Ahmed-i Hânî ve Mem u Zîn
Ağrı’nın manevi kültürüne, edebiyatına çok şey katan Ahmed_i Hani, Hakkâri’nin Han köyünde doğmuş Ağrı’ya gelerek Doğubayazıt’a yerleşmiş ve bu bölgenin manevi mimarlarından biri olmuştur. Kabri Doğubayazıt’ta İshakpaşa Sarayından biraz yukarda kendi adına yapılan caminin alt katındadır. Türbesi manevi bir mekân olarak ziyaret yeridir. Özellikle Kıbrıs savaşında gösterdiği kerameti dolayısıyla manevi bir kişiliğe sahiptir.
Ahmed-i Hânî “Büyük İslam âlimi, mütefekkiri ve mutasavvıfı olan Ahmed-i Hânî 1061 (1651) yılında doğdu. Babasının adı İlyas’tır. Nisbesini, Hakkâri yakınlarında bulunduğu söylenen Han köyünden veya burada yaşayan Hânî aşiretinden ya da mensubu olduğu Hâniyan ailesinden aldığı tahmin edilmektedir. Hânî, Doğu Anadolu’nun birçok yerini dolaşarak Arapça, belâgat ve dinî ilimleri okudu; ayrıca astronomiyle ilgilendi. Bir süre bölgenin kültür merkezi olan Cizre’de yaşayan ve Mem û Zîn adlı mesnevisini burada kaleme alan Hânî daha sonra Eski Bayezit’e (Doğubayazıt) gitti ve orada vefat etti. Yazma bir eserde yer aldığı kaydedilen, “Târe Hânî ilâ Rabbih” ibaresinin ebced hesabıyla karşılığı olan 1119 (1707) yılında vefat ettiği ileri sürülmektedir. Halk arasında velî olarak kabul edilen Hânî’nin Doğubayazıt’ta İshak Paşa Sarayı’nın yakınında bulunan türbesi halen ziyaretgâhtır. Bediüzzaman Said Nursî’nin de gençliğinde kabrini ziyaret ederek ondan feyiz aldığı nakledilir.” [Prof. Dr. M. Sait Özervarlı, “HÂNÎ, Şeyh Ahmed”, Turkiye Diyanet Foundation Encyclopedia of Islam, volume: 16; page: 32]
Mem u Zin Edebiyatımızda sonunda kavuşamayan iki gencin hayatını anlatan birçok hikâye vardır. Sevip kavuşamayan gençlerin trajik hikâyeleri. Bu hikâyelerin bazılarının geçmişi Arap ve Fars kültürüne dayandığı gibi bazılarının yaşandığı coğrafya itibariyle Anadolu kültürüne dolayısıyla Türk kültürüne aittir.
Leyla vü Mecnun’la başlayıp Ferhad ü Şirin ve Ahmed-i Hani’ye ulaşan bir kültür. Mem u Zin ayrıca kahramanları soyut kavramlardan oluşan Hüsn ü Aşk gibi hikâyeler bu toplumun belleğinde önemli yer oluşturmuştur.
Klasik konular “zengin kız fakir oğlan” ya da tersi veya birbirlerine kavuşması mümkün olmayan iki gencin hikâyesi bir dram olarak sunulmuştur. Aşkından dağları delen Ferhad’ın hikâyesi farklı değildir. Krem Aslı için nelere katlanmamıştır ki.. Aşk böyle bir şey olsa gerek.. Sevenin sevdiği uğruna ölüm dâhil her şeyi yani her zorluğu göze almasıdır. Bugünün nefsani duyguların tatmini üzerine kurulmuş basit hikâyeler değildir Aşk! Elektrik alamadım diye kapı önüne konulan aşklar yukarda örneğini verdiğimiz hikâyelerin yanından bile geçemez.
Ama aşk yolu zorlu bir yoldur. Mem ile Zin arasında yaşanan aşk da böyledir. Sonunda kavuşmak yoktur. Halk şiirinde badeli âşıkların sonu da böyledir. Onlara dünyada kavuşmak haramdır. Tıpkı Hicranî ile Halepli sevgilisi Merdiye’nin aşkı gibi.
Onlara dünyada kavuşmak haramdır. Aşkları uğruna birçok sıkıntılara katlanmışlar yine de kavuşamamışlardır. Tasavvufi bir eser olan Mem u Zin Kürtçe yazılmıştır.
Ahmed-i Hani eseri; Kürt halkının hikâyeyi daha iyi anlasınlar diye Kürtçe yazdığını ifade etmiştir. Dil bir anlaşma aracı ise elbette yazarın dil tercihi normaldir. Eserin Ahmed-i Hani tarafından kaleme alındığı yıl 1694 olarak bilinmektedir. Eserin en eski yazma nüshası da 1751 tarihli Eziz Kure Şirbare Mamzedî nüshasıdır. Türkiye’de ise ilk neşredilen nüsha 1918 yılına aittir.
Mem u Zin üzerine birçok çeviri olduğu gibi Eserin konusuna ve veznine bağlı kalarak yapılan en enemli çevirisi Nazmi tarafından yapılmış olup eserin bilinen 2 adet yazma nüshasından biri Kitabhane-yi şira-yı Meclis-i Millî’de diğeri Rusya ST. Petersburg Bilimler Akademisi’nde bulunmaktadır. Bu nüsha tarafımdan transkiript edilmiş ve yayıma hazırlanmıştır.
Eser üzerine nazmı korunarak ya da nesir halinde veya ana tema korunarak yazılmış hikâyeler vardır. Bunlardan; İbrahim Baz’ın Mem u Zin Masalı, Prof.Dr.Said Ramazan El-butî’nin Mem u Zin eserleri , Mustafa Öztürk’ün Reyahin’i Aşk (Kürtçeden çeviren: Nazmi) İnceleme –Tenkitli Metni. Şamil Askerov’un Ehmede Hanî (Çev. Mehmet Kaplan), Mem u Zîn: Ein klassisches kurdisches Epos aus dem 17. Jahrhundert, vd.
Mem u Zin hikâyesi Cizre’de Botan Çayı çevresinde ve Hakkâri Cizre Beyi Zeyneddin sarayında cereyan etmiştir. Emir Zeyneddin oldukça güçlü, zengin ve otoriter biridir. Halk arasında çok sevilen bir kişiliğe sahiptir. İhtişamlı bir saraya sahipti. Zeyneddin’in çok güzel iki kız kardeşinden biri Siti diğeri Zin’di. Bahar bayramında bir sebep bularak erkek kıyafetiyle halkın arasına girmeleri neticesinde karşılaşan Mem ile Zin’in hikâyesi başlamıştır. Tacdin ile Siti’nin; Mem ile Zin’in kaderi bu olaydan sonra birleşmiştir. Ama ne birleşme Tacdin ile Siti muradına erecek Mem ile Zin’e dünyada kavuşma nasip olmayacaktır. Olay önce dadıya anlatılır. Dadı durumu hekime bildirir. Aşk tabiatı gereği gizli kalmaz, Arabozucular ve kavuşmayı engelleyenler. -Bildiri olarak sunduğum Kötü İnsan Tipi ve Beko Örneği- bu hikâyede de en önemli fesat ve arabozucu Bekir (Beko) dur.
Hikâyenin sonu acıklı bitmiştir. Bir satranç oyununda Beko’nın hilesiyle efendisine yenilmiş ve zindana atılmıştır. Aradan geçen uzun zamandan sonra her ne kadar Mem affedilmiş ise de artık her şey için geç kalınmıştır. Mem artık dünya hayatını tamamlamak üzeredir. Son bir kez Zin’le Zindanda konuşmuş ve bu konuşma son konuşmadır. Zin’in de yaşama kudreti kalmamıştır. Mem’in toprağını kucakladı ve ağlamaya başladı. Zin acıya fazla dayanamadı. Leyla Mecnun’un toprağını kucaklayarak ölür, Zin de öyle… Tertemiz bir aşk ve acıların getirdiği bir son…
Aşk acısız olmaz derler ama Mem ile Zin’in acısını da her âşık çekemez.