Dr. Mehmet Ali Sevgi, Hasan Güneş
Kategori: Sosyoloji - Tarih: 09 Ekim 2023 18:41 - Okunma sayısı: 922
Dr. Mehmet Ali Sevgi ile Din Sosyolojisi I
Viktoryen Dönemin en çok tartışılan filozoflarından olan İngiliz düşünür Herbert Spencer, Biyolojinin Temelleri (1867) ve Sosyolojinin İlkeleri (1896) adlı eserlerinde organizmal analojiyi kullanarak işlevsel analizler yapmıştır. Toplum ve organizma arasında kurduğu benzerliklerle toplumsal dinamikleri açıklamaya çalışmıştır. Kuşkusuz Spencer toplumu gerçek bir organizma olarak görmemiş, biyolojik organizmalar ile benzerlikleri ortaya koymaya çalışan süper organik sistemleri kavramsallaştırmaya çabalamıştır. İşlevsel ihtiyaçlar kavramı ile de bu işlevselliği pekiştirmiştir. Spencer’a göre süper organik sistemlerin üç temel ihtiyacı vardır: (1) kaynakların devamlılığını ve güvenliğini sağlamak, (2) kullanılabilir materyal üretimine duyulan ihtiyaç ve (3) sistem ile ilgili faaliyetlerin düzenlenmesinin, kontrolünün ve yönetilmesinin gerekliliği. Bu bağlamda, sosyal organizasyonun herhangi bir modeli bu işlevsel ihtiyaçların açığa çıktığı durumlardır ve sosyolojik analizin asıl amacı da bu ihtiyaçların nasıl karşılandığını ortaya çıkarmaktır (Spencer, 2004).
Spencer’in bu yaklaşımı toplumsal fenomenlerin her toplumda benzer şekilde ele alınabileceği varsayımına dayanmaktadır. Zira o, nevi şahsına münhasır farklılıklarına rağmen toplumların kökenlerinde ve gelişimlerinde genel benzerlikler olduğunu düşünmektedir. Spencer, akrabalık ve din gibi sosyokültürel fenomenlerin her toplumda birebir aynı işlevi görmediğini kabul ederken dinin şifahi toplumlardaki kontrolcü özelliğinin ön plana çıktığını vurgulamaktadır. Modern sanayileşmiş toplumlarda ise din toplumsal bir bağ temin etse de bu kontrolcü mekanizmalarını kaybetmiş, bireysel eylemlerde, ekonomik ve sosyal davranışlarda belirleyici bir unsur olmaktan uzaklaşmıştır. Ahlakın İlkeleri isimli eserinde ahlaki emirlerin sözde kutsal kökenlerinin kendilerine bahşettiği otoriteyi kaybettiklerin belirtmektedir (Spencer, 1978). Bunun sosyal düzen ve sosyal istikrar açısından ortaya çıkarabileceği sorunların altını çizen Spencer, bu boşluğu doldurabilecek herhangi bir çözüm önerisi getirmeyi başaramamıştır.
Spencer’a göre ölüm karşısında duyulan dehşet ve canlı hayatın kontrolünün dışına çıkan ölülerin sebep olduğu korku insanda yeni bir duyguyu ortaya çıkarmıştır. Bu korkunun neticesinde insanlar atalarına ve ölülerine kurbanlar sunmaya başlamışlardır. Spencer’a göre bu durum dinin en ilkel formudur. Spencer, dinin kökeninin hayaletler şeklinde tekrar zuhur ettiklerine inanılan atalara tapınma eylemi olduğunu belirtmektedir (Spencer, 2004). Evrimci bir yaklaşımla dini ele alarak insanlığın bu ilkel din anlayışından giderek çok tanrıcılığa ve en nihayetinde de tek tanrılı dinlere ulaştığını varsaymaktadır. Spencer’in bu teorisi aşırı derecede basitleştirici bir yaklaşım olduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. Zira dinin yapısını atalara tapınma ile temellendirmek dar bir bakış açısını beraberinde getirmektedir. Din fenomenin yayılmasını ve gelişmesini tek bir adetten yola çıkarak açıklamaya çalışmak onun karmaşık yapısını açıklamak için yeterli olmayacaktır. Tapınma eylemi ise tek bir düşüncenin ve tek bir eylemin ifadesi değil karmaşık düşüncelerin ve güçlü hislerin bir tezahürü olarak açıklanabilecek bir fenomendir.
Kurban ritüelinin kökenleri üzerine antropologlar ve sosyologlar farklı teoriler geliştirmiş, bu ritüelin topluluklar üzerindeki muhtemel etkileri üzerine düşünmüşlerdir. Britanyalı antropolog E.B. Tylor kurbanın tanrıları memnun etmek ve onların şerrinden kaçınmak için bir hediye olarak ortaya çıktığı teorisi üzerinde durmuştur (Evans-Pritchard, 2016). Zaman içerisinde bir karşılık bekleyen bu motivasyon yerini bir hürmet ifadesine bırakmıştır (Tylor, 2016). Tylor’un bu hediye teorisi daha sonraki açıklamalarda da kendine yer bulsa da kurban ritüelini açıklamak için yeterli olmamıştır.
İskoç antropolog William R. Smith bu teoriden farklı olarak kurban ritüelinin esas motivasyonunu grup üyeleri arasındaki dayanışmayı arttırmak ve tanrı ile olan ilişkiyi güçlendirmek olarak açıklamıştır. Zira kurban edilen hayvanın etinin toplu olarak yenilmesi bir dayanışma getirmektedir. Smith burada totemizmi çıkış noktası olarak görmekte ve bir sosyal grubun, bir klanın kutsal müttefiki olarak kan bağı içerisinde olduğu kabul edilen bir hayvanın kurban edilmesinin önemine vurgu yapmıştır. Klan üyeleri için bir tabu olan hayvanın bazı kutsal durumlarda klanın birliği için kurban edilir ve yine klanın refahını sağlayan ziyafetler düzenlenir. Smith’in antropik hayvan dediği kurban, bu bağlamda kutsal ve dünyevi alemlerin bir araya gelmesini sağlamakta, insanlar tanrıyla bir dayanışma içerisinde oldukları duygusuna kapılırken tanrının içkin olduğu ziyafetle de topluluğun dayanışması arttırılmaktadır (Smith, 2016)
Yeni Zelandalı antropolog Raymond Firth ise kurban ideolojisinin altında yatan bir diğer motivasyonun da ekonomik kaynakların kontrolü olduğunu belirtmektedir. Kurbanın zamanı ve sıklığı ile ne sıklıkla kurban verileceği ekonomik şartlarla bağlantılı olduğunu, kolektif kurban ritüellerinin dayanışmayı arttıran özelliğinin yanında ekonomik sıkıntıları bertaraf etmeyi amaçlayan yönlerinin de olduğunu ifade etmiştir (Firth, 2016)
Kurban ritüelinin amaçları ve toplumsal motivasyonları üzerine farklı teoriler ortaya atılsa da bu ritüelin evrensel bir amacının olduğunu söylemek tarih boyunca çeşitli toplumlarda ve kültürlerde birçok farklı şekilde tezahür eden kurban ritüelini açıklamak için yeterli olmayacaktır. Ancak araştırmacılar kurbanın ölümlü olanın kutsal olan ile kurduğu ilişkiye vurgu yapmışlar ve bu ritüelin iki dünyayı birleştirici rolü üzerinde durmuşlardır. Ritüel esnasında bir araya gelen topluluk üyeleri hem bu birleşmeyi beraber tecrübe ettiklerinden hem de kurban sonrası verilen ziyafetle bir araya gelerek dayanışma içerisinde olma imkanına sahip olmaktadırlar. Bu bağlamda kurbanın ve kurban ayinin bu işlevsel yönünün ön plana çıkarılması şaşırtıcı değildir.
Fransız sosyolog Emile Durkheim gelişmiş dinlerin içerik olarak çok yönlü ve karmaşık olduklarını ve onları inceleyerek dinin asıl doğasına dair çıkarımlar yapmanın zor olduğunu iddia etmiştir (Durkheim, 2008). Daha ilkel inanç sistemlerinin incelenmesinin bu bağlamda daha faydalı olacağını düşünmüş ve ileri medeniyetlere göre daha tek düze, basit ve daha az farklılaşmış olduğunu düşündüğü Avusturalya yerlilerinin dinlerini incelemeyi tercih etmiştir. İlkel toplumların dinlerini anlamanın gelişmiş dinleri anlamak için bir temel oluşturabileceğini düşünmüştür.
Durkheim’ın yaklaşımında iki önemli yorum ortaya çıkmaktadır. Din ilahi veya doğaüstü bir şekilde ilham edilmiş değildir ve toplumun bir ürünüdür. Bu bağlamda asıl üzerinde durulması gereken dinin toplumlar üzerinde yaptığı ortak etkilere bakmak ve dinin toplumun her bir bireyi üzerinde ne gibi etkileri olduğunu saptamaktır. Durkheim’a göre dini temsiller kolektif gerçekleri ifade eden kolektif temsillerdir. Ritüeller ise bir cemaatin ortak hareketlerinden zuhur eden ve bu cemaat içerisinde heyecan ve belli bir mental durum ortaya çıkarmayı amaçlayan eylemlerdir. Ona göre eğer bunlar dini kaynaklı olsaydı bu durum tüm dini gerçekler için geçerli olurdu ve toplumsal bir birliktelikle ortaya çıkabile bir motivasyona ihtiyaç duyulmazdı (Durkheim, 2008). Durkheim dinin toplum içerisindeki işlevini ön plana çıkararak esasen onu ilahi kaynaklardan biraz daha uzaklaştırmaktadır. Ona göre din toplumdaki bireyler için bir dayanışma ve aidiyet kaynağı vazifesi görmektedir. Hayat bir anlam katmakta, otorite figürleri sağlamakta ve bir toplum için elzem olan ahlaki ve sosyal normları tayin etmektedir (Durkheim, 2008). Sosyal kontrol ve iltisak sağlayan din bu işlevleri ile aslında ilahi olmaktan çok sosyal bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Britanyalı antropolog Edward Burnett Tylor (1832-1917) din kavramını ruhani varlıklara inanç olarak tanımlarken bu inancın doğal fenomenlerin bir açıklaması olarak ortaya çıktığını iddia etmektedir. Yaşam ve ölüm olgularını anlamakta zorlanan insanlık ruhani varlıklara inancı ortaya atarak bir açıklamaya getirmeye çalışmıştır. İlkel insanlar rüyaları insan zihninin bedenden bağımsız bir şekilde hareket edebileceğinin göstergesi olarak kabul etmişler, buradan da ölüm sonrası hayata dair işaretler çıkarmışlardır. Bu teoriye göre tüm insanlar, zaman ve mekan fark etmeksizin aynı saiklerle hareket ederler. Kültürlerdeki ve dinlerdeki açıklamalar ilkelden daha karmaşık olana tek tanrılı dinlerle geçiş yapmıştır ve en nihayetinde de bilim tek açıklayıcı olarak kalacaktır.
Tylor modern toplumlardaki inançların ve pratiklerin ilkel toplumlardakine olan benzerliğine dikkat çekerken, dini açıklamak için de animizm kavramına başvurmuştur (Abalogu & Ekenedilichukwu, 2020). Taylor bu kavramın bir din olmaktan ziyade bir din teorisi olduğunu ifade etmektedir (Taylor, 2006). Dinin ilk çıkış noktasının ruhani varlıklara inanış olduğunu belirten Tylor, dini inanışın cansız nesnelere ruh atfetmekten kaynaklanan ilkel bir hatadan kaynaklandığını iddia etmektedir. Bu animizm teorisi rüyalar ile gerçek hayatın bilincinin arasındaki farkın ayırdına varamamaktan kaynaklanan ilkel bir yetersizlikten ortaya çıktığını ifade etmektedir. İlkel insanlar ölen yakınlarını rüyalarında gördüklerinde onların ruhani bir formda yaşamaya devam ettiklerine inanmışlar ve rüyalardan kaynaklanan bir doktrin ortaya çıkmıştır.
Tylor herhangi bir saha çalışması yapmadan vardığı sonuçlarda animizmin yalnızca bilişsel yönleriyle ilgilenmiş ve dinin tutku ve tasavvur gibi yönlerini bütünüyle yok saymıştır. Onun insanların dini inanışlarına cansız varlıklara bir ruh atfeden çocuksu bir felsefe olarak yaklaşması da yine eleştirilerin konusu olmuştur. “Masa başı antropologları”nın ürünleri olarak görülen bu yaklaşımlar kendi masa başı ilkellerini yaratmıştır.
Kaynakça
Abalogu, D. M., & Ekenedilichukwu, O. A. (2020). An Assessment of the Early Theories of Religion by Edward B. Tylor, James G. Frazer, Sigmund Freud and Their Nexus with Cognitive Theorizing. International Journal of Religion & Human Relations, 12(1), 48-66.
Durkheim, E. (2008). The Elementary Forms of Religious Life (M. S. Cladis, Ed.; C. Cosman, Çev.; Abridged edition). Oxford University Press.
Evans-Pritchard, E. E. (2016). The Meaning of Sacrifice. İçinde P. J. Stewart & A. Srathern (Ed.), Rituals (ss. 519-533). Routledge.
Firth, R. (2016). The SymbolicRite of Giving Thnaks. İçinde P. J. Stewart & A. Srathern (Ed.), Rituals (ss. 153-168). Routledge.
Smith, W. R. (2016). The Original Significance of Animal Sacrifice. İçinde Rituals (ss. 101-121). Routledge.
Spencer, H. (1978). The Principles of Ethics (2nd.Printing edition). Liberty Fund.
Spencer, H. (2004). The Principles of Sociology. University Press of the Pacific.
Taylor, B. (2006). The Encyclopedia of Religion and Nature. Içinde The Encyclopedia of Religion and Nature. Continuum.
https://www.oxfordreference.com/display/10.1093/acref/9780199754670.001.0001/acr
ef-9780199754670
Tylor, E. B. (2016). Primitive Culture, Volume I. Dover Publication.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52