KARAKTER EĞİTİMİ TARİHSEL GELİŞİM 2

Eğitim Bilimleri - Prof. Dr. M. Ertuğrul Uçar

KARAKTER EĞİTİMİ TARİHSEL GELİŞİM 2

Psikolojik olarak karakter eğitimini ele alındığında, eğitim psikolojisi yani karakter özelliklerinin nasıl edinilip değiştirileceği bir kenara bırakılırsa, güdülenme, kişilik, öğrenme, gelişim psikolojisi ve sosyal biliş ile yakın ilişkili olduğu görülmektedir.

20 yüzyılın başında geçen yazımızda belirttiğimiz gibi ABD’de okullarda karakter eğitimi uygulamaları kendiliğinden yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı. Avrupa’da benzer bir durum söz konusu idi ve karakter eğitimi uygulamalarının yerini yurttaşlık bilgisi dersi almaya başlamıştı. Ahlak gelişimini incelemesine karşın Dewey’de benzer bir çizgi izlemekteydi.

20 yüzyılın başında Psikoloji bilimde Kişilik üzerine araştırmalarda belirgin olan iki temel çizgi oluşmuştur. Avrupa’da Freud oldukça kapsamlı ayrıntılı bir kişilik kuramı oluşturup bu alanda büyük bir geleneğe yol açmıştır. Freud Kişiliği incelerken Gelişim psikolojisi ile kişilik psikolojisini birleştirmiş ve bebeklikten itibaren Kişiliğin aşama aşama nasıl geliştiğini incelemiştir. Psikolojinin temel sorunu olan: kalıtım mı çevre mi etkili; kalıtım ve çevre ne kadar etkili? sorununu, incelemesinde ele alınmış ikisinin karmaşık birleşimi sonucu kişiliğin oluştuğunu öne sürmüştür. Doğuştan gelen temel dürtüler(ıd: cinsellik, saldırganlık, vücudun temel ihtiyaçları) içinde bulunan çevre koşulları ile etkileşime girip diğer kişilik boyutları problem çözme(ego), ahlaki ve sosyal özellikler(superego) oluşturmakta, bu boyutların karmaşık birleşimi sonucu kişilik ortaya çıkmaktadır. Kişilik ve patolojik psikoloji arasında bağlantı kurmuş ruh sağlığı bozuklukları ve kişilik ve gelişim süreçlerini ayrılmaz bir bütün olduğunu öne sürmüştür.

Freud ve Psikanalitik yaklaşıma göre: değerler, ahlak, toplumun yaşam tarzının süper ego olarak içselleştirilmesi kişiliğin temel mekanizmalarından biri olarak açıklamaktadır. Psikanalitik bakış açısında karakter süper ego ya karşılık gelmektedir. Freud’a göre super ego oluşumunu fallik evrede 3-6 yaşlar arasında tamamlar. Bu dönemde erkek çocuk babası ile kız çocuk annesi ile özdeşleşmektedir. Anne ve baba ile özdeşleşmek, anne ve baba toplumun parçası olduğu için süper ego ile özdeşleşmektedir. Bu özdeşleşme sırasında toplumun yaşam tarzı içselleştirilir. Freud Id ego ve süper ego dan oluşan kişilik mekanizmaların denge ve dengesizlik durumlarının davranış ve uyum sorunlarına nasıl yol açtığı ve bu sorunları nasıl etkilediği üzerinde odaklanmıştır. Ancak bu yaklaşıma göre de karakter kişiliğin sosyal ve ahlaki boyutunu oluşturmaktadır ve bir defa oluştuğu zaman kolay kolay değişmemektedir. Psikanalik bakış açısı yaşa bağlı gelişim süreci ve karakterin oluşumu ilişkisi vurgulamaktadır. Bu bakımdan karakter gelişim sürecinin ürünlerinden birisidir.

Ancak Freud karakter kavramını kullanmamakta super ego kavramını kullanmaktadır. Psikoloji bilimi içinde Kişiliğe ilişkin hala en kapsamlı ve büyük ağırlığı olan bu yaklaşım ve oluşturduğu psikanalitik gelenekte, daha önceleri kişilikle özdeş olarak kullanılan karakter kavramı geri plana itilmiştir.

ABD ‘de kişiliğe ilişkin ikinci büyük gelenek Galton çizgisini devam ettiren Allport’un özçizgi(trait) geleneğidir. Darwin’in kuzeni olan Galton ilk kapsamlı zeka incelemesi araştırmasını yapmış, istatistik ile ilgili pek çok yapının temeli ortaya çıkarmıştır. Galton Kişilik üzerine de ilk kapsamlı araştırmaları başlatıp, kişilik incelemesinde büyük bir geleneğin oluşmasına yol açmıştır. İkiz ve ikiz olmayan bebekleri ayrıntılı bir şekilde gözlemleyip, ikizlerin uyarıcılara tepki vermeleri, sakinleşme süreleri uyarıldıktan sonra ne kadar uyarılmış olarak kaldıklarını ayrıntılı bir biçimde ölçmüştür. Tek yumurta ikizlerinin uyarılmışlık ve sakinleşme sürelerinin benzer olduğunu bulmuştur. Bu bulgulardan hareketle kişiliğin kalıtımsal özelliklerden oluştuğunu ifade etmiştir. Daha sonra Galton sözlükleri inceleyip diller ve kültürler faklı olsa da “mutluluk, sinirlilik, sakin olmak, evhamlı olmak vb. “ ifadelerin İngilizcede de Fransızcada da Almancada da vb var olduğuna dikkat çekmiş; buradan hareketle kişiliğe ilişkin karakteristik özelliklerin bu incelemeden çıkacağını ifade etmiştir. Bu kişiliğe ilişkin karakteristik özellikler özçizgi yada trait yaklaşımıdır. Sinirli, sakin, titiz, heyecanlı, mutlu vb özelliklerin yani özçizgilerin tüm dillerde ifade edilmeleri evrensel olduklarını göstermektedir, evrenseldiler çünkü doğuştan kalıtımla gelen özelliklerdir (Schultz ve Schultz, 2001).

Galton’un bu yaklaşımı yani sözlüklerden hareketle kişiliğin öz çizgilerini çıkarıp inceleme çalışması daha sonra devam etmiş sözlükler incelenip 4500 den fazla özçizği çıkarılmıştır. Daha sonra bunlar istatiksel analizler ile gruplandırılıp önce 16 daha sonra 5 grup altında toplanmıştır. Günümüzde çok kullanılan 5 faktörlü kişilik kuramı bu çerçevede oluşturulmuştur. ABD’de Cattell ile bu gruplama çalışmalarını yapanlardan biri de Allport’tur. Alport, Kişilik İncelemelerinde ele alınması gereken temel yapıların öz-çizğiler olduğunu ancak bunların gözlem ile araştırılabileceğini savunmuştur. Ona göre Bilimsel olarak araştırma konusu “kişilik” tir bununlar özdeş olarak kullanılan kavramlar bilimsel olarak araştırılamazlar(Allport,1927). Allport: ‘bilimsel olarak incelenen ve değerlendirilen kişilik, kişiliği ahlaki olarak değerli kılan veya değersizleştiren karakter’ tespitini yapmıştır(Allport, 1937). Bu tespitten hareketle karakter: ahlaki olarak değerlendirilebilen ve kişilere ahlaki değer sağladığı düşünülen kişilik özelliklerinin alt kümesini ifade etmektedir. Alport her ne kadar böyle bir ifade kullanıp karakteri kişiliğin ahlaki boyutu olarak ele alsa da, araştırma konusunun kişilik, kişiliği araştırmanında özçizgiler olduğunu ısrarla vurgulamaktadır(Alport,1927). Napolyon’un kaybettiği savaşa atıfla kişilik yerine ve kişilik özellikleri olarak karakter erdem vb ifadeleri kullanıp bunları araştırma konusunun yapmanın, bilimsel olarak Waterlo savaşına girmek olduğunu ifade eder. Allport’la beraber Karakter kavramının bilimsel olamayan bir kavram ve yapı olarak geri plana itildiği ve Kişilik kavramının öne çıktığı görülmektedir.

ABD’de yüzyılın başında Thorndike ile beraber başlayan diğer büyük gelenek davranışçılık bu konulara tamamen farklı bir bakışla karşı çıkacaktır. Davranışçılığa göre tüm davranışlar içinde bulunulan çevredeki uyarıcılara karşı verilen tepkilerden ibarettir. Bilimsel olarak incelenebilecek olan yani deney ve gözlem ile araştırılabilecek olan da budur. Uyarıcılara verilen tepkiler tekrarlanınca alışkanlık haline gelmektedir. Doğuştan refleksler dışında hiçbir şey gelmemekte her şey çevreden öğrenilmektedir. Tamamen gözlenebilen yapılar üzerinde odaklanmak, bu yaklaşım için o kadar önemlidir ki aşırı genel soyut ifadeler bilim dışı olarak görülürler. Bunun en tipik örneğini Skiner’in: “Kişilik, insan davranışlarını açıklamak için gerekli bir kavram değildir” ifadesinde görürüz(Schultz ve Schultz, 2001). Bu yaklaşım için: karakter, etik, erdem, normlar, ideal davranışlar gibi yapılar gözlemlenemeyen çok genel, aşırı soyut dolayısı ile bilim dışı yapılardır. Kendisini politik kuramcı olarak tanımlayan filozof Hannah Arendt: “Davranışçılığın sorunu yanlış olması değil, doğru olması. Çevre koşullarını düzenleyip uyarıcıyı verirsen tepkiyi alırsın tabi. Ancak insanın düzgün bir biçimde yaşayabilmesi için yol gösterici ilke ve değerlere ihtiyacı vardır”(Arendt,2011) değerlendirmesini yapmıştır.

Psikoloji biliminde, bu yaklaşımların etkisi ile karakter ve karakter ile ilgili kavramların kullanılmamaya başlandığını uzun bir süre geri plana itildiğini görmekteyiz. Öte yandan ABD’de okullarda da benzer bir süreç işlemektedir. 1920'lerin ortalarında, Sosyal ve Dini Araştırmalar Enstitüsü, okulların karakter oluşumu üzerindeki etkisini değerlendirmek için Hugh Hartschorne ve Mark A. May tarafından yürütülen kapsamlı bir çalışma başlatmıştır. Araştırma sonucunda Üç ciltlik, 1.700 sayfalık "Karakter Eğitimi Araştırması" adlı raporları, iyi öğrenci davranışı ile resmi bir karakter eğitimi yaklaşımının uygulanması arasındaki ilişkinin zayıf olduğu sonucuna varmıştır. Bu araştırma, Amerikan kamu eğitimi ile geleneksel karakter eğitimi arasındaki ilişkide bir dönüm noktası olmuştur. Araştırma sonuçları yayıldıkça zaten okullarda başlayan, okulların tek bir değer dayatmasını karşı çıkma sürecini hızlandırmıştır(Greenawalt, 1996). Geçen yazımızda da belirttiğimiz gibi toplumda ve okullarda mantıksal pozitivizm, bireyselcilik, tüm değerlerin göreceli olduğu, hızla yoğunlaşan çoğulculuk ve artan sekülerleşme; karakter ve değerler eğitimine karşı tepki oluşturmaktaydı. Amerikan toplumunun hızla yoğunlaşan çoğulculuğu ve kamusal alanın giderek artan sekülerleşmesi, birçok okulu bir zamanlar sahip oldukları ahlak ve karakter eğitimcileri olarak merkezi rollerinden uzaklaştırmıştır. Birçok okul, öğrencilerine tek bir değerler kümesi dayatılmaması gerektiği fikrini kabul etmiştir ve bu kurumlar, tüm değerlerin eşit olduğu ve aralarında ayrım yapılamayacağı inancını dile getirmeye başlamıştır. ABD de Avrupa’da olduğu gibi Karakter eğitimi, aktif olarak engellenmezse de, bireysel öğretmenlerin takdirine bırakılmıştır(Greenawalt, 1996)..

Karakter ve Karakter eğitimi geri plana itilse de psikoloji içinde ahlak ve ahlak gelişimi incelenmeye başlanmıştır. Bu alandaki öncü çalışma Dewey’e aittir. Dewey’in ahlak gelişimi kuramı Freud ve psikanalizden farklı olarak bireyin düşünme ve düşünmesi sonucu ulaştığı kurallar olduğunu iddia etmiş ve ilk kez evreler halinde gelişimi dikkate almıştır. Dewey’e göre Ahlak gelişimi doğrudan bireyin aldığı eğitimle ilgilidir. Birey aldığı eğitimle kendi ahlak sistemini oluşturur. 3 farklı düzey bulunduğunu söyler.

Gelenek Öncesi Düzey: Bireyin davranışlarında bu dönemde, biyolojik ve sosyal (açlık, susuzluk, sevgi, kabul) dürtüler etkilidir.

Geleneksel Düzey: Bireyin içinde bulunduğu grubun değerleri önemlidir.

Özerk Düzey: Kendi aklıyla ve kararıyla hareket ettiği evredir.

Dewey’in kuramı çok yüzeysel ve daha çok kavram analizine dayalı olsa da ahlak üzerine yeni bir yaklaşım ortaya çıkarmaktadır. Ahlak Freud ve psikanalizde olduğu gibi duygularla değil düşünme süreçleri ile ilişkilidir. Bu durum ahlak ve bilişsel psikolojinin birleştirilmesi demektir. Kuramda yaş aralıkları deneyler ve gözlemler ile net bir şekilde ortaya konmasa da düşünme süreçleri ve ahlaki düşünme süreçleri zaman içinde gelişip değişmektedir ki bu da ahlak ve gelişim psikolojisi arasında bağlantı kurulmasıdır. Ayrıca bu yaklaşım da ahlak söz konusu olduğunda “değer”lerin incelenmesi gerektiği ortaya çıkmaktır. Bireylerin ve toplumların yaşamlarına yol gösteren bu değerler de, toplumdan topluma farklılaşan değerler değil evrensel değerlerdir. Dewey’in yaklaşımındaki bu yeni bakış açıları Piaget ve Kolhberg’i etkilemiştir. Kohlberg, Dewey’in eğitimle ilgili görüşlerinden yola çıkarak onun “kayda alınmaya değer tek modern düşünür” olduğunu ifade eder ve kendi eğitimsel çabalarını da “Dewey’in görüşlerini yeniden inşa eden” olarak karakterize eder (Çinemre, 2013). Bunun yanında Kohlberg, kendisine kadar Dewey’in görüşlerine Amerika’da yeterince ilgi gösterilmediğini de belirtir:

“…Dewey, eğitimin, ahlaki muhakeme basamaklarının gelişimini sağlaması gerektiğini belirtmiştir. Ancak buna rağmen Amerikan eğitim psikolojisi, 70 yıl boyunca Dewey’in bu görüşünü önemsememiş, bunun yerine Edward Lee Thorndike’ın yaklaşımını benimsemiştir. Bu yaklaşıma göre ise ahlak eğitimi, kültürel olarak kabul edilen değerlerin ve davranışların aktarımını hedeflemelidir. Thorndike’ın bu yaklaşımına alternatif olan Dewey geleneği, önce Piaget ile İsviçre’de zenginleşmiş ve daha sonra Amerika’ya gelmiştir. Nihayet son 10 yıldır Dewey’in bilişsel gelişimsel geleneğini Amerika’da ben yeniden devam ettiriyorum…”(akt.,Çinemre, 2013).

Ahlak gelişimi konusundaki en kapsamlı çalışma, Piaget'ye aittir ve Piaget, ahlak gelişimi kuramını yapılandırırken çocukta kural düşüncesinin zaman içerisinde aşama aşama nasıl geliştiğini incelemiştir. Kolhberg ise Piaget’in bu kuramını geliştirmiştir. Buna göre Piaget ve Kolhberg’in ahlak hakkındaki yaklaşımlarının ortak genel çabası “bire bir günlük yaşamımızdaki ahlaki davranışı değil, ahlaki yargıyı” açıklamaktır. “Dedikodu yapmak kötüdür düşüncesine nereden ulaşıyoruz, yardımlaşmak iyidir ya da iftira atmak kötüdür yargısına nasıl ulaşıyoruz?” Her iki kuramcı da temel olarak “Bireyi bu düşünce ve yargılara götüren nedir?” sorusuna cevap aramış, ahlaki düşünce ya da yargıyı açıkladıkları için de ahlak, Piaget ve Kolhberg için bilişsel gelişimin bir parçası olarak görülmüştür. Süreçte yapılan araştırmalar ise bireylerin yargılarının genellikle davranışlarına yansıdığını göstermiştir. Piaget’in Ahlak gelişim kuramına göre Ahlak gelişiminde temel olarak iki evre bulunmaktadır:

Dışa bağlı dönem / Otoriteye bağımlı ahlak / Ahlaki gerçekçilik (6-10 yaş): Bu yaş aralığındaki çocuklar, bir davranışın ahlaki olup olmadığını değerlendirirken somut sonuca bakma eğilimi gösterirler. Onlara göre davranışın sonucundaki zarar ne kadar büyükse davranış bir o kadar daha fazla ahlaksız; zarar küçükse davranış daha ahlaklıdır. (Piaget,1965).

Bu evrenin temel özelliği, çocuğun ahlak kurallarına cezadan kaçmak için uymasıdır. Kural ihlal edildiği zaman, ceza alınacaktır. Cezadan kaçmak için ahlak kurallarına uymak, beraberinde otoriteye bağımlılığı getirir. Çünkü cezayı, otorite vermektedir. Çocuk, kurallara uyar aksi halde çocuğun bakış açısıyla anne-baba ya da öğretmen çocuğa bağıracak ya da başka bir ceza verecektir. Bu durum, çocuğun cezadan kaçmak için ahlak kurallarına uyması durumunu dolayısıyla da ortamda yetişkin bulunmadığı ya da ceza verecek bir otorite olmadığı zaman çocuğun kuralları ihlal etmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu bağlamda çocuk, ortamda ceza verecek bir yetişkin yoksa kardeşine vurabilmekte ya da çalma, herhangi bir şeyi kırma gibi zarar verici davranışlarda bulunabilmektedir (Piaget,1965).

Otoriteye bağımlı olmanın bir diğer temel sonucu, otoritenin istediğinin olmasıdır. “Otorite, istediği cezayı veya ödülü verir”. Bundan dolayı ilköğretimdeki çocuklar, okulda öğretmenin aynı suça farklı cezalar vermesini yadırgamazlar. Örneğin bir öğrenci arkadaşının saçını çekince öğretmen o öğrenciye bağırır, farklı bir öğrenci aynı davranışı yapınca öğretmen öğreniciye zayıf not verir ya da bir diğer çocuk aynı davranışı yapınca da öğretmen o öğrenciyi sınıftan dışarı atabilir. Çocuğun bakış açısıyla otorite istediği cezayı verebilir (Piaget,1965).

Özerk dönem / Bağımsız ahlak /Otonom-göreli ahlak (11 +): Ergenlikle beraber çocuğun kurallara bakışı ve kuralları değerlendirmesi değişmektedir. Bu yaş aralığındaki çocuklar, bir davranışın ahlaki olup olmadığını değerlendirirken somut sonuçtaki zararın büyük olup olmasına değil; davranışın amacı ya da niyetine odaklanmaktadırlar. Dolayısıyla bireyin niyeti (amacı) iyi ise davranış ahlaklı, bireyin niyeti iyi değil ise davranış da ahlaklı değildir (Piaget,1965).

Ahlaki davranış değerlendirilirken niyet dikkate alınınca, tüm ahlak kurallarını değiştirebilir. Bu duruma bağlı olarak artık kişi iyi bir amaç için yalan söyleyebilir Bu evredeki çocuğun ahlak kurallarına cezadan kaçmak için değil, herkesin yararına olduğu için uyduğu görülmektedir. Dolayısıyla çocuğa neden çalmamamız gerektiği sorulduğunda çocuğun soruyu, “Herkes çalarsa insanlar bir arada yaşayamaz.” şeklinde yanıtlaması kaçınılmazdır (Piaget,1965).

Bu evrenin en önemli özelliklerinden biri de çocuklarda adil dünya görüşünün başlamasıdır. Buna göre kurallar, herkesin yararına olmadır. Otorite artık istediği gibi davranamazken kural ihlali olduğu zaman niyete bakmalıdır. Davranışta niyet iyi ise ceza olmamalı ya da az ceza verilmeli, niyet kötü ise ceza fazla verilmelidir (Piaget,1965).

Kohlberg de aynı Piaget gibi bireylerin doğru ya da yanlış cevabı olmayan hikâyelere (ikilemler) verdikleri yanıtları çözümleyerek ahlaki gelişim düzeyleri ve evrelerini ortaya koymuş; bu bağlamda Piaget’nin ahlak gelişimi kuramını ayrıntılandırarak genişletmiştir. Piaget gibi Kant’ın ödev ahlakı ile Dewey’in görüşlerinden etkilenen Kohlberg’in kuramında da niyet merkezdedir. Bu sayıltıdan yola çıkılarak kuramda bir bireyin davranışı neden yapıyor ya da neden yapmıyor olmasına bakılmaktadır.

1) Gelenek öncesi düzey: Gelenek öncesi düzeyde yer alan kişi, ahlaki yargılarında bencildir ve yalnızca kendisini düşünerek hareket etmektedir (Kohlberg,1973).

  1. Ceza ve itaat: Birey, ceza alacağı için kurallara uyma eğilimindedir dolayısıyla otoriteye bağımlıdır. Bu bağımlılık, ortamda cezalandıracak otorite varsa bireyin kurallara uymasını sağlamakta aksi halde birey kurallara uymamaktadır. Bu örüntü düşünüldüğünde bu evredeki bireyin kurallara uyma nedeni de cezadan kaçmaktır. Örneğin birey ceza alacağı için trafik kurallarına uymakta, ceza yoksa tüm trafik kuralların ihlal etmektedir (Kohlberg,1973).
  2. Saf çıkar: Bu boyuttaki birey, uzun vadeli çıkarı için kısa vadeli bedel öder. Karşılıklı olan ilişkide amaç, somut olarak bireyin fayda elde etmesidir. Birey karşısındakini değil, kendini düşünme eğilimindedir. Bireyin kurallara uyma nedeni net şekilde kendi çıkarı olduğu için karşısındakini ancak kendi çıkarına uygun ise düşünmektedir (Kohlberg,1973).

2) Geleneksel düzey: Geleneksel düzeydeki birey, toplumun beklentileri ve düzenini dikkate almaktadır. Sözü edilen toplum ya da grup, bireyin içinde bulunduğu ya da kendini ait hissettiği küçük bir gruba karşılık gelir. Daha açık bir şekilde bu grup, kişinin yaşadığı küçük bir bölge, mahalle veya akrabaları olabilir (Kohlberg,1966).

  1. İyi çocuk: Bu boyuttaki birey için küçük grubun beklentilerini, hedeflerini ve çıkarlarını karşılamak önemlidir. Buna bağlı olarak birey, herkes öyle davrandığı için öyle davranmaktadır. Bireyin kurallara uyma nedeni ise gruba uyma, göze girme, gruba iyi görünme, grup tarafından kınanmama ve hakkında laf söylenmemesi gibi nedenlerdir. Dolayısıyla bu evredeki bireylerde küçük gruba iyi görünme isteği, torpil ve adam kayırmacılığa yol açmaktadır.
  2. Yasa ve düzen: Yasa ve düzen evresinde ahlak, hukuk, din gibi düzeni sağlayan kurumlarla özdeşleşme vardır. Amaç, grubu ve insanları değil, kurumları ve düzeni korumaktır. Buradaki bireyin bakış açısıyla bu kurumların olması, birey ve toplumun yaşayabilmesi için şarttır. Diğer bir ifadeyle bu kurumlar olmazsa ne birey ne de toplum yaşayabilmektedir. Bu evrede bireyin kurallara uyma nedeni ise dolayısıyla düzeni korumak, düzeni korumak için zorunluluk duygusu ile her şeyi yapmaktır. Bu bakış açısıyla düzeni korumak için bireyler rahatlıkla feda edilebilir ve evredeki bireyler tarafından mevcut düzenin korunması için cezaların artırılması sıkça talep edilir (Kohlberg,1966).

3) Gelenek ötesi düzey: Gelenek ötesi düzeyde ahlak kuralları üzerine düşünülüp kurallar bireyler tarafından eleştirilebilir. Düzeyde ilkeler ve bireysel haklar temel alınır. Geleneksel düzeyde ahlak kurallarının sorgulanıp değiştirilmesi durumu söz konusu olamaz; var olan kurallara kişi ya uyar ya da uymaz. Yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın kuralı herkesin yararına olduğu için bu düzeydeki kişi bunlara uyar, ancak baba çocuğunu hem sever hem döver kuralı herkesin yararına olmadığı için gelenek ötesi düzeydeki kişi bu kurala uymayıp kuralı değiştirebilir.

  1. Sosyal sözleşme: Sosyal sözleşme evresinin temel sayıltıları; herkesin yararını dikkate alarak kuralları değiştirmek, yeni kurallar ortaya koymak ve bireysel hakları gözetmektir. Bu evrede bireyin kurallara uyma nedeni ise kuralların herkesin yararını gözetmesine ilişkindir. Buradaki herkes kavramı, tüm insanlar hatta insanları aşıp tüm canlılara kadar genişler. Kurallar herkesin yararını sağlamıyorsa değiştirilip yeni kurallar oluşturulabilmektedir (Kohlberg,1973).
  2. Evrensel ahlak ilkeleri: Evrensel ilkeleri kabul etmek, her insan ve canlının saygıdeğer olduğunu kabul etmek ile örtüştürülebilir. Bu evredeki bireyin kurallara uyma nedeni de bireyin evrensel ilkeleri gözetmesi ile açıklanırken, tüm kurallar birey tarafından özgürlük, eşitlik, adalet gibi kavramlarla değerlendirilir (Kohlberg,1973).

Kohlberg, ahlaki davranışların bireysel güdüler, çıkar ve ödül beklentisi ile cezadan kaçmadan bağımsız bir ödev duygusu ile biçimlenmesi gerektiğini öngören Kant’ın ahlak felsefesinden etkilenmiştir. Kant’ın ahlak felsefesinde özgürlüğün gerçekleşmesi, insanın güdülerinden kurtulup bedensel etkenlerden kendini bağımsızlaştırarak pratik aklın buyruğu altına girmesi ile mümkündür. Davranışa yönlenirken yalnızca bu örüntüye sahip bir birey, içsel nedenler üreten iradesine özerklik kazandırabilir (Kant, 1995; Duran, 2017). Kant, iradeyi aklın yönlendirmesiyle ortaya çıkan davranışı, evrensel ahlaki yasaya uygun hareket etme olarak ele almıştır. Bu şekilde birey bağımsız ve özerk olup aklın koyduğu evrensel yasa ve ilkeler doğrultusunda davranıp ahlaklı olabilir (Kant, 1995).

Piaget ve Kohlberg’in çalışmalarında takip ettikleri temel varsayımlar, Kant’ın ahlak felsefesi ile paraleldir. Her iki kuramcı da kitaplarında Kant’a değinmektedir (Piaget, 1965, 2015; Kohlberg, 1958, 1973). Çünkü Piaget ve Kohlberg, çocukların ahlaki ikilemler karşısındaki akıl yürütmelerinden hareketle ahlaki olgunluk ya da gelişmişlik düzeyi şeklinde adlandırdıkları özerk düşünmeye ne derece ulaştıklarını anlamaya ve buradan bir yaklaşım ortaya çıkarmaya çalışmışlardır. Öte yandan Piaget ve Kohlberg de Kant gibi ahlaki yargı ile ahlaki davranışı ayrıştırmayarak birlikte düşünmeleri nedeniyle sonraki araştırmacılar tarafından ciddi şekilde eleştirilmişlerdir (Rosenzweig, 1980; McClelland, 1982; Cüceloğlu, 2009; Argyris, 1982; Akt: Çinemre, 2014).

Sonuç olarak Piaget ve Kohlberg çizgisini takip ederek ahlaki davranışta özellikle bilişsel süreçlere öncelik veren yaklaşımların; ahlaki gelişmişliği, bireyin ahlaki yargı yeteneklerini kullanarak üst düzey bir akıl yürütme ile evrensel düzeyde kabul görecek bir davranışı benimsemesi ve buna uygun davranış geliştirmesi olarak değerlendirdiği görülmektedir.

Piaget için düşüncenin gelişmesi için bireyin mevcut bilgileri ile yeni karşılaştığı durum arasında bir dengesizlik ya da çatışma/meydan okuma olması gerekir. Ancak var olan bilgiler ile yeni durum arasındaki dengesizlik çok aşırı yada çok düşük düzeyde olursa zihin yeni bilgi öğrenmez, -Piaget bu duruma uyum sağlama demektedir- bu nedenle orta düzeyde dengesizlik olması gerekmektedir. Bilgi aktarmak Piaget’e göre anlamsızdır zihin bu durumda dengesizlik yaşamayıp öğrenme için çaba sarf etmez. Dengesizlik oluşturmanın en önemli yolu bireyi yeni yaşantılar ile karşı karşıya getirmektir. Ahlak gelişimi sağlanmak isteniyorsa birey daha önceki deneyimlerinden farklı bir yaşantı, yaşaması gerekmektedir. Ahlak gelişimini incelerlerken kullandığı ikilemler –doğru ya da yanlış cevabı olmayan hikayeler- bunun tipik örneğidir. Örneğin bir ikilem şu şekildedir: “Karnı açıklığı için mutfağa yemek yemek üzere giren bir çocuk, kaza ile kapıya çarpıyor ve takımı parçalıyor. Bir diğer çocuk çikolata aşırmak için mutfağa giriyor, o da kaza ile kapıya çarpıyor ve bir bardak kırıyor. Hangi çocuk suçlu neden?” (Piaget,1965) Bu tür doğru ya da yanlış cevabı olmayan hikayeler ile karşılaşmak dengesizlik yaratıp aktif bir düşünme sürecine yol açmakta aynı zamanda zihinde var olan yapıların değiştirilmesi için bireyin harekete geçmesine yol açmaktadır. Bu nedenle ahlak eğitiminde bu tür ikilemler üzerinde tartışmalar yapılması en önemli eğitim aracı olarak daha sonra Kohlberg tarafından kullanılmıştır.

Piaget’e göre dengesizlik oluşturup yani deneyimler yaşatmanın bir diğer yolu bireyi şaşırtacak sürpriz sorular sormaktır. Ahlak gelişimini incelerken Piaget’in kullandığı basit ama dahice olan bilye oyundaki sorular bunun tipik örneğidir. Dört ile on üç yaş arasındaki çocuklara, çocukluğundan beri oynamayı unuttuğunu ve yeniden oynamak istediğini söyleyerek getirdiği bilyelerle nasıl oynaması gerektiğini sormuştur . Çocuğun kendi sözünün geçtiğini hissetmesini sağladığı oyunlar sırasında kurallar, kuralların adilliği, kökenleri ve bunun gibi şeyler hakkında soru sorması doğaldır. Çocukların ulaştıkları anlayış düzeyini keşfedebilmek için Piaget onlara “Kurallar değişebilir mi?”, “Kurallar hep bugünkü gibi miydi?”, “Kurallar nasıl ortaya çıktı?” gibi sorular sormuştur. Bir örnek şu şekildedir:

FAL, yaş 5. "Uzun zaman önce, insanlar Neuchatel kasabasını inşa etmeye başladıklarında da küçük çocuklar bilyelerle senin bana gösterdiğin gibi mi oynuyorlardı? -Evet. -"Hep böyle miydi?" -Evet. -"Kuralları nasıl öğrendin?" - Çok küçükken ağabeyim bana öğretti. Babam da ağabeyime öğretmişti. - "Peki baban nasıl öğrendi?" - Babam biliyordu işte. Ona

kimse öğretmedi. -"Nereden biliyordu?" -Ona kimse göstermedi, (s. 46)

Daha büyük yaşlarda oyun kurallarının göreceliği fark edilmeye başlanır:

ROSS, yaş 11. "Bilye oyununda neden kurallar var?" - Durmadan kavga etmemek için kurallar olmalı, o zaman düzgün oynayabilirsiniz. -"Bu kurallar nasıl ortaya cıktı?" - Bazı oğlanlar kendi aralarında anlaşıp kuralları koydular. -"Yeni bir kural icat edebilir misin?" -Belki.... [düşünür ve bir tane bulur] - "O şekilde oynanabilir mi?" -A b evet. -"Bu da diğerleri gibi adil bir kural mı?" - Arkadaşlar şansa bağlı olduğu için pek adil olmadığını söyleyebilirler. İyi bir kural olması için beceriye bağlı olmalıdır. -"Ama eğer herkes o şekilde oynarsa, o zaman adil bir kural olur mu olmaz mı?"-A b , evet, bütün diğer kurallara göre olduğu gibi bu kurala göre de oynayabilirsiniz.(akt. Johada, 2011)

Piaget’in ahlaki düşünce gelişimi araştırmak için kullandığı buradaki gibi sorular ahlaki değerlerin oluşturulması ve geliştirilmesinde de eğitim amaçlı kullanılabilir. Piaget’e göre dengesizlik oluşturmanın bir diğer yöntemi tartışma ortamları oluşturmaktır. Kendisi ile aynı ya da çok benzer gördüğü bir çocuğun, aynı konu hakkında farklı düşündüğünü görmek çocukta dengesizlik yaratmaktadır. Bir diğer teknik rol oynamanadır. Rol oynama durumlara çocuğun hem yeni bir deneyim yaşama ile çok benzer bir durum içinde olmadı hem de dengesizlik yaşaması vardır.

Piaget’in eğitim hakkındaki görüşleri Kolhberg tarafından ahlaki eğitim çalışmalarında kullanılmıştır. 1960’lardaki bu çizgiye baktığımızda yeni değerler oluşturmak ve bireylerin var olan değerlerini geliştirmek olduğu görülmektedir. Piaget-Kolhberg çizgisinde var olan “değerler eğitimi”dir. Kolhberg bağlama dayalı yani belli bir toplunun ahlaki özelliklerini öğretmeyi hedefleyen karakter eğitimine karşı çıkmaktadır. Ahlaki olarak onaylanan özellikler olan: Erdemlerin öğretilmesi “ahlaki görecelik sorununu” -yani ahlakın toplumdan topluma değişmesi- ortaya çıkarmaktadır. Piaget ve Kolhberg’in için bilişsel gelişim geleneği ve ahlak gelişimi etik göreceliliği ortadan kaldırmayı sağlayan psikolojik kaynaklar sağlamaktadır. Ahlaki yargılar ve ahlaki idealler son ahlak gelişim evresinde bütünleşmektedir. Son ahlak gelişim evresinde kendi çıkarları ve içinde bulunduğu grubun beklentilerinin üstüne çıkıp her yerde herkes için geçerli olan yargılarda bulunmaktadır. Ancak Piaget ve Kohlberg’in yaklaşımında “kişilik özellikleri”, “erdemler” ve “karakter” yer almamaktadır. Bunun nedeni birinci olarak: karakter kişilik özellikleri ve erdemler hakkında mantıklı olarak konuşmak mümkün değildir çünkü bunlar bilimsel olarak gözleme dayalı bir biçimde tam olarak doğrulanmış değildirler. İkinci olarak ve daha önemli nokta bu kavramlar kullanıldığında en çok istenenin ne olduğu, etik ve ahlaki görecelik nedeni ile tam olarak açık bir şekilde anlaşılmamaktadır. Kohlberg’e göre erdemler, kişilik özellikleri ve karakter kavramları kullanıldığında en çok neyin isteneceği ve nelerden kaçınılacağı ahlaki olarak her bir toplumda değişmektedir. Bir kişinin dürüst bir şekilde davranması yana buna ilişkin ifadeler kullanması diğer kişiler için ya da farklı bir toplumda inatçılık olarak görülebilir. Ahlaki ve toplumsal görecelilik, bu kavramların kullanılması ve karakter eğitiminin nasıl olacağı konusunda sorun ortaya çıkarmaktadır(Kohlberg,1975).

Karakter ve değer eğitimine ilişkin temel sorun “kimin değerlerinin” öğretileceği sorunudur. Bu sorun aynı zamanda karakter özelliklerinin ve değerlerin neler olduğu sorunudur. Ancak bu durum çoğu karakter eğitimcisi için çok büyük bir sorun değildir çünkü okullarda nesnel everensel değerlerin öğretilmesi şeklinde temel bir iddiaya dayanmaktadırlar(Lickona, 1991). “Doğa yasası teorisine” değerler ve ahlak üzerinde herkesin akılsal olarak uzlaştığı temel ilkelerden oluşur. Bu şekilde ele alınınca üzerinde herkesin uzlaştığı evrensel çekirdek değerler vardır, bunlar: saygı, sorumluluk, dürüstlük, adalet, bakım’dır. Bu çekirdek değerler her şeyin temellinde yer alan herkesin üzerinde uzlaştığı nesnel temel ya da kaidelerdir. Tüm insanlar bunlar üzerinde anlaşırlar. Bu durumu Kant, ‘Zorunlu Buyruk’(categorical imperative) olarak açıklar. Kant’ın pratik akıl adlı kitabındaki açıklamasına göre rasyonel olarak yapılan ahlaki ve etik sorgulama, bireyi bu zorunlu buyruklara ulaştırır. Bunlardan biri: “yalnız kendi iyiliğini değil herkes için her zaman iyi olanı düşünerek eylemde bulun”dur. Düzgün akılsal sorgulama tüm insanları bu şekilde her yerde ve her zaman geçerli olacak ilke ve buyruklara götürür. Kant’ta çok sayıda atıf yapan Piaget ve Kohlberg’te de benzer bir çizgi görülmektedir. Piaget ve Kohlberg’e gore bireyin bire bir günlük yaşam deneyimleri, bu deneyimler sonucu karşılaştıkları çatışmaları zihin çözümlerken, kuralları dönüştürüp everensel özellikler ulaşmaktadır. Piaget ve Kolhberg çizgisi karakter, erdemi dışlayıp değerler ve değerlerin geliştirilmesi üzerinde durmaktadır.

1960’lardan itibaren Piaget ve Kolhberg’in Ahlaki akıl yürütme yaklaşımı dışında "Değerlerin açıklanması" yaklaşımı, alternatif bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşım, Columbia Üniversitesi profesörü Louis Raths'ın 1966'da yayınladığı Değerler ve Öğretim adlı eserinden doğmuştur. Buna göre değerler fark ettirilip ayrıntılı bir biçimde ne oldukları açıklanmaktadır. (Greenawalt, 1996). 1960’lı yıllarda değerlere özellikle de verensel değerlere, vurgu olduğu ve bunların öğretilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Bu arada 1960’lı yıllar ABD’de özellikle zencilere karşı ırk ayrımcılığa karşı eşit haklar mücadelesinin olduğu, kadın erkek eşitliği mücadelesi ve ikinci femimist dalganın olduğu, Vietnam savaşına karşı protestoların olduğu yıllardır. Bu dönemde ABD ve Avrupa’da ayrımcı yasaların çoğu bu mücadeleler sonucu kaldırılır. Ekonomik refahın çok büyük ölçüde arttığı ve Siyasi hakların, demokrasinin ABD ve Avrupa’da gelişmesinin çok ileri olduğu dönem 1970’lerin ortasında kesilecektir. Vietmam yenilgisi, petrol krizi ve dünyada ekonomik durgunluk. Özellikle ABD de şehirlerde suç, çeteler ve güvenlik sorunları, artan uyuşturucu kullanımı, çöken eğitim sistemi ve çöküşünün 1980’lerde açıkça görülür hale gelmesi. 1980’lerde unutulan karakter ve karakter eğitimi kavramlarının canlanmasına yol açacaktır.

Kaynakça

Allport, G. W. (1927). Concepts of trait and personality. Psychological Bulletin, 24, 284-293.

Arendt, H.(2011). İnsanlık Durumu. (çev. B. S. Şener). İstanbul: İletişim Yayınları.

Berkowitz, M(2002). Karakter Eğitimi Bilimi. (çev.Macid Yılmaz 2014) Din bilimleri akademik araştırma dergisi Cilt 14 Sayı 3 ss.285-302

Çinemre S. (2013). Bir Ahlak Eğitimcisi Olarak Lawrence Kohlberg. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 22, Sayı: 1, s. 143-164

Kant, I. (1994). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, İoanna Kuçuradi (çev.), Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu

Kohlberg, L (1958). “The Development of Modes of Thinking and Choices in Years 10 to 16”, Unpublished Doctoral Dissertation, University of Chicago,.

Kohlberg, L. (1966). Moral Education in The Schools: A Developmental View. School Review. 74, 1-30.

Kohlberg, L. (1973). Continuities in Childhood and Adult Moral Development Revisited. P. B. Baltes & K. W. Schaie (ed.). Life-span Developmental Psychology: Personality and Socialization içinde. New York: Academic Press, 187-196.

Greenawalt, C.E.(1996). Character education in America (ERIC Document Reproduction Service No: ED398 327)

Johada, G.(2011). Modern Psikoloji Tarihi.(çev. Şeyda Başlı). İş bankası yay.İstanbul

Lickona, T. (1991a). An Integrated Approach to Character Development in The Elementary School Classroom. J. Benninga (ed.), Moral, character, and civic education içinde, New York: Teachers College Press, 67–83.

Lickona, T. (1991b). Educating for Character: How Our Schools Can Teach Respect and Responsibility. New York: Bantam.

Lapsley D. Navaeyz D Handbook of Child Psychology (W. Damon & R. Lerner, Eds.). New York: Wiley.

Piaget, J. (2015). Çocuğun Ahlaki Yargısı. İ. Dündar (çev.), İstanbul: Pinhan Yay.

Piaget,J(1965).The Moral Judgment of the Child, Translated by Marjorie Gabain, New York: The Free Press,

Schultz, D. P., & Schultz, S. E. (2001). Modern psikoloji tarihi (çev. Y. Aslay).İstanbul: Kaknüs Yayınları.

Tekin,İ (2017).Ahlaki Olgunluk Kavramı Üzerine Kuramsal Bir Çözümleme. İnsan Ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi. Cilt / Vol: 6, Sayı/Issue: 5, Sayfa: 2275-2298