Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Gorgias’tan Günümüze Retorik

Mustafa Pala

Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 29 Mart 2024 16:52 - Okunma sayısı: 375

Gorgias’tan Günümüze Retorik

Gorgias’tan Günümüze Retorik

Halkı ikna ve inandırmaya şiddetle ihtiyaç duyulan seçim dönemlerinde, kişisel çıkarlarını toplum yararının önüne koyan politikacıların seçim kampanyalarında retorik, Aristoteles’in yükselttiği ‘etkili iletişim stratejisi’ derecesinden Gorgias’ın dilindeki ‘kandırma aracı’ derekesine düşüvermektedir.

SÖZÜN GÜCÜ

Bir anekdotla başlayabiliriz. Edebiyat eleştirisi, sosyoloji ve felsefe disiplinlerini bir araya getirdiği çalışmalarıyla tanınan Fransız entelektüeli Roger Caillois, Şiir Sanatı (Art Poétique, 1958) adlı kitabında New York'un Brooklyn Köprüsü’nde dilenen, görme engelli bir adamın hikâyesini anlatır. Özdemir İnce, İmge ve Serüvenleri (Varlık, Sayı 910, 1983) başlıklı yazısında aktarıyor, özetliyorum:

Köprüden gelip geçenlerden biri, bu kör dilenciye günlük kazancını sormuş; dilenci zar zor 2 dolara ulaştığını söyleyince, üzerinde “Doğuştan kör” ifadesi bulunan tabelayı çevirip arkasına, bir şeyler yazmış. Bir süre sonra tekrar oradan geçerken dilenciye yaklaşıp yine durumu sormuş. "Bayım, size nasıl teşekkür etsem acaba?" demiş dilenci; "Şimdi günde on on beş dolar topluyorum! Tabelaya ne yazdınız da böyle oldu?" "Çok basit," demiş adam, "tabelanızda 'Doğuştan kör' yazıyordu; ben de bunun yerine 'Yine bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim!' yazdım."

Bu anekdot, Caillois'ten sonra şiir, imge ve söz sanatları gibi alanlarda, ufak tefek değişikliklerle de olsa defalarca anlatılmış, kimilerine ödül bile kazandırdığı birçok kısa filme konu olmuş. Sözcüklerin gücünü, insan üzerindeki etkisini, davranışlarımızı nasıl yönlendirdiğini örnekleyen bu hikâye, sözün görme engelli bir dilenciye gelir sağlama işlevinden reklam firmalarının satış stratejilerine terfi etmiş; hatta sonunda hikâyenin “retor” (hatip, burada yazıyı yazan) karakteri de reklam sektörünün yazar kahramanına dönüşmüş!

Nasıl dönüşmesin ki, "Sözcüklerini yükselt, sesini değil. Yağmurdur çiçekleri büyüten, gök gürültüsü değil." diyen Mevlâna’dan "Tek ihtiyacım bir kâğıt ve yazmamı sağlayacak bir kalem, bunlarla dünyayı altüst edebilirim." diyen Nietzsche'ye kadar, sözün ve sözcüklerin gücünü bilmeyen, kabul etmeyen mi var? Dilin bu retorik kullanımının halk üzerindeki etkisinin farkına, sadece "Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı / Söz ola ağılı aşı, bal ile yağ ede bir söz" diyen Yunus Emre varmış değil. 2500 yıl öncesinin sofistleri, retorikten altından heykellerini diktirecekleri servet elde ediyorlardı; bugünün politikacıları ise o heykellerin altınları kadar rant sağlayacak “koltuk” kazanıyorlar!

RETORİK VE RETORİK

Retoriğin doğuşuna ilişkin yazılıp anlatılanlara göre, MÖ 5. yüzyılda Sicilya'da siyasal erki zorla ele geçiren iki tiran, askerlerine vermek üzere halkın topraklarına el koyunca halk ayaklanmış, tiranlar devrilmiş ve toprakların hak sahiplerine geri verilmesi için mahkemeler kurulmuştu. Bu mahkemelerde haklarını etkili ve ikna edici bir biçimde savunanlar, bunu beceremeyenlere göre üstünlük sağlamıştı. İşte bu savunma biçimi, “retorik” denilen etkili konuşma sanatını doğurmuştu. Çünkü Antik Yunan demokrasisi, yurttaşların düşüncelerini etkili bir biçimde ifade etme ve diğerlerini ikna etme gerekliliği üzerine inşa edilmişti.

Eski Yunancada “retor”un (Arapçada hatip, Türkçede söylevci) sanatlı söylevi anlamına gelen “retoreia”, topluluk önünde konuşmak demek olan “retoreuo” fiilinden türemiş (Bailly’den aktaran A. Altınörs, 2020). Hak peşinde koşan halkın, bir savunma aracı olarak ortaya çıkan retoriği sanat olarak benimsenmesi kolay olmuştu. Bu nedenle de kunduracılık, aşçılık benzeri diğer sanatlar gibi öğrenilebilir ve öğretilebilir olduğu düşüncesi kabul görmüş, bu sanatın öğretmenliğini de sofistler üstlenmişti. Antik Yunan’da bu koşullarda ortaya çıkan retorik, daha sonraki yüzyıllarda ve orta çağ boyunca toplumsal, siyasal konularda etkili konuşma sanatı olarak gramer ve mantığın yanında anılan üç sanattan (trivium) biri oldu.

Romalılar da Antik Yunan retoriğini benimsemiş ve geliştirmişlerdi. Cicero gibi Romalı düşünürler retoriği bir sanat olarak ele almış, etkili konuşma ve yazma becerilerine dikkat çekmişti. Orta Çağ boyunca, retorik Hristiyan kilisesinin önemli bir bileşeni haline gelmiş, vaaz verme ve dinî tartışmalarda kullanılmıştı. Rönesans döneminde tekrar canlanan retorik, edebi eserlerin yanı sıra politika ve bilim gibi alanlarda da etkili bir ifade aracı kabul edilmişti. Bugün de iletişim ve ikna sanatı olarak önem taşımakta; politika, reklam gibi daha birçok alanda inandırma, ikna, kandırma aracı olarak kullanılmaktadır.

Tekrar Antik Yunan’a dönecek olursak, Sofistlerin, ikna ve inandırma alanında geliştirdikleri argümanların kullanılması konusunda uzmanlaştıklarını görürüz. Onların geliştirdikleri bu argümanlar, özellikle siyaset, hukuk ve genel olarak toplumsal yaşamda halkı ikna etme ve etkileme aracı olarak önemliydi. Sofistler, Atina gibi “demokratik” şehir devletlerinde ortaya çıkan yeni siyasi ve toplumsal koşulların etkisi altında, bireylerin toplum içindeki rolünü ve etkileşimini ele alıyorlar; retoriğin ve mantığın pratik kullanımı üzerine odaklanarak öğrencilere etkili söz söyleme, ikna etme ve tartışma becerileri kazandırıyorlardı. Onlar için savundukları düşüncelerin mantıklı olmasından çok, bunları ikna edici bir şekilde ifade edebilmeleri önemliydi.

Sofistlerin retorik ve ikna sanatına yaptıkları vurgu, Antik Yunan düşüncesine büyük etki yapmış olmasına karşın Sokrates/Platon tarafından eleştirilmiş; sofistlerin “sözle ikna etme gücü” olarak tanımladıkları retoriği, onlar “kandırma, aldatma aracı” olarak görmüşlerdi. Nihayet Sokrates/Platon, “Gorgias” diyaloğunda ünlü radikal şüpheci Gorgias’ı mahkûm etmekle yetinmemiş; “Protagoras”, “Phaidros” diyaloglarında ve “Devlet”te sofistlerin, çektikleri nutuklarla halkın gözünü boyadıklarını söyleyip onları hayvan terbiyecisine benzetmişti. Hakikatin ve doğruluğun, tumturaklı söz söyleme sanatı olan retorikten üstün olduğunu savunan Platon, bu savunusuyla gerçeğin peşinde tutkuyla koşan birçok öğrencinin kendi çevresinde toplanmasına neden olmuştu.

Gorgias diyalogunda Sokrates, Khairephon ile birlikte gittikleri Kallikles’in evinde Atina'ya elçi olarak görevlendirilmiş, güçlü belagatiyle ünlü; “Hiçbir şey yoktur.”, “Varsa da bilinemez.” ve “Bilinse bile başkasına aktarılamaz.” biçiminde üç önermesiyle tanınan şüpheci Sofist Gorgias ve çömezi Polos ile karşılaşır. Gorgias’a retorik hakkında açık bir tanıma ulaşmak ve yararını öğrenmek amacıyla sorular sorar. Retorik bilim mi, sanat mı, teknik midir? Bunu açıklığa kavuşturmak ister. Söz gelimi kimya bilimdir, çünkü problemi belirleme, veri toplama, varsayım geliştirme, varsayımı deneylerle kontrol etme biçiminde bilimsel bir yol izler. Şiir bir sanattır, çünkü imgelem yoluyla yaşamda gerçek durumlarını gördüğümüz “şeylere” ait farklı anlam katmanları oluşturur. Felsefe bir disiplindir, çünkü sorular yoluyla hakikate ulaşmayı amaçlar. Peki ya retorik?

Çömezi Polos, hocasını savunur; ona göre Gorgias mükemmel biri, mesleği de sanatların en güzelidir. Mesleğinin, sözün gücünü ele geçirmeyi sağladığını ileri süren Gorgias; belagatin bütün eylem ve etkisinin söylevde bulunduğunu, söylevlerin konusunun da insanla ilgili işlerin en büyüğü olduğunu belirtir. Sokrates, bu yanıtı kaçamak bulur ve yaşamın iyiliklerinin en başta sağlık, sonra güzellik ve nihayet hilesiz kazanılmış zenginlik olabileceğini söyler. Gorgias, sanatının insanlar için yarattığı en büyük iyiliğin mahkemede yargıçları, mecliste üyeleri ve diğer toplantılarda yurttaşları ikna etme gücü olduğunu ileri sürer.

Diyalogun en önemli bölümünü Kallikles’in, gücün her şeye egemen olduğu tezi başlatır. Kallikles, Sokrates’e de kendisini hayatta başarıya götürecek bir yol izlemesi öğüdünde bulunur. Oysa Sokrates, sanki bugünün çıkarcı politikacılarını gözlemiş gibi başarılı bir siyasi yaşamın değil, gerçek felsefeye ve eğitime dayanan bir yaşamın daha doğru olduğuna inanmaktadır. Ona göre gerçek mutluluk ölçülülükte ve kendine egemen olmaktadır. Kötü kişilerin iktidarı ellerinden bırakmadıklarını, iyi insanları ortadan kaldırdıklarını; belagatin olsa olsa insanı ölümden kurtarabileceğini ama asıl önemli olanın, ölümden kurtarılması gerekeni bilmek olduğunu söyler. Dahası Gorgias’ın “sanatların kraliçesi” dediği retorik, ona göre “dinleyicileri gülünç duruma düşürme ustalığı”dır.

Phaidros diyaloğunda Platon’un retorik karşısında biraz yumuşadığı görülür. En azından retoriğin felsefeye hizmet edebilecek türüne kapı aralar. Ama yine de doğruyu bilmeden belagat öğrenmenin boş olduğunu vurgulamaktan geri durmaz. Ruhları söz aracılığıyla yönlendirme, hareket ettirme sanatı diye tanımladığı retoriğin, tıpkı günümüzün 'kurnaz' politikacıları gibi, hakikatten habersiz kişilerin elinde gülünç ve değersiz bir şey olduğunu ileri sürer. Özetle Platon için, sofistlerin göz boyamacı retoriği yerine, ancak bilginin hizmetinde bir retorik kabul edilebilirdir.

Platon’un açtığı bu kapıdan öğrencisi Aristoteles girecektir. Mantık disiplininin kurucusu olan Aristoteles “Retorik” adlı eserinde konuyu etik, sistematik ve bilgi odaklı bir yaklaşımla ele alır. Sofistlerin ikna etmek, tartışmayı kazanmak için manipülasyon aracı olarak gördükleri retoriği o, gerçeğe ulaşma, doğru bilgiyi etkili bir biçimde aktarma olanağı olarak değerlendirir. Onların etik kaygı gözetmeden, kendi çıkarları için kullandıkları retoriği ellerinden alıp dinleyeni ikna sürecinde, konunun içerdiği şeyleri değerlendirme becerisi olarak yeniden kurar ve onu diyalektiğin tümleyeni kılar. Retorik artık felsefenin bir aracıdır.

ETHOS, PATHOS, LOGOS

İnsanların duygularını, düşüncelerini ve davranışlarını etkilemek için dilin olanaklarını kullanma becerisi olarak sözün gücünü ve etkisini anlamak ve değerlendirmek üzerine odaklanan retoriği Atinalı demagoglar, halkı etkilemek ve güç kazanmak için kullanmış, bu “sanat”a sıkça başvurmuşlar; Platon dilin retorik kullanımını ancak gerçeği arama sürecinde kabul etmiş; Aristoteles onu daha pozitif bir ışıkta ele almış, Retorik adlı eserinde etkili bir iletişim stratejisi oluşturmak için kavramın üç temel ögesi olan 'ethos', 'pathos' ve 'logos'u tanımlamıştır.

Ethos (etik), konuşmacının veya yazarın karakterini ve güvenilirliğini anlatır. Dinleyicilere veya okuyuculara, retorun (hatibin) konuyla ilgili yetkinliği, dürüstlüğü ve güvenilirliği hakkında bilgi verir. Bu bilgi, dinleyicilerin veya okuyucuların konuşmacıyı veya yazarı dinlemeye veya okumaya istekli olmalarını sağlar. Pathos (duygu), konuşmacının veya yazarın dinleyicilerin veya okuyucuların duygularını etkileme yeteneğini ifade eder; duygusal bağlantılar kurarak, insanları konu hakkında ikna etmeye çalışır. Logos (mantık), konuşmacının veya yazarın mantık yürütme ve argümanları destekleme becerisi demektir. Mantık, akıl yürütme ve somut kanıtlar kullanarak dinleyicilere veya okuyuculara ikna edici bir “tasım” (kıyas: öncül iki önermeden zorunlu çıkan üçüncü bir önerme, kanıt) sunar. Konuşmacı veya yazar, bu yolla dinleyicilerin veya okuyucuların konuyu anlayarak ikna olmalarını sağlar.

2500 yıl önce halkın hak ve adalet mücadelesinde etkili bir savunma stratejisi olarak ortaya çıkan retorik, günümüzde, “Nas var naaas, sana bana noluyor?” biçimindeki “ethos”larıyla, “Bunlar camilerimizi ahır yaptılar ahır!” gibi “pathos”larıyla ve “Faiz neden, enflasyon sonuç!” tarzındaki “logos”larıyla koltuklarından başka bir şey düşünmeyen politikacıların dilinde yerlerde sürünmektedir.

Dilin günahı yok bunda, bütün suç retorda!

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Fikir Yazıları Yazıları