Murat KAYMAK
Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 20 Aralık 2019 01:06 - Okunma sayısı: 3.053
Murat KAYMAK
Yüksek öğretimin, dolayısıyla üniversite eğitiminin, üniversitelerin geleceği üzerine tartışmaların hararetli biçimde sürdürülmesinin önemli nedenleri bulunuyor. Bilgi üretiminin, niteliğinin ve bunun aktarılmasının güvencesi olan kurumlar olarak görülen üniversitelerin, iş ve çalışma dünyasına uygun insan yetiştirmekle sorumlu tutulan kurumlara dönüşmesi birçok sorunu da beraberinde getirmiş görünüyor.
Gelinen noktada, üniversiteler ile iş ve çalışma dünyası arasında kurulan ve kutsanan bağ, artan işsizlikle birlikte sarsılmış durumdadır. Tartışmalar bu hayal kırıklığının etkisi altında yürütülürken öte yandan toplumsal değişmenin küresel ölçekteki boyutları, bu değişimlerin toplumların iç dinamiklerine eklemlenmesini de içeren biçimde bir gelecek tasavvuru arayışını da içeriyor. Bu toplum düşüncelerine ister “Mümkün Ütopya”[1] isterse “Geleceğin Endüstrileri”[2] adı konulmuş olsun, bugünden yarına üniversitelerin şu anda yaşamakta olduğu sorunlara çare olma şansı bulunmuyor. Fütürolojinin, çözümlemeleri ve bu çözümlemelere dayanan önerileri, özel bazı kesimlerin (bazı yazarların, düşünce kuruluşlarının, üst birliklerin vb) kendi dinamiklerinde geleceğe dair akıl yürütmelerden öte geçemiyor. Doksanlı yılların fütürologlarının ürettiği (ya da kullandığı diyelim) “bilgi toplumu” ve “küreselleşme” kavramlarının ve bunlara ilişkin teorilerinin durumu ortada. Bilgi teknolojilerindeki ilerleme, toplumların refah beklentilerini karşılamak, temel sorunlarını çözmek gibi bir sonuç yaratmadı. Ülke ekonomilerindeki büyüme, bu büyümeyi gerçekleştiren ülkelerde temel eşitsizlik alanlarını daraltmadığı gibi açtığından dahi söz edebiliriz[3].
Tartışma özel olarak üniversitelere indirgendiğinde başlangıçta geleneksel olanın yetersizliği, çürümüşlüğü tezinin etrafında toplanan yeni bir üniversite arayışı söz konusu edilmekteydi. Oysa şimdi temel bilimleri esas alan, piyasa ve siyasal iktidar karşısında bilimsel ve yönetime dair özerkliğini korumaya çalışan üniversite anlayışına yönelen açık bir saldırıya tanıklık etmekteyiz. Bu saldırılar neoliberal politikaların, piyasayı merkeze alarak geliştirdiği bir anlayışla birlikte hâkim kılınmaya çalışılmaktadır. Bu anlayışın temel tezine göre klasik üniversiteler; ekonominin, iş dünyasının ve yeni teknolojilerin dayattığı dönüşümün ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktalar. Ayrıca üniversitelerin temel bilimler eğitimi, ekonominin içinde mesleklerin gereksinim duyduğu bilgilerle de uyumlu değildir. Bu nedenle üniversiteler doğrudan ekonominin içinde yer almalılar. Bunu hem araştırmalarıyla hem de sürdürdükleri eğitimle yapmalılar.
Bu tartışmaların sonucunda neoliberal politikaların önünü açan düşünsel kabuller, Batı’da olduğu gibi ülkemizde uygulamaya sokuldu. Özellikle Anayasaya karşı Vakıf hilesi üzerinden şirketlere, Holdinglere ait olan üniversiteler açıldı. Bunların yeterli olmayacağı düşünülerek, benzer programlar içeren kamu üniversiteleri kuruldu. Ama sonuçta yüksek öğretimin ve üniversite eğitiminin ve üniversitelerin geleceği tartışması son bulmadığı gibi yeni durumun ortaya çıkardığı sorunlar, bu eğitim kurumlarının kurulmalarına gerekçe olan nedenlerin geçersizliğini de kanıtlayacak biçimde sürdürülmektedir. Sürdürülmesinde yarar var çünkü bu kurumlar verdikleri diplomalarla, sertifikalarla insanların yaşamlarını belirleyecek olan statünün garantisi olamadıkları gibi bu durumdan da hızla uzaklaşmaktadırlar. Bu durumun somut örneklerinden biri cv ve diploma örneklerinin sergilendiği internet siteleridir[4].
İnsanlara dokunan, onların yaşamını baştan aşağı değiştiren bir eğitimin geleceği fütürolojinin değişimin yönünü, araçlarını, içeriğini tartışmanın ötesinde olmalıdır. Yaşanmakta olan sorunları atlayıp yakın ve uzak gelecek üzerine kestirimlerde bulunmak, bugünün ve yarınlara taşınacak olan sorunların çözümüne kayıtsız kalmak anlamına gelmektedir.
Yaşanandan yola çıkarak toplumsal sorunların, onu yaşayan bireyin sorunlarının ne olacağını tartışmak iyi gerekçelendirilmiş çıkarımlarda bulunmak aynı zamanda hem bir sorumluluk, hem de bir mücadele olarak görülmelidir.
Bu yazıda amacım, üniversitelerin geleceği üzerine bir fütürolog gibi davranmak değil, yaşanan sorunlarına odaklanarak, üniversiteleri ve geleceklerini tartışmaktır. İleri teknolojilerin özellikle yapay zekâların, internetle birlikte önemi artan informel öğrenmelerin, genom alanındaki gelişmelerin geleceği nasıl etkileyeceği üzerinden üniversiteleri tartışmak değil. Benim bunu burada yapmıyor ya da yapmayışım, konunun tarafımca önemsiz bulunduğu anlamında yorumlanmamalıdır. Tam tersine bu yapılmalıdır. Ayrıca sabahtan akşama, teknoloji ve endüstri güzellemesi yapan üniversitelerimizde de yapılıyor zaten. İnsana, insanın bugün, şu anda yaşadığı sorunlara çözüm getirmeyen ama konuşulduğunda da dinleyenden çok konuşanın coşkusunun hayran bıraktığı bu tür konuşmaları severiz.
Eğitim sistemleri bireyleri temel eğitim için toplar, sonra onları istendik bir beceri ve zihinsel sosyalleşme sürecine tutar, ilgilerine, yeteneklerine, bilgilerine göre ayrıştırır. Bu faaliyetlerinin sonuçlarını belgeler. Bu belgelerin içinde diploma özel bir yer tutar. Çünkü ekonomik ve toplumsal sistem bu belgeler istihdam ve statü dağılımı gerçekleştirir. Kuşkusuz sadece bu belgelerin yeterli görülmediği yerlerde de seçme, sıralama sınavları yaparlar. Eğitim sistemi bu işlevleri nedeniyle sistemin kendi döngüsünün hem hazırlayıcısı hem de meşruiyetinin temel aracı özelliği gösterir.
Kâğıt üzerinde yerli yerine oturan toplumsal sistem, toplumsal eşitsizliklerin, çatışmaların, bilgi ve teknolojilere dayalı değişimlerin etkisinde olduğundan her zaman yeniden kurulması gereken bir özellik gösterir. Ne yazık ki toplumlar bu değişimleri istendik biçimde yaşamazlar. Çünkü toplumsal değişme, mühendislik maharetlerine tam olarak uyumlu değildir. Bu nedenle bilmek ve öngörmek, öngörmek ve bilmek mutlak zorunluluk temeline dayanmaz.
Bu gerçeği de dikkate alarak üniversitelerin geleceğine yönelik çıkarımlarımızın ilki, üniversite eğitiminden bir kaçınmanın, uzaklaşmanın başladığına ilişkindir. Etkisini belki birkaç yıl sonra daha fazla hissedeceğimiz bu olgu, üniversite eğitiminin gereksizliğini ortaya koyan bir nedene dayanmaktan çok, sonucunun istenileni kazanmada etkili olamamasından kaynaklanan bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Üniversiteler yukarıda da değindiğim gibi insanın kendi ekonomik kazancını elde etmesini sağlayan meslek için pasaport olarak kurgulanmıştır. Bugünde bu durumda bir değişim görülmemekle birlikte üniversite mezunları bu pasaportlarıyla işe başlayamamaktadırlar. TÜİK verilerine göre son 15 yılda üniversite mezunlarının işsizlik oranları 10 kat artmış bulunuyor.
Bu durum işsizlik oranının artarak devam ettiğini gösteriyor. İşsizliğin bu kadar kalıcı hale geldiği bir ülkede insanların başta da orta gelir gruplarına ait ailelerin arayı dikkat çekmektedir. Üniversite eğitimi, üst gelir grubuna ait olmayan aileler açısından çok önemli görülür. Çünkü çocuklarının geleceğine ilişkin kaygı sonucu eğitime harcanan paraların beklenen sonucunda somutlaşacak eğitimli bir evlat kendilerinin en önemli yatırımıdır. Bunun için her türlü fedakârlıklara katlanırlar. Fakat gelinen noktada üniversite mezunlarının yaşadığı işsizlikteki devamlılık ve artış eğilimi, hem onları hem de çocuklarını farklı arayışlara yöneltmektedir. Bu arayışların başında çocuklarını elindeki pasaportun sadece Türkiye’de değil dünya’da da işe yarama imkânı sunan üniversitelere yönelmek gelmektedir. Türkiye’de çalışanların %43’ü[5] asgari ücretle çalıştığı düşünüldüğünde bu arayışın neden orta gelir belirgin hale geldiği anlaşılır bir durum olarak karşımıza çıkar.
2002 yılında Türkiye dışında 50 bin kadar öğrenci üniversite eğitimi almaktaydı. Milli Eğitim Bakanlığının resmi verilerinde bunlardan ancak 19 209’u resmi verilere yansımaktaydı. Yapılan tahminlere göre, Almanya’da yaklaşık 24 bin, ABD’de 12 bin Türk öğrenci öğrenim görüyordu[6]. 2019’da bu sayı yaklaşık olarak150 bine ulaşmış bulunuyor[7]. Bu sayının son yıllarda hızla artmış olması ilgililer tarafından farklı biçimde yorumlansa da bu artışın arkasındaki motivasyon yurt dışındaki eğitimin gerek Türkiye’de gerekse Dünyanın başka ülkelerinde daha kolay iş bulma imkanı sağlamış olmasıdır.
Türkiye’de özel üniversiteler var iken ailelerin çocuklarını yurt dışına göndermesi üzerinde özel olarak durulmalıdır. Şunu kabul etmek gerekir ki yurt dışına yönelmiş bu öğrenciler (doğal olarak aileleri) için bu üniversitelerin tercih edilmemesi bu üniversitelerin çekiciliği açısından bir kanıt ve kanaattir.
Özel üniversitelerin tercih edilmemesinde artan fiyatların etkisi düşünülmelidir. Çünkü bu üniversiteler Vakıf bünyesinde kurulmuş da olsalar kar amaçlı bir yapılanmaya sahipler. Karlı oldukları sürece varlıklarını devam ettireceklerini düşünmeliyiz. Türkiye’de hem işsizliğin hızı ve kalıcılığı, hem ekonomideki daralma bu üniversitelerin gelecekleri hakkında iyimser olanları yeniden düşündürmelidir.
Özellikle Prof. Erhan Erkut’un bu üniversiteler için yaptığı saptamalar bizim düşüncelerimizi destekler niteliktedir. Erkut’un konuyla ilgili paylaştığı veriler sadece vakıf üniversiteleriyle ilgili olmakla birlikte hayli önemlidir[8].
Vakıf Lisans |
Kontenjan |
Yerleşen |
Boşluk |
Doluluk% |
2016 |
75,390 |
68,287 |
7,103 |
90.6% |
2017 |
83,722 |
62,191 |
23,531 |
72.5% |
2018 |
85,722 |
62,191 |
23,531 |
72.5% |
Kamu üniversitelerinde de benzer durum söz konusudur. Kontenjanların boş kalması yerleştirme hatalarının dışında kapasite ve bölümlerin iş piyasalarında karşılığının olmaması açısından da durum düşünülmelidir.
ÜNİAR(Üniversite Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından birkaç yıldır yapılan araştırmanın 2019 raporunda öğrencilerin kendi üniversitelerindeki eğitimle ilgili değerlendirmeleri dikkat çekiyor. Bu araştırmaya göre;
Türkiye’de üniversitelerin önemli sorunlarından biri de bu araştırmanın ortaya çıkardığı memnuniyetsizliğin içerisinde yer almaktadır. Bu da üniversite okuyan öğrencilerin nitelikli eğitim almadıklarına dair güçlü inancının var olmasıdır. Bu durum istihdam sürecinde yaşanan sorunlarla birlikte düşünüldüğünde Türkiye’de üniversite eğitiminden kaçınmanın/uzaklaşmanın önemli bir nedeni olarak nitelikli eğitim arayışını karşımıza çıkarmaktadır.
Son yıllarda gerekçesi ne olursa olsun üniversiteye kayıt yaptıran öğrencilerde öğrenim sürecini sonlandırmak giderek artmaktadır. Son 5 yılda 1 milyon 115 bin 530 öğrencinin kaydını ya sildirdi ya da dondurduğu görülmektedir. Son 5 yılla ilgili veriler şöyle:
Üniversite eğitiminin neden terk edildiği üzerine Bülbül tarafından yapılan araştırmada şu nedenler sıralanmıştır: “1. Akademik uyum sorunları, 2. Sosyal uyum sorunları, 3. Farklı iş olanakları, 4. Maddi sıkıntılar, 5. Düşük amaç bağlılığı, 6. Ailevi nedenler, 7. Düşük örgütsel bağlılık, 8.Okul kuralları ile çatışma.”[11] Bu araştırmanın önemli bulgularından biri de “öğrencilerin çoğunun, üniversitenin olanakları ve alınan eğitimin niteliği konularında genel olarak olumsuz görüşlere sahip olmaları”dır. Aynı konuyla ilgili Şimşek[12] tarafından yapılan araştırmada Harran Üniversitesi öğrencilerinin %45’nin üniversiteyi terk etmeyi düşündükleri bilgisine ulaşılmıştır.
Son yıllarda üniversite eğitiminden kaçışa/kaçınmaya/uzak durmaya neden olan etkenlerden biri de mezunların güvencesiz, güvensiz ve düşük ücretle istihdam edilmeleridir. Üniversite mezunları, yüksek bedeller ödedikleri eğitim süreci sonrasında da bedel ödemeye devam ederler. Bu durum onlara “üniversite bitirmenin anlamsızlığı” duygusunu yaşatmaktadır. Bu konuda çalışmalar yapan “Üniversiteli İşçiler Platformu”[13]nun sloganı dikkat çekiyor. Platform, “diplomamız duvarda asılı kalmasın” diyerek diploma ile çalıştıkları iş arasındaki uygunsuzluğu vurgulamakta. Platform sözcülerinin açıklamalarına bakıldığında asıl problem eğitimini aldıkları işte istihdam edildiklerinde sahip oldukları haklarla çalıştıkları işlerde sahip oldukları haklar arasındaki uçurum.
TÜİK tarafından 2016 yılında hazırlanan “Gençlerin İşgücü Piyasasına Geçişi” araştırma raporunda “15-34 yaş grubundaki fertlerin %19’u eğitimden ayrıldıktan sonraki ilk işine üç yıldan daha uzun sürede sahip olduğunu, %14,1’i ise ilk altı ay içinde sahip olduğunu, %7,4’ü ilk işini yedi ay ile bir yıl arasında, %8,6’sı 1-2 yılda, %5,8’i ise 2-3 yılda elde ettiği”[14] bilgileri yer almaktadır.
OECD tarafından hazırlanan ve yıllık olarak yayınlanan “Bir Bakışta Eğitim” raporlarında en sık vurgulanan konulardan biri Türkiye üniversitelerinde “ortalamanın altında” istihdam imkanlarına sahip hukuk, işletme bölümlerinde okuyan[15] öğrencilerin fazlalığıdır. OECD’nin hukuk ve işletme fakülteleri üzerinden dikkat çektiği sorun fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimler[16] ile bazı mühendislik bölümleri için de geçerlidir. Türkiye’nin 2000’lerin ortasından itibaren büyüyen sorunlarından biri Eğitim Fakültelerinden mezun öğretmenler olmuştur. Sayılarının yüksekliği ile dikkat çeken ve kamuoyuna “Ataması yapılmayan öğretmenler” sorunu olarak bu sorunu yaşan öğretmenlerin sayısının 2023 yılında 1 milyonu aşacağı iddia edilmektedir[17].
Ortaya çıkan sorunun bir başka yönü ise istihdam edilenlerin beceri ve yeteneklerine yöneltilen eleştirilerdir. İş dünyasına bakılırsa üniversite mezunları, aldıkları eğitime göre istihdam edildikleri mesleklerin becerilerine sahip değiller. Bu eleştiri, özellikle öğretmenlere yönelik yapılan sınavlardan[18] sonra çok daha fazla gündeme getirilmeye başlanmıştır.
Üniversiteler gelenekleri olan, doğası gereği de değişimi etkileme gücü yüksek buna karşılık kendini değiştirme söz konusu olduğunda muhafazakâr, değişime dirençli kurumlardır. Üniversiteler temel bilimlerin esas alan ve bu bilimlerde bilgi üretmeyi merkezine koyan kurumlar olarak var oldular. Sanayileşme çağıyla birlikte, ekonomik yaşamın içinde bireylerin konumlanışını belirleyen kurumlar oldular. Bugün ekonominin yapısındaki gerekli olan bilgilerin ve becerilerin kazanılması için gerekli araçlar ve kurumlar üniversitelerin dışına da taşınmış bulunuyor. Özellikle büyük endüstriyel şirketler bünyelerinde kurdukları araştırma birimleriyle üniversitelerin bilgi üretme ve yaymada olabildiğince etkin hale geldiler. Ayrıca yeni bilgi geçmişe oranla giderek daha fazla herkese açık hale gelmektedir. Özellikle kütüphanelere erişim imkanlarının artması bu konuda dikkat çekmektedir. Üniversiteler, bir taraftan mezunlarının iş dünyasıyla sorunlarını etkisi altında kalırken diğer yandan digital gelişmelere kendilerini uydurmak durumunda kalıyorlar. Bir taraftan da aslında kendilerinin varoluş gerekçesi olan temel bilimler eğitimi ve araştırmalarını yapmak durumundalar.
Gelecekte İşgücü Piyasası Dönüşümlerine İlişkin Tahminler |
||
KAYNAK |
TAHMİNLER |
|
Teknoloji |
Frey and Osborne, 2015 |
ABD’deki çalışanların %47’si, işlerini otomasyona kaptırma riski altındadır. |
|
Chang and Phu, 2016. |
Önümüzdeki 20 yılda işlerin %50’si otomasyon riski altındadır |
McKinsey Global Institute, 2017 . |
Tüm mesleklerin %5’inden azı kanıtlanmış teknolojiler kullanılarak bütünüyle otomasyona bağlanabilirken, tüm mesleklerin yaklaşık %60’ının en az %30’u, otomasyona bağlanabilecek faaliyet bileşenleri içermektedir |
|
OECD, 2016 |
İşlerin ortalama %9’u, yüksek otomasyon riski altındadır. İşlerin büyük bir kısmı (%50 ila 70 arasında) tamamen ikame edilmeyecek ancak görevlerin büyük bir kısmı otomatik hale getirilecek ve dolayısıyla işlerin yapılma şekli dönüşecektir. |
|
Dünya Bankası, 2016 |
Gelişmekte olan dünyada işlerin üçte ikisi otomasyona müsaittir. |
|
WEF, 2018 |
Şirketlerin neredeyse %50’si, otomasyonun 2022 itibarıyla tam zamanlı işgücünde bir miktar düşüşe yol açmasını beklemektedir |
|
Sürdürülebilir Çevreye Geçiş |
ILO, 2018c |
Paris İklim Gündeminin uygulanmasının, dünya genelinde yaklaşık 6 milyon iş kaybına ve 24 milyon yeni iş yaratılmasına yol açması beklenmektedir. |
Demografik Değişim |
UNDESA, 2017 . |
2050 itibarıyla, toplam bağımlılık oranının (0-14 yaş arasındaki ve 65 yaşın üzerindeki nüfusun 15-64 yaş arasındaki nüfusa oranı) Avrupa (24,8 puan) ve Kuzey Amerika’da (14,4 puan) keskin bir şekilde; Asya (8,5 puan), Okyanusya (6,8 puan) ve Latin Amerika ile Karayipler’de (7,6 puan) orta derecede artacağı tahmin edilmektedir. Afrika için toplam bağımlılık oranının ise 18,7 puan düşeceği ve bölge nüfusunun yarısının genç (0-24) olacağı tahmin edilmektedir. Tüm diğer bölgeler ise yaşlanan bir nüfusa sahip olacaktır |
Türkiye üniversiteleri, son yıllarda çok daha fazla ekonomik krizden ve digital gelişmelerden ve bu süreci düzenleyen politika kurumunun tercihlerinden etkilenmekteler. Doğum bir şekilde kurumların geleceğinin ana hatlarını belirlemektedir. Bir bakıma üniversiteler daha kurulurken kader çizgileri belli olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye üniversitelerinin bir çoğu için bir geleceğin bulunmadığını söylemek kehanet olmayacaktır. Daha kurulurken akademik yeterlilik açısından sorunlu olan bu üniversitelerin kendilerinden beklenen akademik ve digital dönüşümleri sağlamalarını beklemek onlara haksızlık olacağı gibi bunu başarmış olsalar dahi üniversite eğitiminden yüksek beklenti içindeki gençlerin tercihi olmaları zor olacaktır. Özellikle de sözde Vakıf Üniversiteleri olarak kurulan ama asıl amaçları üniversite eğitiminden kar eden kuruluşların bu şekilde devam etmeleri durumunda bir gelecekleri olmayacaktır. Bir vakıf üniversitesi olan Şehir Üniversitesi üzerinden yapılan tartışmalar da gösteriyor ki aslında bu üniversitelerin tümü bir şekilde kendi imkânlarıyla değil kamu imkânları ayakta durmaktalar. Şu günlerde “Şehir Üniversitesi” için sözkonusu edilen iddialar bu tür üniversitelerin ilk örnekleri olan Bilkent, Başkent, Koç Üniversiteleri içinde iddia edilmişti[19].
Son 30 yıl içinde 130’un üzerinde üniversite kurulmuştur. Dünyada bu kadar kısa zamanda bu kadar üniversiteyi kurabilen bir ülke örneğini bulabilmek kanımızca imkansızdır. Bu kadar kısa zamanda kurulan bu üniversitelerle birincisi gelişimini tam olarak sağlayamamış akademik personelin, akademik birikim ve geleneklerin parçalanması sağlandığı gibi sağlanan finans kaynaklarının verimli biçimde kullanıldığından söz edilemez. Çünkü kuruluşunu tamamlamak için bu kurumlar eğitimde nitelikten çok niceliğe önem vermek durumunda kalmışlardır. Vakıf Üniversiteleri için ise bu tümüyle karlılık oranlarının arttırılması biçimde olmaktadır.
Bir taraftan kar merkezli eğitim kurumları ortaya çıkarken Khan Akademi[20] örneğinde görüldüğü gibi üniversite eğitimi için de ortak öğrenme alanı görevini üstlenecek kurumlara tanık olmamız gecikmeyecektir. Bu açıdan ortak öğrenme alanları kavramıyla ifade edilen bilgiyi ücretsiz biçimde ihtiyacı olana sunan kurumlara dikkatle izlemek gerekir.
Türkiye’de üniversite eğitimini tartışmak, Türkiye’nin geleceğiyle ilgili kaygıları paylaşmanın yanında kaygı verici bir durumu gözler önüne sermek anlamına gelmektedir. Ekonomik olarak 2008’den bu yana devam edegelen bir krizi yaşamaktayız. Ekonominin büyümesi yerini daralmaya bırakmış durumda. Daralan ekonomi, var olan iş imkanlarının kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Bu durum üniversite eğitimini iş ve çalışma yaşamına geçişin temel belgesi olarak gören gençlerde üniversite eğitiminden/ülkemiz üniversitelerinden kaçınma eğilimlerini artırmaktadır. Türkiye son 30 yıl içerinde 18-25 yaş grubundaki işgücünü üniversite eğitimi içinde tutma eğiliminde oldu. Artık bunun bugünkü gibi sürdürülemez olduğu görülüyor. Çünkü öğrencilerin ödedikleri bedel ile sonuçta elde ettikleri arasında bir uyum bulunmamaktadır.
Türkiye üniversiteleri ekonomik krizin etkisini yaşarken bir yandan internet ve diğer digital medya araçlarının etkisiyle informel eğitimin yaygınlaşmasıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bilgi kaynaklarının herkese açık olması, hızla yaygınlaşması sosyal öğrenme imkanlarını arttırmakta. Artık eğitimle ilgili temel kaygı nasıl öğreneceğimizden çok, nasıl daha iyi öğreneceğimiz noktasına taşınmaktadır. Çünkü yaşanan toplumsal dönüşüm, melekler için gerekli uzmanlıkları kendi içinde dönüşüme uğratarak özel uzmanlıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu da diploma kadar sertifikaları öne çıkaran bir durumdur[21].
Ayrıca digital imkânlar, bazı işlerde iş ortamlarında eğitim imkânlarını arttırmaktadır. İş ortamında yüz yüze olmayan kimi zaman da yüzyüze eğitimlerin ortaya çıkışı bize üniversite ile yüksek öğretim kavramları üzerinde daha güçlü bir ayrım yapmayı düşündürmelidir. Tamamen iş ile bütünleşmiş, meslek kazandırma eğitimlerini veren kurumlar ile amacı bilgi üretmek olan kurumlar arasında ayrımı yapmak gerekecektir.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta ise üniversite eğitiminin uluslararasılaşmasıdır. Bugün artık eğitim bir başka ülkede sürdürülmesi veya internet üzerinden alınması beyin göçü gibi negatif kavramlarla tanımlanmamaktadır. İnsanların eğitim haklarını kendi ülkelerinden karşılayamaması üniversite eğitimini uluslararası biçimde yapılandırmış kurumlara yeni bağlantılar, ortaklıklar kurma imkanı vermekle kalmamakta, öğrenciler ve akademisyenlere imkanlar sağlamakta ama özü itibariyle de üniversite eğitimini küresel piyasaların alanına çekmektedir.
Sonuç olarak, ortada daha henüz etkileri tam hissedilmeyen bir durum var. Sayıları yüz binleri bulan öğrenci çok farklı nedenlerle Türkiye’deki üniversitelerindeki eğitimden uzak durmakta veya uzaklaşmaktadır. Üzerinde durmaya çalıştığımız bu olgu, eğitimi terki de içeren daha kapsamlı bir durumdur. Zorluklar/zorunluluklar ve isteklerin etkisinde gerçekleşen yeni bir olgudur, Türkiye’de üniversite eğitiminden uzak durmak.
[1] Albert, Michel(2018), Mümkün Ütopya/Yaşanabilir Bir Toplum İçin Stratejiler, (Çev: Barış Baysal), Kolektif Yayınları, İstanbul.
[2] Ross, Alec (2017) Geleceğin Endüstrileri, (Çev:Murat Buğan), Orion Yayınları, Ankara
[3] https://wir2018.wid.world/files/download/wir2018-summary-turkish.pdf
[4] Bu konuda popüler sitelerin başında gelen https://www.kariyer.net/ gelmektedir. Geçmişin “hamal pazarları”nın günümüze uyarlanmış biçimi olarak üzerinde özel olarak durulmayı hak etmektedir.
[5] http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2018/12/DISK-AR-2019-Asgari-U%CC%88cret-Raporu-SON-1-Aralik-2018.pdf
[6] http://arsiv.ntv.com.tr/news/194406.asp
[7] https://www.aa.com.tr/tr/egitim/yok-baskanvekili-prof-dr-er-uluslararasi-ogrenci-sayimiz-148-bini-gecti/1383228
[8] Prof. Dr. Erhan Erkut, “Vakıf Üniversitelerine Kış Geliyor- 8 Eylül 2018” http://erhanerkut.com/wp-content/uploads/2018/09/KisGeliyor.pdf
[9] https://www.uniar.net/tuma
[10] https://www.ensonhaber.com/okulu-terk-eden-ogrenci-sayisinda-artis.html, https://www.memurlar.net/haber/812367/istihdam-azalinca-kampusler-bosalmaya-span-class-keyword-basladi-span.html
[11] Bülbül, Tuncer (2012) “Yükseköğretimde Okul Terki: Nedenler ve Çözümler” Eğitim ve Bilim Dergisi
2012, Cilt 37, Sayı 166. http://www.eytepe.com/uploads/dosyalar/Y%C3%BCksek%C3%B6%C4%9Fretimde%20Okul%20Terki%20Nedenler%20ve%20%C3%87%C3%B6z%C3%BCmler.pdf
[12] Şimşek, Hüseyin (2013) “Üniversite Öğrencilerinin Okulu Bırakma Eğilimleri ve Nedenleri” Afyonkarahisar Üniversitesi Kuramsal Eğitimbilim Dergisi Cilt:6, Sayı:2. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/304219
[13] http://www.universiteliisciler.com/universiteliisciler/universiteli-iscinin-kaleminden-sorunlar-ve-cozum-onerileri/
[14] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21865
[15] http://www.oecd.org/education/skills-beyond-school/EAG2017CN-Turkey-Turkish.pdf
[16] Orta eğitim kurumları için yapılan PİSA sınavı, temel bilimleri esas alan ve bu temel bilimlerin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir sınav iken temel bilimlerin üniversite düzeyinde ilgi görmemesi, istihdamla temel bilimler arasında uyumsuzluk üzerinde özel olarak durulması gereken bir konudur.
[17] Eğitim-Sen, “2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı Başında Eğitimin Durumu” https://egitimsen.org.tr/2019-2020-egitim-ogretim-yili-basinda-egitimin-durumu/
[18] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/1366529/ogrenci-de-ogretmen-de-sayisalda-dokuluyor.html, https://www.memurlar.net/haber/40328/ozel-universite-mezunlari-hakimlik-sinavinda-dokuldu.html http://www.memurhaber.com/unlu-ceodan-universite-mezunlarina-soguk-dus-1546113h.htm
[19] Bu konuyu merak edenler için Prof. Dr. Şehmuz Güzel’in “Ekin Belleten” Dergisinin 1991-Kış Sayısının 5-41 sayfalarında yayınlanan “YÖK Dünyası” başlıklı makalesini öneririm. Bu makale Bilkent Üniversitesinin nasıl kurulduğuna açıklık getirmektedir.
[20] http://www.khanacademy.org.tr/
[21] Bu konuda özel örneklerden biri “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı” nın çalışmalarıdır. Bu Vakfın bünyesinde gerçekleştirilen seminerler sonucunda Gazetecilik eğitimi alan çok sayıda genç, farklı alanlarda lisan eğitimi almalarına karşın gazeteci olarak işe başlamışlardır.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52