daha sonra da Endüstri Meslek Lisesi, motor bölümünden mezun oldum. Ancak bu iki mesleği yapmadım. Hayat beni daha başka alanlara yönlendirdi. Benim din eğitimi aldığım, etkileşim içinde bulunduğum sosyal çevre, inanma, din gibi kavramlar “Güzel Ahlâk” ile açıklanır, peygamberin “Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim.” Hadisi temel ilke olarak benimsenirdi. Dinin siyasal boyutu konuşulmazdı. O dönemde insanlar oruç tutar, namaz kılar ve dini yaşamaya çalışırdı. Din ya da ideoloji için saldırgan tutumlar sergilemezlerdi. Yetiştiğim bu sosyal çevre, ülkeyi düşmandan kurtaran, cumhuriyeti kuran, Türk milletini çağdaş milletler seviyesine çıkarmak için inkılaplar yapan Atatürk’e hayranlık duyar, çocuklarına da ön koşulsuz Atatürk sevgisi aşılamaya çalışırlardı. Amerikalı tarihçinin dediği gibi: Mustafa Kemal, 9 Eylül 1922’de sadece düşmanı denize dökmedi, Türk milletinin şerefini kurtardı. Eğer Türkler yenilseydi, Çingene ve Yahudiler gibi dünyanın dört bir yanına sürgün edilecekler, onursuz, vatansız ve kimliksiz yaşamak zorunda kalacaklardı. O dönemin yetişkinleri, her gün cami minarelerinden okunan ezanı bir özgürlük olarak görürler ve bunu sağlayan Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına minnet duyarlardı. Bu ortamda yetişmem kişiliğim üzerinde çatışan değil, uzlaşan değerleri ortaya çıkardı. Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlâk ve fazileti, cumhuriyet, Atatürk ve demokrasiye olan bağlılığın temellerini oluşturdu, diyebilirim. Doğruluğu söylemeye gelince, bilim adamının tarihi sorumluluğu doğruları açıkça söylemektir. Bilim adamı tuzdur. Deri kokmasın diye tuzlanır. Tuz kokarsa ne yapacaksınız?