Murat KAYMAK/ Hasan GÜNEŞ
Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 17 Nisan 2020 23:33 - Okunma sayısı: 2.519
1.Eğitim sisteminin temel amacı özgürlükçü bir anlayış kazandırmak ise köy enstitüleri bu amacına ulaşmış mıdır?
Murat Kaymak: Özgürlükçü bir eğitimden söz edebilmemiz için öğrencinin kendini tanıma, kendi kararlarında görece bağımsız davranabilme, yaşamında belirleyici olma gibi özellikler kazanmış olması ve bu özellikleri yaşamı boyunca sürdürmeleri gerekir. Köy Enstitüleri’nin mezun ettiği tüm öğrencilere böyle bir anlayış kazandırdığını söyleyemeyiz. Çünkü bu öğrencilere yönelik mezun edildikleri yıl içinde bu açıdan yapılmış kapsamlı bir araştırmaya rastlamadım. Mezunlar üzerine yapılan araştırmalar çok sonradan yapıldığı için bize bu konuda kesin bir bilgiyle konuşma imkânı vermez. Ama Enstitülerin bu alanda o güne kadar ki geleneksel okullarımıza ve o günün dünyasındaki aynı yaş gruplarını kapsayan eğitim kurumlarına göre daha başarılı, abartma olduğunu düşünmüyorum çok daha başarılı olduğu kesindir. Köy Enstitüleriyle ilgili erken dönem yayınlar arasında sayabileceğimiz Ahmet Emin Yalman’ın “Yarının Türkiye’sine Seyahat” adlı çalışmasında yer alan gözlemler daha başlangıçta Enstitülerdeki eğitimin amacının özgürleşme olduğunu ortaya koymaktadır. Köy Enstitüleri, bugünkü eğitimden farklı olarak çocukları yarıştıran ve onları eleyen bir eğitim anlayışı yerine onların yeteneklerine, becerilerine yönelen bir eğitimdi. Ne var ki öğretmenlerin çoğu bu anlayışa uygun değildiler. Onlarda, öğrenciler de önemli sorunlar yaşadılar. Bu durumu bize en iyi anlatan Enstitülerdeki öğretmenlerin görev yeri değişikliği talepleri ile Enstitülere kayıt yaptırdığı halde eğitimi yarıda bırakanların, okulu terk edenlerin çokluğudur.
2.Köy enstitüleri hangi ihtiyaçtan doğmuştur?
Murat Kaymak: Enstitüleri doğuran temel ihtiyaç, devletin yurttaşlarına zorunlu olarak vermek istediği, onları bunu almaya zorunlu kıldığı bir şeyi, yani eğitimi bütün yurttaşlarına götürememesidir. Bu ihtiyaç Cumhuriyetle ortaya çıkmış değildir. 1824 Padişah II. Mahmut’un fermanı, 1838 yılında “Meclis-i Umuru Nafia” tarafından hazırlanan layiha, 1912’de yürürlüğe giren “Tedrisat-ı İptidaiye Kanunu” ilköğretimin zorunlu kılınmasına yönelik Cumhuriyet öncesi önemli adımlardır. Özellikle de 1912 tarihli kanun, bugünkü ilköğretim anlayışımızın değişmez maddesini içerir “ilköğretim mecburi ve parasızdır”.
Ne yazık ki ne Osmanlı Devleti ne de Cumhuriyet ilk yıllarında ilköğretimin herkese zorunlu ve parasız olarak gerçekleştirilmesi mümkün olmamıştır. Bunun temel nedeni, bu kararı uygulanabilir hale getirmek için gerekli olan nüfusun tamamına yönelik ne bina olarak okul, ne de bu okullarda görev yapacak yetişmiş öğretmen ve eğitim araç gereçleri vardır. Çünkü Osmanlı Devletinin idari örgütlenme biçimi, kamu anlayışı ve ekonomik durumu, nüfusun tamamına ulaşma imkânı vermemiştir. Ayrıca nüfusun büyük bölümü, fiziksel olarak kendisine ulaşmanın kolay olduğu şehirlerde değil köylerde yaşamaktaydı. Fiziki bütünleşmenin tam olmaması nedeniyle, devletin köylerle kurduğu ilişki ya asker toplamaktan ya da vergi almaktan ibaret olmaktaydı. Ayrıca Osmanlı Devleti, yurttaşları arasında kültürel bütünleşme ihtiyacını yanlış kurguladığından yurttaşların birbirleriyle kültürel bütünleşmesini sağlayacak olan eğitim ihtiyacını Cumhuriyet kadar olmazsa olmaz noktasında görmemiştir. Osmanlı Devleti yurttaşların kültürel bütünleşme ihtiyacından çok kendi varlığını dayandırdığı bazı alanlarda insan yetiştirmeye yoğunlaştırmıştır. Askeriye, tıbbiye ve mühendislik gibi. Bütün yurttaşların eğitim düzeyini arttırma ve bunu da herkesi kapsayan bir eğitim programıyla gerçekleştirmeyi önüne koyduğunda ise dağılmanın, yok olmanın eşiğine gelmişti.
Cumhuriyeti kuranlar Osmanlının gerçekleştiremediğini daha hızlı biçimde gerçekleştirmeyi benimsediler. Ancak nüfusun çoğunluğuna ulaşacak her köyde okul ve öğretmen yoktu. Okul yapılsa dahi bu kez yetişmiş öğretmen bulunamıyordu. Çünkü köyler, şehir yaşamından gelen öğretmenlerin yaşamlarını sürdürmesine uygun değildi. Bu nedenle öğretmenler kısa bir süre sonra köyden, şehire tayin istiyorlardı. Bu sorun Aydın Milli Eğitim Müdürü iken Ethem Nejat’ın, 1914’te Kastamonu milletvekili İsmail Mahir Efendi’nin dikkatini çekmişti. Bu aydınlar, (aynı zamanda eğitim bürokratıydılar) sorunun çözümünün köyde eğitim verecek öğretmenin farklı yetiştirilmesinde gördüler. İsmail Mahir Efendi “Meclis-i Mebusan”da yaptığı konuşmada Köy Enstitülerine esin kaynağı olacak önerilerini sıralar. 1916’da Baltacıoğlu “Maarifte Bir Siyaset” broşüründe öğretmen okullarının yetersizliğini, burada yetişen öğretmenlerin köy ruhunu bilmediklerini söyler.
Dolayısıyla Köy Enstitülerini doğuran en önemli neden, nüfusun büyük çoğunluğunun yaşadığı yerler olarak köye öğretmen yetiştirme ihtiyacıdır. Ancak Köy Enstitüleri sadece öğretmen yetiştiren okullar değildi. Köydeki yaşamı değiştirmeyi ve dönüştürmeyi amaçladığından köyün ihtiyacı olan sağlık ve tarım elemanlarını da yetiştirmekteydi.
Köy Enstitülerini zorunlu kılan bir başka neden aslında seçilen ekonomik kalkınma yöntemidir. Genel olarak sanayileşme anlamında kalkınma, kurulan sanayi kuruluşlarına kırsal nüfusun iş gücü olarak çekilmesiyle gerçekleşmekteydi. Batı Avrupa’da sanayileşme tam olarak böyle olmuştu. Çocukların da çalıştırıldığı İngiltere örneğinde okullar fabrikaların yanı başlarına açılmaktaydı. Ya da şehir içinde çocuklar eğitime tabii kılınmaktaydı. Böylece çocuklara ulaşmada fiziki coğrafyanın dayattığı mesafe engeli çok kolay biçimde aşılabilmişti.
1950 yılına kadar Cumhuriyetin benimsediği kalkınma modelinde köylü nüfusun, işgücü olarak şehirlere hızlı akması istenmedi. Çünkü şehirlerin altyapıları bu tür göçleri kaldırabilecek durumda değildi. Ayrıca nüfus darboğazı nedeniyle tarım alanında da nitelikli işgücüne gereksinim vardı. Tarımda makinalaşma tam olarak gerçekleşmediğinden kırsal alanda açığa çıkmış fazla işgücünden bahsedilemezdi. Benimsenen kalkınma anlayışına göre sanayi üretim yerleri mümkün olduğu kadar yeni yerleşim yerleri olarak seçilmiştir. Bu kalkınma anlayışı üretimi yöneterek kentleşmeyi, sanayileşmeyi, kalkınmayı esas alan bir anlayıştır. Köy Enstitülerini sadece bir öğretmen okulu olmaktan çıkaran ve Tonguç’un deyimiyle köyü uyandıracak, canlandıracak, köylüyü modern tarım bilgisiyle, doğa anlayışıyla donatarak çiftçiye dönüştürecek olan, köydeki geriliği ve gericiliği ortadan kaldıracak bir eğitim kurumu yapan bu kalkınma anlayışıdır.
3.Köy enstitülerinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde kadınlar lehine nasıl bir eğilimi olmuştur.
Murat Kaymak: Köy Enstitüleri, cinsiyet eşitsizliklerinin aşılması için gerçekleştirilmiş birçok devrimden sonra kuruldu. Karma eğitim, medeni kanun, kılık kıyafet, seçme ve seçilme, çalışma yaşamıyla ilgili devrimler daha önceden gerçekleştirilmişti.
Köy Enstitülerinin cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelesini iki biçimde ele almalıyız. Birincisi Enstitülerde yapılan eğitim bağlamında. Köy Enstitüleriyle ilgili öğrenci istatistiklerinde kız öğrencilerin sayısının az olduğu görülmektedir. Bunun birinci nedeni ilköğretimi bitiren kız öğrencilerin azlığıdır. İkinci neden ise eğitimin yatılı olması nedeniyle velilerin çocuklarını bu okula göndermeme isteğidir. Öğrenci sayısı az olmakla birlikte yatılı okul modelinde karma eğitim uygulanmasından taviz verilmemiştir. Meslek seçimi açısından Enstitülerdeki kız öğrencilerin tam bir ideal ortam bulduklarını söylemeyiz. Bunun temel nedeni Enstitülerinde cinsiyet ayrımından beslenen geleneksel anlayışın etkisidir. Kız çocuklarının o dönemde yatılı okula gelmesi hem çocuk açısından, hem de veli açısından başlı başına geleneksel kültüre bir isyan, onun karşısında bir arayışı ifade eder. Ayrıca istenilen düzeyde olmasa da ulaşılan sayı da küçümsenmemelidir. Bunda kuşkusuz kadın haklarıyla ilgili yapılan devrimlerin büyük payı vardır.
İkincisi Enstitü mezunlarının köylerde bu eşitsizliği aşmak için yürüttüğü mücadele açısından değerlendirme yapabiliriz.
Her ikisinde de (özellikle de ikincisinde) Enstitüler çok başarılıdır. Bugün yaşamın her alanında kadınların katılımını görebiliyorsak Enstitü mezunlarının bunda payı büyüktür. Enstitüler, hiç kız çocukları okur mu diyen bir kültür ortamında üstelik de köyden öğrenci bulmuş, onları öğretmen ve sağlık memuru yapmış, kendi köylerinde birer rol modeli olmalarını sağlamıştır. Köy Enstitüleri ders programlarında kız öğrencilere yönelik derslerin önemli bir bölümünün köydeki yaşamın bir uzantısı gibi durması, köyde yaşamın şehirdeki gibi mesleki uzmanlıklar barındırmamasıdır. Bu nedenle ister kız öğrenci, isterse erkek öğrenci olsun kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılayacak biçimde yetiştirilmiştir. Ayrıca bunları köydeki yetişkinlere taşıyacaklardır.
4.Köy Enstitüleri bağlamında okul-çevre ilişkisini değerlendirir misiniz?
Murat Kaymak: Köy Enstitülerinin eğitim sistemimize getirdiği en önemli yeniliklerden biri okul-çevre ilişkileri olmuştur. Zaten adının Enstitü konması da benimsenen okul-çevre ilişkisinin bir sonucudur.
Geleneksel eğitimde okul, küçük bir toplum örneği olarak, toplumdan yalıtılmış bir topluluktur. Bununla okul, çevrenin her türlü baskısından uzak kalacağı düşünülür. Yeni bilgi ve davranış biçimlerini kazanan öğrenciler, hayatın içine, ailelerine döndüğünde hem kendi yaşamlarını hem de ailelerinin yaşamlarını değiştirirler. Enstitüler, bu anlayışın yerine okulu yaşama yaklaştırmayı, hatta yaşamın kendisi yapmayı benimseyen bir anlayışla kurulmuşlardır. Benimsenen bu eğitim anlayışı, Enstitüleri, kendi çevresiyle daha sıkı ilişki kurmaya yöneltmiştir. Çünkü benimsenen eğitim anlayışında öğrenci yaşam için gerekli bilgi ve becerileri okulda öğrenen mezun olduğunda uygulayan değildir. Doğrudan uygulamanın içindedir. Öğrenci duvar örmeyi öğreniyorsa, bu duvar ya okulunun bahçe duvarıdır ya da içinde barındığı binanın duvarıdır. Enstitülerde uygulama suni, yaşamdan yalıtılmış bir uygulama değildir.
Bu işin mimarı olan Tonguç, eserlerinde okul-çevre ilişkilerine sıklıkla değinir.& quot; Ona göre, eğitim okulun çevresindeki modern olmayan koşullarla mücadele etmek zorundadır. Eğer çevrede modern birimler bulunmuyorsa bunu kendi var etmelidir. Geleneksel bilgi, yaşam tarzı bir engel oluşturuyorsa eğitim bu bilgiyi, yaşam tarzını değiştirme görevini de üstlenmelidir. Öğrenci, eğitim yoluyla bu değişimin aracı haline gelmelidir.
Enstitülerde okul-çevre ilişkilerin nasıl işlediğini en iyi örnekleyen uygulamalardan biri Enstitülerdeki misafirhanelerdir. Misafirhaneler, Enstitüye gelen öğrencilerin velilerinin kalması amacıyla yapılmış yerlerdir. Anne-babalar, buradan sadece çocuklarını görmek için yararlanmazlardı. Şehir ve pazarla olan ilişkilerini halletmek için geldiklerinde de kullanırlardı. Hatta Enstitüde çocukları bulunmayan köylülerde boş oda var ise burada kalırlardı. Masrafları da Enstitü tarafından karşılanırdı. Bu nedenle örneğin Çiftelerdeki Misafirhane, bedava otel gibi kullanılmıştır. Bu da Enstitülere karşı yöneltilen kamu kaynaklarının bedava kullandırılması gibi bir eleştiriye kaynaklık etmiştir.
Enstitüler, etrafındaki köylerle iç içe idiler. Köylülerin her türlü sorunlarına, özellikle de ziraat ve sağlıkla ilgili sorunlarına duyarlıydılar. Ayrıca köylülerle birlikte harmanda, tarlada çalışırlardı. Enstitülerin, kendi işlerini kendilerinin yapması yakın köylerde yansıma bulmaktaydı. Köylülerinde kendi sorunları için imece yaptıkları görülmekteydi. Örneğin Bakan Hasan Ali Yücel Çifteler Köy Enstitüsü’nü ziyaret ettiğinde okul müdürü Rauf İnan, Bakan Yücel’i yakın köylerden Arapören köyüne götürür. Bu köy iki katlı okul binasını hiç devlet yardımı almadan kendisi yapmıştır. İnan, Yücel’e bu okulu gösterir. Bunun gibi çok sayıda örnek bulmak mümkündür. Eğer bugün Köy Enstitüleri’nin etkisini konuşuyorsak, eğitim-çevre ilişkisine getirdiği bu yeni yaklaşımın sonuçlarını konuşuyoruz demektir.
Bunun dışında şöyle bir anlayış da benimsenmişti. Her Enstitülü öğrenci köyünün temsilci kabul edilmiştir. Onların tatil zamanlarında köylerine döndüklerinde köylerinde birer halkbilimci gibi çalışmaları istenirdi. Köylerinden dönüşlerinde yanlarında köylerindeki bitki ve hayvan örneklerini not etmeleri, köylülerin zirai tekniklerinin iyice gözlemlenmesi istenirdi. Kendilerinden eğer mümkünse el işi örnekleri getirmeleri istenirdi. Halk kültürünün örneği olacak bilgilerin toplanması istenirdi. Bir bakıma Enstitüler; köyü yaşayan, değiştiren eğitim kurumu olmanın yanında belki de daha fazla onu araştıran kurumlardı. Çünkü uygulamalar, bu araştırmalara dayanmaktaydı.
Köy Enstitülerinin benimsediği eğitim-çevre ilişkisi yüzlerce yıldır süre gelen devlet-köylü arasındaki ilişkinin yeni baştan kurulmasına ön ayak olmuştur. Çünkü o güne kadar devlet, köylüden daima alan, gündelik yaşam içindeki hiçbir sorununa katkı vermiyordu. İlk defa enstitüler aracılığıyla köy ve köylülerle kurulan ilişki değişmiştir. Devlet köy yaşamının içine girmiştir. Onların temel yurttaşlık haklarını kullanmaları için örnek uygulamalara öncülük etmiştir.
5.Köy enstitülerinde özellikle derslerin seçiminde nelere dikkat edilmiştir?
Murat Kaymak: Enstitülerde dersler benimsenen çok yönlü eğitimin bir sonucudur. Enstitüler önce Köy Öğretmen Okulu olarak açılmışlardı. 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılan 3803 sayılı kanun ile Enstitü adını almışlardı. 1940-1943 arasında bu okullarda hangi derslerin hangi müfredatla okutulacağına dair yazılı bir müfredat yoktur. Yani Köy Enstitülerini kurmaya giden müdürlerin o okullarda neyi nasıl öğreteceklerine bir müfredat programı yoktu. Yararlanabilecekleri üç şey vardı. Birincisi 3803 sayılı kanunun çizdiği çerçeve, bu kanuna dayanarak çıkarılan yönetmelik ve genelgeler ikincisi ise 1936’dan 1948’e kadar uygulanan Köy Eğitmen Kursları Programı, üçüncüsü 1927 yılında üç yıllık bir eğitimi kapsayan “Köy Muallim Mektebi Müfredatıydı. 1943 yılına gelindiğinde Enstitülerin dersleri ve programları hazır hale gelmişti. Böylece Enstitülerdeki dersler ve onların programı uygulamanın içinden çıkarılmış ve çerçeve program haline getirilmiştir. Bu program Yücel ve Tonguç ikilisinin görevden ayrılmasıyla birlikte 1947’de değişime uğramış ve özgünlüğü büyük ölçüde darbe almıştır.
1943 programında öğretmen adayları için Genel Kültür Meslek Dersleri haftada 22 saat olarak planlamıştır. Geriye kalan 22 saatlik ders saati ise 11 saat olarak Ziraat dersleri ve teknik dersler olarak düzenlenmiştir.
Köy Enstitüleri Kanunun 6.,Köy Enstitüleri Teşkilat Kanunun 10. maddesi, bu okul mezunu öğretmenlere köyde genel eğitimin yanında modern tarım ve teknik bilgi ve becerinin kazandırılması görevini vermektedir. O nedenle onların diplomalarında sadece öğretmenlik hakkını kazandığı yazmaz. Tarım ve teknik alanda da yeterlilik kazandığı belirtilir. 1947 program değişikliğinde öğretmenin köyde modern yaşamın temsilcisi, uygulayıcısı olmayı sağlayan Ziraat ve teknik derslerin sayısı azaltılır. Görev yaptıkları köyde kendilerine verilen damızlık hayvanlar ile iş aletleri geri toplanır.
Kısacası Enstitülerdeki dersler mesleki bilgi kazandırma ve yetkinleşme ile köy yaşamının dönüştürülmesinde beceri kazanma amacına uygun olarak seçilmiştir.
6.Köy Enstitülerinde özellikle sınıf yönetiminin demokratik sınıf iklimi ile bağlantısını kurar mısınız?
Murat Kaymak: Köy Enstitülerinin geleneksel eğitim anlayışına karşı geliştirdiği ve başarıyla uyguladığı konulardan biri de sınıf yönetimidir. Bu okullarda öğrenci-öğretmen ilişkisi kesin öğretmen masası ve karşısı biçiminde kesin bir ayrım içermez. Statüler farklı olmasına rağmen roller büyük bir kesişim kümesi içinde buluşur. Öğrenci sadece alan değildir. Onun okulu, sınıfı aynı zamanda yaşadığı alan olan olduğu için yetki ve sorumlulukları olan biridir. Enstitülerde belki demokrasi adında bir ders yoktu. Ama uygulanan programlar böyle bir ortamı kendiliğinden yaratmaktaydı. Uygulamalı derslerin tamamında ve enstitünün işlerinde öğretmenler öğrencilerle birlikte çalışırlardı. Enstitülerde öğretmen-öğrenci ilişkisi birlikte olma, birlikte yapma, birlikte başarma anlayışına dayalı olmuştur. Birlikte yaşama, yetki ve sorumlulukların paylaşımı, yapılan işlerde ortak akıl arama, karma eğitim, eleştiri toplantıları ortamı demokratikleştiren öğeler olmuştur. Sınıflardaki dersler de bu ortamın birer yansıması olmuştur.
Köy Enstitülerinin demokrasi eğitiminde bize öğrettiği ilk şey şudur: Ortamı demokratikleştiremezseniz, sınıfı, öğretmen-öğrenci ilişkisini demokratikleştiremezsiniz. Okul ve çevresinde demokratik bir yaşam, demokratik iklim yoksa sınıftaki demokrasi öğretmen yönetiminde öğrencinin derse katılmasını sağlamaktan ibaret olur. Sözde demokrasi adına katılım zorbalığı denilebilecek bir anlayışı hayata geçirmiş olursunuz.
7.Günümüze halen yansıması dikkate alındığında Köy Enstitüleri neden kapatılmıştır?
Murat Kaymak: Köy Enstitülerinin neden kapatıldığı konusu ortaya konulan gerekçelerle epey eğlenceli bir konuya dönüştürülmüştür. Giderek içinden çıkılamaz bir konu haline getirilmektedir. Önce neden kapatıldığını anlamamız önce neden kurulduğuna ve hangi siyasal iradenin bu kararı aldığına bakmamız gerekir. Eğer bir kurumun kuruluş amaçları ortadan kalkmışsa o kurum ya değişmek ya da kaldırılmak zorundadır. Köy Enstitüleri 1947 dönüşüme uğratılıp, 1956’da Yüksek Öğretmen Okullarına dönüştürüldüğünde de köye öğretmen yetiştirme problemi devam ettiğine göre kapatılmasının gerekçesi ihtiyacın ortadan kalkması olamaz. Enstitülerin kuruluşunu 1938-1940 olarak alırsak üç kurucu siyasi lider ismi karşımıza çıkar. Cumhurbaşkanı olarak İnönü, Başbakan olarak Celal Bayar, Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu. Bakan Hasan Ali Yücel, 28 Aralık 1938 - 5 Ağustos 1946 arasında görev yaptı. Bu siyasi liderlerin Bakanı olarak görev yaptı. 1946’dan sonra kurulan Recep Peker hükümetiyle birlikte Türkiye 3 Başkan dört hükümet kurarak 1950 yılına geldi. Eğer tarih aralığını 1938-1950 olarak düşündüğümüzde Türkiye’de 6 Başbakanın 9 hükümet kurduğu görülür. Bu da bize bu yıllar arasında Başbakanlık makamı üzerinden yürüyen bir gerilim, bir istikrarsızlık olduğunu gösterir. İşte Köy Enstitülerinin kapatılma gerekçelerini Başbakanlık makamındaki bu istikrarsızlığı sağlayan nedenlerde aramak gerekir.1945-50 arası kurulan tek parti hükümetleri, parti içinde hemen her konuda güçlü fikir ayrılıklarına aranan bir denge, uzlaşma çabasıdır. Ne var ki böyle bir uzlaşma, 1929 bunalımı sonrasında benimsenen kalkınma anlayışının 1946 iktisat kongresiyle birlikte terk edilmesiyle sonuçlanmıştır. Siyasetteki ve kalkınma anlayışındaki bu değişimi anlamazsak Enstitülerin kapatılmasını Kinyas Kartal Ağanın bilmem neyine, kapatılmasıyla ilgisi olmayan Emin Sazak hikâyelerine bağlarız.
8.Bir eğitimci olarak günümüzde köye enstitüsü bağlamında nasıl bir eğitim modeli sunabilirsiniz özellikle öğretim yöntemleri bağlamında?
Murat Kaymak: Köy Enstitülerindeki öğretim yöntemlerini veya diğer pedagojik uygulamaları bugünkü eğitime taşıyabilmemiz için bu uygulamaların sonuç verdiği bağlamların da bugün olması gerekir. Orada öğretmenleri, öğrencileri öyle davranmaya zorlayan bir amaç ve bu amacı destekleyen uygulamalar vardı. Bugün okullarımızda böyle bir şey olamaz. Okullarımızın gerçekliği buna dayanmıyor. Şu anda yarıştıran ve eleyen bir eğitim sistemi var. Oysa orada eleme yerine beceri ve yeteneklerin geliştirilmesi esastır. Orada yaşamın içinde bir okul modeli var. Bugünün okulunun bir güvenlik problemi var. Değil yaşamın içine girmesi özel güvenlik görevlileriyle, kameralarla korunması gereken okullar var. O gün nüfus %82 oranında kırsal alanda yaşıyordu bugün %85 oranında kentlerde yaşanmakta. Fiziksel bütünleşme sağlanmış durumda. İletişim temelli bir bütünleşme de gerçekleşmiş durumda. Yüksek oranda da bir kültürel bütünleşmeden de söz edilebilir. Dolayısıyla bağlamları atlayarak Enstitüler üzerinden öneri geliştirmek doğru olmaz. O gün kendi ihtiyacını kendisinin karşılaması gerektiğini düşünen bir toplum, devlet, siyaset ve eğitim vardı. Bugün üreten değil, girişimci olsun diyen bir eğitim var.
Köy Enstitüleri bugüne taşımak isteyenlere önerim Tonguç’u, Yücel’i ve dönemin eğitimcilerini okuyarak Köy Enstitüsü fikrine nasıl ulaşıldığına odaklanılsın. Dönemin ekonomik ve siyasi gelişmelerinin eğitim tartışmalarında nasıl karşılık bulduğuna bakılsın. Benzerini bugünün eğitim sorunları üzerinden kendileri yapmaya çalışsın.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52