Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

KİTABIN GÜCÜ BİR ÖĞRETMENİ GÖNÜLLERE YAZDIRIR

NAZMİYE HAZAR

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 03 Nisan 2021 19:44 - Okunma sayısı: 2.627

KİTABIN GÜCÜ BİR ÖĞRETMENİ GÖNÜLLERE YAZDIRIR

KİTABIN GÜCÜ BİR ÖĞRETMENİ GÖNÜLLERE YAZDIRIR

“Kitabın yaprakları, bizi aydınlığa götüren kanatlar gibidir. “
Voltaire

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte uzun süredir göremediğimiz arkadaşlarımıza bile sosyal medya aracılığı ile çabucak ulaşabiliyoruz. Kayıpların bulunduğu merkez artık facebook ya da instagram ya da twetter gibi iletişim kanalları ile kişiye ulaşmak adına da bir avantaj kim bilir?
Geçenlerde sosyal medya hesabımda facebook hikâyelerimin birine ilkokul çocukluk arkadaşım Esra’nın bir mesaj attığını gördüm. Ardından sohbet etmeye başlarken çocukluğumuzda benim unuttuğum onun ise hiç unutmadığı bir hatırasını öğreniyordum. Benim unuttuğum onun aklında olan neler vardı hayatında derken; onu artık bir eğitimci gözüyle anlamaya çabalıyordum. 23 Nisan oyunları için sınıftan maddi durumu iyi olmayan iki öğrenciden biri ben diğeri Esra olarak 23 Nisan kıyafetlerini ödeyemeyecek durumda olduğumuz için 23 Nisan oyunlarına katılamayacaktık. Bu durumla ilgili o yılki sınıf öğretmenimiz olan Ferit Öztürk ikimizden biri için oyun etkinliklerine katılabilmesi için kura çekeceğini söyler ve yazı- tura derken sonucunda ben kazanmışım bu çekilişi. Basit bir kurayı kaybetmek onun adına şanssızlık olsa da benim adıma ise tam tersi oluyordu. Çocuk aklımla kura çekilişinden sonra onun üzülmesine üzülüp dönüp bir de ona moral vermişim okul çıkışı eve giderken. Öyle ya sanıyorum sınıfta hiçbir arkadaşımın tatmadığı o duyguya ortak olan ben olmamdan kaynaklı bir empati olsa gerekti bu etkinin gücü. İnsan zor anlar yaşarken gerçekten onu anlayabilen bir kalbi hissettiğinde bu hisler yıllar geçse de insanın zihninde unutulmayacak kadar güzel izler bırakabiliyor. Esra şu anda evli ve ticaret işiyle uğraşmanın yanı sıra iki çocuk annesi olarak hayatını kendi ayakları üzerinde durabilecek bir kadın olarak sürdürmekte. Bir oyuna katılabilme isteğinin şansa bağlı olma nedeni ailelerimizin ekonomik anlamda varlıklı olamamaları sebep olsa da ben kendi adıma hayatımdaki en büyük şanslarımın öğretmenlerim olduğu hissini yeniden hatırlıyordum. Şimdilerde derin derin düşünürken hayatım boyunca hep devlet okullarında eğitim ve öğrenim gördüm. Bir toplumda özellikle genç nüfusun daha önce hayatına girmiş öğretmenleri ile ilgili olumsuz hatıraları aslında o toplumdaki öğretmenlik mesleğinin kalitesi ile de ilişkilendirilebilir. Toplumda öğretmenin değer görmesi nesillerin öğretmenleri ile tattıkları deneyimlerinin ürünüdür. Nitekim gerek Türkiye’de gerekse Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde öğretmenlik mesleğinin değerine ilişkin itibarsızlaştırıcı tutumların en temel nedeni öğretmenin gelir düzeyinin diğer meslek grupları içerisinde alt sıralarda olması ile de ilişkilidir. Yasalar her ne kadar öğretmenlerin kamu personelleri olmaları nedeniyle ek herhangi bir yerde ücretli ya da ücretsiz çalışmasına izin vermiyor olsa da devlet öğretmenlerinin ek iş yaptıklarına hepimiz tanıklık edebilmekteyiz. Özellikle adanın kuzeyinde ilköğretim kademesinde Kolej girişi sınavları (KGS) nedeniyle çocuklar ve aileler arsında başlayan kolej yarışları çocukların gelişimlerini olumsuz etkilese de hâlâ daha bu uygulamalar devam ettiği için artık herkes çaresizleşmiş bir durumda susturulmuş gibi kim bilir? Çocukların duygusal ve zihinsel gelişimlerinin yanı sıra ruhsal gelişimlerine olumsuz etkileri olan bu sınav sistemleri içinde çocukları o zor rekabetli sürece hazırlayan dershanelerin iş kaynaklarının temel iş gücü devlet okullarında çalışmakta olan öğretmenlerdir. Yasalarda bir takım kuralların var olması o kuralların denetim ve sürdürülebilirliğine yönelik yasaların varlığını yaşatıyoruz anlamına da gelmemelidir. Bugüne kadar bir devlet öğretmeni olarak ekstradan herhangi bir yerde çalışmadığım için öğretmenlerin bu tercihlerine sebep olan durumlarının mesleki motivasyon eksikliği mi, yoksa kazandıkları gelirin ailelerine yeterli olmaması mı olduğu kim bilir sendika ve bakanlıkların bilimsel anlamda araştırmalarla ortaya koyması gereken bir sorun olarak da nitelendirilebilir.
Bir kura çekilişinden yola çıkarak anlatmaya başladığımız şans kelimesi ile ilgili her annenin evladına yaptığı duasında “Rabbim iyi insanlarla karşılaştırsın, sizi de iyi insanlardan eylesin!” duasındaki gibi her anne evladının iyi öğretmenlere denk gelmesini gönülden arzular. Elbette iyi öğretmene denk gelmekle ilgili duaların ve dileklerin olmamasını temenni ediyoruz. Fakat eğitim hakkı ile ilgili eğitimin devlet tarafından belirli yasa ve kurallar çerçevesinde korunması, planlanması, sürdürülmesi gibi konular toplumun gelecekteki kaderini belirleyen temel unsurları oluşturmaktadır. Öğretmen yetiştirmenin yanı sıra öğretmeni seçme, öğretmen adaylarının eğitim programlarında ne gibi ölçme ve değerlendirme kriterleri ile öğretmenlik kimliklerini alabilecekleri konusu eğitim için önemli ve derin konular arasında yer alabilmektedir. Hatta eğitimci kimliği ile yani öğretmen olduktan sonra da bu mesleğin eğitim- öğretim hizmetlerini verimli bir biçimde sağlayabilmesi denetimlerin de günümüz şartlarına entegre olmasını gerekli kılmaktadır. Pek çok dünya ülkesinde olduğu gibi gerek adanın KKTC’de gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitim bakanlıkları pek çok eğitim bilimcinin araştırmalarını da dikkate alarak bilimsel adımlar atmakla ilgili program dışında yönetici, öğrenci, aile dışında öğretmene yönelik araştırmalarını sürdürmektedir. Öğretmenlerin öğretim becerileri, mesleki gelişim ve mesleki motivasyonları onların etkili öğretmen olabilmeleri adına çeşitli planlamalar ve uygulamaların yanı sıra yasal bir takım prosedürlerle de çerçeveye alınmıştır. Örneğin aynı yaş ve aynı sınıftan akademik anlamda aynı başarıda olan öğretmenlerin bile öğretmenlik performanslarının aynı olmadığını bu mesleği icra eden eğitimciler de dile getirebilmektedirler. Dolayısıyla öğretmenlik ile ilgili yasal bir takım konular bile çaresiz kalabilmektedir. 25 yıl sonra öğretmenlere plaket ödülü verirken bir gün bile devamsızlık yapmamakla ilgili kendini öven öğretmenlerin ardından, öğrenciye ne kattı sorusu ile ilgili, işini özverili yatığı için çeşitli meslek hastalıklarına yakalanan öğretmenlerin özverili emekleri elbette kıyaslanamaz. Yani öğretmenin okula devamlılığı önemli bir unsur olsa da mesleğine enerji harcamadan okula gidenlerin hastalık nedeniyle okula gidemeyen başarılı öğretmenlerle aynı değerde olmadığını artık bilim insanları bile araştırmalarında vurgulamaktadır. Her toplum kendi beklenti ve amaçlarına uygun bir politika çerçevesinde eğitim sistemini oluşturur. Türk eğitim sistemi ile ilgili tarihi gelişmeler ve değişmelerin yanı sıra eğitim sisteminin hâlâ daha eleştirel bir çerçevede eğitim bilimcilerimiz tarafından tartışılması, araştırılması eğitime gönül verenlerin yurt sevgilerinden kaynaklanmaktadır. Nasıl bir insan istiyoruz sorusunda bugün 21.yy. insan becerilerini görmezden gelmek Türk milletinin varlık ve bütünlüğü ile ilgili pek çok ülkenin vermekte olduğu mücadeleden daha fazladır. Bugün üniversitelerimizin her geçen gün çoğalmasının yanı sıra sivil toplum kuruluşları içinde özellikle eğitim sendikaları ve eğitim derneklerinin yanı sıra vakıfların bir araya gelerek eğitim sistemine ilişkin yenilikleri ve gelişmeleri 21.yy. insan özelliklerine uygun bir biçimde neler yapılabileceği yönünde tartışması bu akımın her geçen gün gelişiyor olduğu anlamına gelebilir. Eğitim politikalarımızla ilgili siyasetten arındırılmış bir eğitim arzumuz olsa da bunun sağlanabilmesi ancak ve ancak gerçekçi devlet kararları ile sağlanabilmektedir. Dolayısıyla eğitim sistemi aslında o sisteme etki eden dış örüntülerin bileşeni gibidir. Öğrencilerin eğitim hakları ile ilgili her geçen gün özel okulların arttığı günümüz dünyasında Neo-liberal politikaların eğitime yansıtmalarında olumsuzluklara ilişkin zamanla susturulmuş bir çaresizlik durumu söz konusu olabilmektedir. Peki değerlerle ilgili biz eğitimin asıl kahramanı olan öğretmenlerimize nasıl değer vermekteyiz sorusuna doğru cevapları 21. yy. iş motivasyonlarına ilişkin eğitim sektöründe öğretmenin kıdem ve maaşlarının arttırılması dışında ne gibi yaptırımlar sağladık?
Türkiye de Öğretmen Yetiştirme ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün EBA destek programları aracılığı ile öğretmenlerin mesleki gelişimlerine asenkron uygulamalarla bir takım programları öğretmenlere sunması dışında öğretmenlerin girişimcilik vizyonlarını arttırıcı pek çok projelerinin de hayata geçmesi ile ilgili başta Avrupa birliği destek projeleri hayata geçirildikçe öğretmenler yönetici olmak arzusu olmadan eğitime kattıkları değerlerle başarılarına her geçen gün bir yenisini daha eklemektedirler. KKTC Mili Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nda da Türkiye Cumhuriyeti’ndeki gelişmeler kadar büyük adımlar atılamasa da Eğitim Ortak Hizmetler Dairesi’nin de özellikle pandemi döneminde online eğitimlerde öğretmenlerin mesleki gelişimlerine yönelik inanılmaz sayıda kurslar düzenlendiğini görebilmekteyiz. Bu anlamda önemle belirtmek gerekmektedir ki; adanın kuzeyinde öğretmenlerin büyük bir çoğunluğunun bu kurslara asıl katılım amacı mesleki gelişimi “mesleki yükselme” olarak değerlendirmeleri nedeniyle oluşturulmuş tutumlarıdır. Bu tutumların nedeni de elbette tutuma neden olan yasal bilgilerle de ilişkilidir. Dolayısıyla yükselme sınavlarında öğretmen becerilerinin bu belge birikimleri ile değerlendirilmemeleri, almış oldukları eğitim içerikleri ile ilgili herhangi bir değerlendirmeye tabi olmamaları bu kurslardaki eğitimlerde kimlerin gerçekten başarı sağlayabildiğini de ortaya çıkaramayan ayrı bir sorun olarak değerlendirilebilir. Bazen kurslara katılan öğretmenlerin davranışlarını Pawlow’un şartlandırılmış öğrenme modeline de benzetebiliriz. Öğretmenlik mesleği sanatsal bir beceridir ve mesleki gelişimler bu çerçevede planlanmalıdır. Yenilik ve değişimlere ilişkin öğretmenlerin tutum ve davranışları eğer zihinlerinde doğru kodlar yerleştirebilirlerse eğitime de olumlu etki edecektir. Dolayısıyla yaşamım boyunca müdür olmadan emekliye ayrılmış harika öğretmenlerimin olabildiğini de gururla belirtmek isterim. Hatta bu öğretmenlerin mesleki doyumlarında mutlu olmalarının sebeplerinde neleri kendileri ile içselleştiriyor olduklarını az biraz tahmin edebilmekteyim. Çünkü o değerlerle büyütülmüş bir ailenin o değerler içinde yetiştirdiği öğretmenlerin eseriyim.
Bugün biraz bana ilk okuma ve yazmayı öğreten öğretmenimden başlayarak hayatımda kitap okuma aşkını kazandıran öğretmenlerimden bahsetmek istiyorum. Böylelikle bu mesleğin izlerini bir çocuğun artık öğretmenlik taşıyan kimliğinde yorumlanması eğitimci arkadaşlarımıza da katkı sağlayacaktır. Özellikle unutulmaya yüz tutmuş olan kitap okuma ve okutmakla ilgili değerlerin nesillerimizle ilgili ne gibi olumsuzluklara itebileceğini far ettirmek çok önemli bir husus. Bu amaçla eğitimde özellikle her ailenin bütçesinde bir kitap almayı da ihtiyaçlar listesine ekleyebilmesine, kitabı çok olanın paylaşmakla mutlu olabileceğini hissedebilmesine katkı sağlayabilelim.
Öğretmenlik yaşamım boyunca Adnan Eraslan ile araştırma yapmakta olduğum bir konu ile ilgili röportaj yaparken yeni nesil öğretmenlerin yasalar çerçevesinde A öğretmen ( 25 yılını dolduran ) ve B Öğretmen ( 20 yılını dolduran ) öğretmenlerin ders saatlerinin daha da azalması konusu hakkında bir konuşmasında öğretmenlerin devlet işi dışında herhangi bir dershane ya da özel işle çalışamaz olma durumunu belirten yasa ile ilgili “ Eğer bu meslekte para biriktirmek ya da zengin olmak niyetiyle bu işi yapmak hevesleri varsa bıraksınlar. Bu meslek zenginlik kazandıracak bir meslek değildir çünkü” gibi bir ifade kullanmıştı. Zenginlik ifadesinde maddi anlamda bu mesleğin ehlinin gönül vermek ve tabii ki bu mesleğin zenginliğinin gönüllerde biriken ülke evlatlarının güzel yerlerde olmasındaki onur duygusuydu kim bilir?
1 Nisan 1873’te Namık Kemal’e ait olan “Vatan Yahut Silistre” oyununun izleyicilerle buluşması ne yazık ki Namık Kemal’in bu süreçten sonra hayatında pek de güzel günleri yaşamamasına bir engel de olan bir duruma sebepti. Mağusa’da bir zindana 38 ay süren bir sürgün ile gönderilirken defalarca sıtma hastalığı gibi pek çok hastalığa da kötü koşullar nedeniyle maruz kalmıştı Namık Kemal. Bugün Kıbrıs’ın en değerli tarihi yerlerinden biri olan Namık Kemal Zindanı turizm açısından da turistlerin de dikkatini çeken bir tarihi eserdir. Nitekim bu zindan ve zindana bitişik olan müzede Namık Kemal’in yaşamına dair görüntü ve eserler bugün tarihimiz adına birer ibret içeren bir geçmiştir kim bilir. Peki, neden Namık Kemal? Türk eğitim tarihine önemli katkıları olan Namık Kemal elbette gönüllere taht kurabilmiş olsa da onun yaşamında yaşamış olduğu zorluklar bugünkü Türk eğitim sistemine hâlâ daha olumlu etkisi ile yansımaktadır. 1840 yılında hayata gözlerini açan Namık Kemal 1888 yılında hayata gözlerini çok genç yaşta kapatmış olan çok değerli bir Türk edebiyatçısı olmakla da kalmayıp kendisi bugünkü Tük eğitim sisteminin gelişimine de önemli düşüncelerini katmış eğitim felsefemize katkı koymuş bir üstattır. Yaşadığı dönemlerde medrese zihniyetine karşı çıkarak dönemin eğitim sorunlarını tartışmanın yanı sıra halkın kültür düzeyini yükseltme çabası göstermiştir. Hatta bu özellikleri dışında Mustafa Kemal Atatürk’ü siyasî ve vatanperverane görüşü ile etkileyen Namık Kemal şairliği ve yazarlığı ile Türk eğitim tarihinde de önemli değerler katmıştır. Bugün her ne kadar Namık Kemal adı şiir ve yazmış olduğu yazılarla gönüllere taht kursa da eğitim bilimleri ile ilgilenen biz eğitimcilerin onun eğitim felsefesine bakış açısını da bilmekle eğitime yön verirken doğru olduğumuz kararlarda onun dik duruşundan esinlenmeliyiz kim bilir. Kaçımız Namık Kemalleri yaşatabilmeyi başarıyoruz eğitimde toplumuzun geleceği adına? Namık Kemal’in Türk eğitim tarihindeki değeri nedir sorusunun cevabı sanıyorum aşağıdaki paragrafı okuduğumuzda gayet açıklayıcı bir cevaptır.
‘Namık Kemal’e göre, Avrupa milletlerinin gelişmesinin tezgâhı mekteptir. Eğitimin güneşi dünyayı aydınlatırken, biz ne zamana kadar böyle gevşekliğin ağır uykusunda kalacağız? Bizim, eğitimi geliştirmekteki ihmâlimizin sebepleri neler olabilir? Bazı mutaassıpların “eğitim dini zayıflatır” şeklindeki inanışına mı önem veriliyor? Ama “beşikten mezara kadar ilim isteyin” diyen İslâmiyette bu inanış geçersiz değil midir? “Eğitim devletin düzenini bozar” şeklindeki görüşe mi önem veriliyor? Bu da yanlıştır, çünkü eğitim herkese görev ve haklarını bildirdiği için hürriyeti tamamlar, düzeni asla bozmaz. Acaba, “toplumumuzun genel fakirliğinden” mi eğitim geri kalıyor? Ama, eğitimin ilerlemesini zenginliğin artmasından beklemek doğru olamaz. Çünkü zenginliğin kaynağı da yine eğitimdir. Acaba “daha önemli bir başka ihtiyacımız” var da onu mu eğitime tercih etmek zorundayız? Böyle bir ihtiyaç, olsa olsa, askerî işlerde olabilir; ama onları da eğitimin önüne koymayız. Çünkü, eğitim için değil de, ordu için para harcamak, insana kendi beynini yedirip kuvvet kazandırmaya çalışmaya benzer. Şu halde bizim hiçbir mazeretimiz yoktur! Oysa, bütün insanlık istekle, hızla ilerliyor! Tembellik döşeğinde, gaflet uykusundaki toplumların vay haline! Bunun sonu pişmanlık ve yok olmadır! Böyle bir son’dan bir toplumu kurtaracak şey ise yalnızca çalışma ve eğitimdir!’(Akyüz, 2009).
Yaklaşık 13 yıllık bir öğretmenim. Hâlâ daha bana ilk okumayı ve yazmayı öğreten kıymetli öğretmenim Zalihe Ertuna’yı hiç unutmadım. Çocukluğumda boyu benden oldukça uzun olduğunu sandığım o güzel genç kız ince kibar vücut hatlarının yanı sıra dalgalı saçları ve güler yüzlü bakışlarını hâlâ daha hiç ama hiç unutmuş değilim. Her gün defterime yapmış olduğum yazı ve çizgi çalışmalarıma attığı tiklerde tarihler ay ve günün yanı sıra yıl ayrıntısının yanı sıra onun kendi kendi kimliğine ve el çizgilerine has imzası ile defterlerimde yer alırken hiçbir satın alınacak yapıştırmalar ya da hiçbir ödül bu mukaddes el çizgisinden daha değerli olabilir miydi? Nitekim her gün onun o güzel imzasını taklit ettiğim kâğıtlardaki uğraşım ona olan sevgim ve hayranlığımla da ilgili büyük bir bağdı. Öğretmenin etkileyici olan özellikleri öğrencinin ona özenmesi, onu taklit etmesi, onun rol model olduğu değerlerinde gizlidir. Birinci sınıfı bitirdikten sonra aynı sınıf öğretmenim ile birlikte yeni bir dönemi güven içerisinde okuma ve yazmayı öğrenmiş olarak bol kitaplar okuyarak geçirmekteydik. Genel anlamda sınıfta akademik anlamda en başarılı öğrenciler arasında olmam aslında tamamen öğretmenimin eseri oluşumla ilgili bir özverinin sonucuydu. 1993 yılında evlilik hayatına girecek olan öğretmenim bir zarf içinde bana düğün davetiyesini anne ve babama ulaştırmam için verdiğinde bizi de kendi mutluluğunu paylaşacak olduğu güne davet edişiyle nezaketli kişiliği ile yine bana örnek oluyordu. Nitekim günlerce düğününe gitmeyi arzu ettiğim o düğün tarihinde annemin doğum sancısı nedeniyle hastaneye kaldırılması durumuna neler olduğunu tam olarak anlayamadığım için o gece öğretmenimin düğününe gidemediğim için yatağa uyumak için girdiğimde üzüntümü en güzel anlayan ağlarken yanağımdan süzülen yaşların damladığı yastığımdı kim bilir? Okula gittiğimde öğretmenime bir kardeşim olduğunu ve düğününe bu yüzden gelemediğimizi söylediğimde beni tebrik etmesi, kardeşim ve annemin nasıl olduğunu merak edip sorması masasında bana yakınlaşarak hafifçe eğilerek üzüntümü sevince dönüştürüşünü hiç unutamıyorum. Öyle ya Zalihe Öğretmenler öyle kolay kolay gönüllerden kayıp gidebilecek değerler değilse bu onların insanî değerlerinde insana verdikleri değerle yücelir değerlere sahip olmalarındandır. Belki hiçbir hizmetiçi eğitim kursunun kazandıramayacağı aile eğitimi ve ilköğretim kademesindeki kişilik ve karakter gelişimleri eğitimde en ihmâl ettiğimiz ayrıntıdır kim bilir? Günümüz yeni dünyasında meslek yaşamımızda kendimizde pek fark edemesek de bir başka meslektaşlarımızın bazen meslektaşlarına, bazen öğrenci velilerine ya da farklılıkları olan öğrencilerine karşı hoşgörü kültürünü yitirmiş olduğuna tanıklık edebiliyoruz değil mi?
Evlilik nedeniyle farklı bir okula göreve gideceğini bize önceden söyleyen o güzel öğretmenim telefon numarasını, ev adresini hepimizle paylaşmıştı ve evlerimize yeni yeni telefonların bağlandığı o dönem onun sesini duyabileceğimi düşünüp mutlu oluyordum. Bir öğretmenin öğrencilerinden ayrılmaya ilişkin öğrencilerini bilgilendirme ve onların ayrılık acısı yaşamalarına engel olacak detayda onlarla iletişim kurabileceği ev adresi ya da telefon numarasını paylaşımı öğretmenliğin pedagojik boyutunda çocuk gelişimi ve ruh sağlığı ile ilgili farkındalık ve bilincinin yüksekliği ile ilişkili önemli bir beceri olarak değerlendirilebilir. Nitekim Zalihe Öğretmenimden hayatım boyunca hiç ama hiç kopmadım. Enterasan olan şu ki; uzun yıllar sonra Atatürk Öğretmen Akademisi’nde öğrenim gördüğüm son yıllarında bir sergi salonunda karşılaştığımda aradan 13- 14 yıl geçmişti ve gerçekten beni hatırlaması, tanıması ve her ikimizdeki özlem ve sevinç bambaşka bir duyguydu. Benim özlemim ilk günkü kadar çocukken onun özlemi bir annenin evladına duyduğu özlem kadar samimi ve içtendi. Öğretmenimi incelerken benden kısa olmasına bir yetişkin olarak şaşkınlıkla bakıyordum. Öyle ya öğretmenimin boyu aslında hiç ama hiç değişmemişti. Değişen yıllar içinde benim boyumun uzaması olsa da algıların zihinde kazıdığı kodlar hatıralarımızı ta ki farklı bir bilgiyi o kodun olduğu yere yerleştirene kadar yani yeni deneyim kazanana kadar varlığını sürdürmektedir. Bir takım şeyleri büyüseniz de anlayamazsınız. Sosyal bir meslek olan öğretmenlik mesleği insan iletişimi-etkileşimi-gelişimi- ruh sağlığı vb. durumların yanı sıra tüm bu faktörlere etki eden pek çok faktörlerin de bilincinde olmayı gerektiren bir meslek olduğu için belki de çok şanslıydım. Çünkü öğretmen olduktan sonra bu meslekle ilgili pedagojik bilgileri deneyimlerimle yaşantıma katmak inanılmaz haz veren bir mutluluk.
İyi öğretmenlere denk gelmek bir çocuğun hayatında karşılaşabileceği en büyük şanstır sözünü özellikle öğretmenler gününde duyarız. Bazen de bir takım başarılarda kişi edindiği başarının asıl kaynağını öğretmene duyduğu vefadan ötürü teşekkür mahiyetiyle dile getirebilmektedir. Nitekim Türk toplumu tarihin her döneminde ilim ve irfan öğreten yürekli öğretmenlere manevi anlamda değer veren bir toplum yapısı ile çocuklarını yetiştirmektedir.
3. Sınıfa başlayacağımda Zalihe Öğretmen olmadan yeni bir öğretim yılına giriyor olsam da her çocuk gibi korku ve endişeler yaşıyordum. 3. Sınıfa adeta bir çocuğun anne ya da babasından birini kaybetmiş gibi başlamıştım. Zalihe Öğretmenime hasret çektiğimi belli etmesem de tüm sınıf arkadaşlarım gibi ben de Zalihe Öğretmenim olmadan yeni tanışacak olduğum bu yeni öğretmenle nasıl bir bağ kuracağımı da bilmiyordum. Öğretmen yetiştiren kurumlar özellikle okulöncesi ya da ilköğretim kademesinde daha önce öğretmenlik yapmadıkları bir sınıf ile tanıştıklarında öğrencilerine nasıl yaklaşmaları gerektiğine yönelik öğretmen adaylarına sınıf yönetimi, çocuk gelişimi ya da gelişim psikolojisi gibi dersler kapsamında çeşitli yöntemler öğretirler. Fakat bir çocuk öğretmenin profesyonel bilinçte yetiştirildiğini bilemediği gibi yabancı biriyle günün yarısını geçirecek olduğu anların da nasıl olacağı ile ilgili korkular yaşayabilir. Hatta çocuk okul ortamına ailesi tarafından güven ile bırakılsa bile kimi zaman izlemiş olduğu çizgi film ya da farklı sebeplerden ötürü korku ve kaygılarını kendi kafasındaki hayallerle bile yaşayabilmektedir. Okulun ilk günü yeni eğitim ve öğretim yılına başlangıç sadece öğrenci için zor bir dönem değildir. Öğretmenin yıllık plan hazırlığı, eğitim verecek olduğu sınıf için hazırlamış olduğu araç gereçleri sınıfa yerleştirmesi, öğrencilerin gelişim ihtiyaçlarına uygun dikkatlerini çekecek materyallerin hazırlığı, kişisel bakımı hatta dış görüntüsü de öğrencilerle etkileşim ve iletişim kurmasına etki edebilmektedir. Hatta görev yapılan öğrenci nüfusunun kültürel değerlerini bilmek ve saygı duyarak öğrenci ve velilere yaklaşmak bile iletişim becerilerinizi etkilemektedir. Hatta bazen hiçbir kitapta yazılmamış bir takım takım değerleri taşımanız bile sizin iletişim becerinize güç katabilir. Kısaca kendi kimliğinizde yetiştirdiğiniz kendi kişilik ve benliğinizin öğretmenlik sanatına kattığı değer belki de her şeyden daha önemli bir değer katacaktır eğitim sürecine yeni başlayacak olan o minik kalplerle başlatacak olduğunuz iletişime.
Nitekim ben de her çocuk gibi yeni öğretmenimi merak ettiğim gibi Zalihe Öğretmenime olan aidiyet duygumdan ötürü de farklı duyguları içimde barındırmaktaydım. Fakat yeni öğretmenimiz Aysen Hızlan bu korku ve endişeleri ilk günden bana ve tüm arkadaşlarıma unutturmuştu bile. Sınıfımızda öğrencilere okuma alışkanlığımızı arttırmak için bir kütüphane kurmuştu ve ben o sınıfın en çok kitap okuyan öğrencisi olarak düzenli olarak ondan ödüller alıyordum. Sınıftaki tüm kitapları okumuştum. Artık sınıf kütüphanesi dışında okul kütüphanesi hatta kendi köyümüzdeki halk kütüphanesindeki kitapları okumaya başlamıştım. Okuma ve yazma becerisini kazandığım okul sayesinde okuma sevgisini değer gördükçe büyütüyordum kalbimde. Şimdilerde öğretmenlerin çocuklara en çok önerdiği fakat gerçek anlamda okuma becerisine ilişkin etkinlik ve zamanı doğru kontrol edemedikleri okuma sevgisini teknolojinin körelttiğini öne sürsek de belki de çocuklara kitap okuyan rol modellerin azınlığı teknolojiden daha olumsuz bir şanssızlıktır ne dersiniz? Şimdi meslektaşlarıma, hatta ebeveynlerime şu soruyu sormak istiyorum:
Bir çocuk size okuduğu kitabı getirdiğinde o gün en önemli ders olan matematik dersini bir kenara bırakıp o kitabın yazılan hikâyesi dışında öğrencide bıraktığı iz hikâyesini hiç dinlediniz mi? Örneğin o kitabın alınma hikâyesi öğrencinizin hayalperest mi yoksa realist bir kimliği olduğunu size tanımlamasına fırsattır. Böylelikle öğretim uygulamalarında öğrencilerinizin dikkatlerini çekecek yöntemlerde zorluk yaşamazsınız. Bu anlatımda çocuğun okumakta olduğu kitabın biri tarafından çocuğa hediye edilip edilmediği ya da bir arkadaşından mı alıp almadığı, ya da onun da bir arkadaşına kitap mı paylaştığı gibi durumlar çocuğun sosyal yaşamı ile ilgili olumlu durumları fark etmenize bir fırsattır. Hatta neden o kitap da başka kitap değil? Yani diğer kitapların çocuk tarafından neden tercih edilmediğini anlayabilecek zamanı öğrencinize ya da çocuğunuza ayırabiliyor musunuz? Çocuğun kaçıncı sayfada kaldığı, kitapta neler anlatıldığına dair size ve öğrencilerinize bir takım şeyler anlatabilmesine fırsat veriyor musunuz? Yoksa müfredatı yetiştirme gailesi içinde öğrencinizin o gülen tebessümlü yüzüne kuru aferinler ve kuru gülücüklerle tebrik edip yerine mi gönderiyorsunuz? Güleryüz ve olumlu cümleler bazen ruhsuzluk içerebiliyor. Nitekim kitaplar da ruhsuz bir yerde değer kazanmayınca çocukların hevesleri kırılabilmekte ve çocuklarımız okumaya ilişkin ruhsuzlaşmanın etkisi altında kalabiliyorlar. Kokusunda ayrı bir tat, her bir yaprağında sayısız düşlerin düşünce ve deneyimlerle hayata dair Voltaire’in de belirtiği gibi kitapların yaprakları bizi aydınlığa götüren kanatlardan farklı olmadığı için o minik zihinlere rehber oluyordu değil mi?
Okul sayesinde kendimi tanımanın yanı sıra kendimi kalabalık bir toplulukta bazen akranlarımla bazen de yetişkinlerle ifade edebilme özgürlüğü tadıyordum. Artık en küçük gruplardan birinde de değildim. Saçlarım her zamankinden daha uzun, boyum her zamankinden daha uzun ve konuşma becerimin yanı sıra müzik, spor tiyatro becerilerim başarılı bir öğrenci olmanın yanı sıra daha da bir güçlenmiş durumda idi. Açıkçası 4. Sınıfa başlamayı hiç ama hiç istemiyordum. Çünkü yine öğretmen değişikliği ile yüzleşecek ve nasıl bir öğretmenle tanışacağımızı yine bilmiyordum. Büyümüş olsam da hâlâ daha çocuktum.
Ertesi yıl okul açıldığında Ferit Öztürk adında bir öğretmenin sınıf öğretmenimiz olduğunu görüyordum. Soyadı adından daha çok dikkatimi çekmişti. “Türk” kelimesini içeren bir soyadı olduğu için sanıyorum adından önce soyadını aklımda tutmak daha kolay gelmişti bana. Bu öğretmen hayatım boyunca gördüğüm en uzun boylu öğretmendi ve kocaman elleri vardı. Kocaman ayakları, kolları vardı. Ceketi ve pantolonu aynı kumaştan bir üniforma gibiydi. Her gün ders anlatırken tebeşiri tutan uzun parmakları, sınıfta dolaşırken uzun bacakları ile benim iki kez attığım adımı bir adımda atışını şaşkınlıkla izliyordum. Mesleğine verdiği önem okula erken gelmenin yanı sıra her gün titizlikle giydiği takım elbiselerinin yanı sıra, kış günlerinde bile çamur ya da toz bile olamayan ayakkabıları ile gözlerimizi ışıldatıyordu. Her sabah tıraş olduğu için temiz yüzü ve dökülmüş saçları ile bir bakıma babacan kimliği ile kendini yavaşça bize sevdirecekmiş meğer. Daha önce hiç sınıf öğretmenim erkek olmamıştı. Okulun ilk günlerinde bizimle tanışmasının yanı sıra bir takım kuralları bizimle anlaşması ile onu tanımaya çalışıyorduk. Meslek hayatım boyunca asıl öğretmenlik becerilerimle ilgili temel sınıf yönetimi becerilerimde öğretmen okulundan birçok bilgiyi almama rağmen bir takım değerleri sanıyorum o uzun boylu, özverili titiz giysileriyle saçları dökülmüş, gözlüklü mizah yeteneği yüksek olan adamdan öğrenmişim meğer. Belki de öğretmen olmasaydım Ferit Öğretmenimle ilgili aşağıda yapmış olduğum tespitleri hiç fark etmeyecektim kim bilir?
Sınıfın ve hatta tüm okulun koruyucu lider özellikleri olan, çalışkan, atletik, sosyal yönü yüksek olduğu gibi sanat çalışmaları ile ilgili resim ve müzik derslerinde de en gözde öğrenci olarak kendimi tüm okul öğretmenlerine tanıtmış bir öğrenciydim ardık. Nitekim sorumluluk duygum ve lider özelliğim yüksek olmanın yanı sıra örgütlenme becerim olduğu için sınıf arkadaşlarımın desteği ile kaptan seçilmiştim. Demokrasinin ne olduğunu sayısız kitaplarda olan görseller, videolar ve yazılarla çocuklara anlatabilirsiniz. Fakat bir çocuğun demokrasiyi ilk tattığı sosyal ortam aslında okul ortamıdır. Bu özelliğin öğretmenliğime lider öğrenci kavramının öğretmene ne kadar olumlu katkı sağladığını öğretmen olduktan sonra çok daha iyi anlıyordum. Sınıfın nöbetçi listesi, temizlik ve korunması, ihtiyaçları, özellikle “Atatürk Köşesi” ile ilgili yapılacak olan sınıflar arası köşe yarışmalarında organizasyonların koordinasyon sürecinde arkadaşlarıma görevler veriyor ve adeta eğitim yönetimi ile ilgili eğitim kitaplarında okuduğumuz yönetim süreçlerini yaşayarak bir küçük grupla öğreniyordum. Manevi anlamada özellikle özel günler için herkesten toplamak amacıyla bebek maması kutusundan yaptığımız sınıf kumbarası geldi aklıma. Şimdilerde bir sınıfta değil kumbara görmek öğrencilerin bir acı ya da sevinçte kendi gönüllerinden biriktirdikleri parayla bir değere sahip çıkabilmelerini görmek bile mümkün olamıyor. Oysa o küçük birikimler öğrencinin sınıf aidiyeti, toplumsal duyarlılık bilinci, dayanışma bilinci, yardımlaşma, takım çalışması ve işbirliğini öğrenmesinin yanı sıra motivasyonuna da katkı sağlamakla ilgili eğitimde örtük müfredat içinde önemli bir değerdi öğrencinin gelecek yaşamına değer katmak adına. Karma nüfuslu bir sınıfta sosyo-ekonomik düzeyleri farklı olan bu öğrencilerin birbirlerini ötekileştirmelerine fırsat vermeden barış kültürünü öğrendiğim en harika öğretmenlerden biriydi o koca yürekli adam. İnsanların fakirlik ve yokluk durumlarında birbirlerine yardımcı olmaları ile ilgili dayanışma ruhunu bana öğreten ilk öğretmenim Ferit Öztürk olmuştur. Sınıfımızda farklı farklı mesleklerde olan aile çocukları vardı. Çiftçilik dışında esnaf ve zanaatle kazanç sağlayan bir babanın çocuğuydum. Nitekim girişimci özelliğimin yanı sıra pek çok kız çocuğundan farklı özelliklerde büyüyen de bir çocuktum. Sınıfta maddi durumu kötü olan arkadaşlarımız için para biriktirmekle ilgili sınıf kaptanı olmanın vermiş olduğu sorumluluk bana dayanışma liderliğini katarken anne olduktan sonra bu duygunun ne demek olduğunun sanıyorum şimdi daha çok farkındayım. Nitekim “damlaya damlaya göl olur” atasözündeki düşünceyi merhamet ve yardımlaşma amacıyla küçük bir sınıf örgütü içinde organize olarak başarabilen o minik kalpli çocukların birikimleri sonucu ürettikleri her sürpriz sınıf öğretmenimiz tarafından da takdir edildiği için 2 yıl boyunca o kumbarada para biriktirme çabası mezun olana kadar hep devam etti. O küçük teneke kumbara içinde biriken paralarla ne kadar arkadaşımıza yardımcı olduğumuzu, kaç öğretmenize tüm sınıf adına çiçekler aldığımızın sayısını bile hatırlamakta güçlük çekiyorum. Bunlar anlatırken hem onur duyulan hem de özlem duyulan hatırlara olsa da bu etkileşimlerin yeniden canlanması için öğretmenlerimizin heves hususunda çocukların öğretmen tutumundan etkilendiklerini hatırlamaları gerekmektedir.

Ferit öğretmeninin 4 Mavi sınıfında 1994 yılında öğretmen olduğunda kaç yaşında olduğunu bilmiyorum. Fakat 1990’larda adanın kuzeyinde merkezi okul sistemine geçildiği bir süreç olduğu için okulların birleştirilmesi ile ilgili toplumda hoşnutsuz eleştirilerin yapıldığını 10 yaşındaki aklımla hatırlamaktayım. Bu yeni eğitim yaklaşımları hem öğrenciler hem de öğretmenler için kalabalık okul nüfus ve kültürüne entegre olmaları açısından pek de alışık olunan bir durum değildi. Nitekim köy okullarının şehir okullarına taşındığı bir dönemde öğretmen olmak sosyal yönünün güçlü oluşu ile bu değişim sürecini yönetebilmek adına bir avantaj sağlıyordu Ferit Bey’e. Şht. İlker Karter İlkokulu 1974 Mutlu Barış Harekâtı’nda uçağının düşmesi sonucu adının yaşatıldığı şehit olan Şehit Üsteğmen İlker Karter’in yuvasında farklı köylerden yüzlerce çocuk daha katılıyordu. Kimi zaman aramıza gelen çocukları anlayamıyor hatta bazen onları beğenmiyorduk her öğrenci gruplarında farklı yerlerden gelenlere karşı aidiyet bilincimiz onları aramıza almaya engel oluyordu kim bilir?
Genel anlamda yerli Kıbrıslı Türk ailelerle Türkiye’den 1974 Barış Harekâtı sonrasında göç eden ailelerin çocuklarından oluşan sınıfın kültür farklılığı içinde kasaba ve köy yaşamı arasındaki farklılıklar bile sınıf etkileşimini ve arkadaş gruplarının bir araya gelmesini ortak paydalar bulabilme adına etkiliyordu. Akademik anlamda Türkiye kökenli ailelerin sosyo- ekonomik durumlarının yanı sıra ebeveynlerinin eğitim düzeylerinin düşük olması Türkiye kökenli bir aile çocuğu olarak sınıf arkadaşlarım içinde en zeki, çalışkan ve kimseye ihtiyaç duymadan derslerimle ilgili sorumluluklarımı yerine getirebilen özelliğim pek çok öğretmenimin takdir ve ilgisini çekmekteydi. Nitekim Ferit Öğretmen babamın da çok sevdiği bir dostu olarak kalabalık bir aile çocuğu olmamın dışında benden aslında bana karşı geleceğime dair hep umut doluymuş.
Ferit Öğretmen eğitimde örtük müfredat kapsamında Millî Eğitim Yasası ve millî eğitim amaçlarında eğitimde asıl varılması istenilenlerle ilgili öğrencilere bilgi vermekten çok deneyimler tattırıyordu. Yıl 1995 ve biz o zamanki okul şartlarında Atatürk ile ilgili tanıtıcı filmleri okulumuzun televizyon odasında Ferit öğretmenimiz aracılığı ile izliyorduk. Şimdilerde dijital eğitimle ilgili bir takım gelişme ve değişimlerden uzak kalmamamız eğitim alt yapımızla ilgili 1990’lardan sonra eğitimde öncelik sıralarımıza çağdaş eğitim yaklaşımlarına her geçen gün artan nüfusun eğitim alabileceği sınıf alanlarını arttırmak olduğu için belki de gerçek anlamda asıl yapmamız gerekenlere bütçe ayıramamış olmaktır kim bilir? Ferit öğretmen ile ne kadar sosyal bilgiler ve hayat bilgisi konuları ile ilgili video izlediğimizi hatırlamıyorum fakat okulun televizyon odasına izlediğimiz filmler içinde Atatürk ve cumhuriyet tarihi adına her Türk çocuğunun bilmesi gereken değerleri barındıranları asla unutamıyorum.
O korktuğumuz öğretmen adeta hepimizin gönlünü kazanmayı başarmıştı. Her hafta farklı konularla ilgili bize kompozisyon ödevleri veriyor ve yazdıkça kendini ifade eden bana bir yetişkinin değer verdiğini yazdıklarımı sınıf ve öğretmenimle paylaştırdıkça hissettiriyordu. “Neden bu kadar uzun yazıyorsun?” veya “Neden iki kez satır başı yaptın?” demek yerine yazdıklarımızı diğer arkadaşlarım gibi sınıfla paylaşmama müsaade ediyor, yazım ve imlâ kuralları ile ilgili anadil eğitimi ile ilgili eğitim ve öğretim programlarını en üst boyutta tamamlayabilmemize fırsat yaratıyordu. Kurallara uymakla ilgili hatalarım varsa onları titizlikle kontrol ediyor, düzeltmemi sağlıyordu. Bunların yanı sıra kompozisyon dersindeki her birimizin birbirimizden farklıklar içeren düşünce ve fikir farklılıklarının “ farklılıklara saygı” yı bize dolaylı olarak öğretiyordu. İnsanların birbirlerine saygılı olmalarına fırsat sağlanması başta eğitim ortalarında sağlanmalıdır. Böylelikle farklı giyimler, farklı yaşamlar ve tercihlerin yanı sıra fikir ve düşüncelerimizle farklı insanlara da hoşgörü kültürü geliştirebiliriz. O uzun boylu ve yuvarlak gözlükleri ile bizim fikirlerimizi dinlerken gerçekten sınıfta sadece kendisi konuşsun isteyen öğretmenlerin bugün bile var olduğu öğretmen tiplerinden farklıydı Ferit Öğretmen. En önemlisi sınıfta günlük tutmamıza yönelik bize fikirler veriyor ve ben her gün hayatıma ilişkin aslında bugün pek çok uzmanın terapi olarak adlandırdığı günlük tutmayı çocukken Ferit öğretmenimden öğreniyordum. Günlük tutmanın yanı sıra hatıra defterlerimizle hem öğretmenlerimizle hem de arkadaşlarımızla sözel olarak iyi şeylerin bugünkü sosyal medyada olmayan dokunsal boyutlarını el ve yazı çizgisiyle sanatsal anlamda tatma imkânı yaşıyorduk. Dil gelişimi ile ilgili yapılan tüm bu etkinlikler sınıf dışında öğrenmeyi zevkli hale getiren alıştırmalardı oysa. Aynı zamanda birbirimize verdiğimiz hatıra defterlerimiz vefa ve manevi değerleri özümsememize fırsat sağlıyordu.
Londra Türk okullarına öğretmen olarak göreve gittiğim yıl küçük bir hatıra defteri almıştım orda. Öğrenciliğimde Üniversite yıllarımda da son ayrılacağım yıl samimi dostlarımın sevdiklerimin bana yazacakları güzel bir hatıra defterim olmuştu. Hâlâ daha tıpkı ilkokul çocukluğumdaki gibi yetişkin bir kadın olsam da bazı dostlarıma olan özlem ve bağımın kopmaması onları bana hatırlatan yazıları oldu kim bilir? Bunu da keşfetmemi sağlayan asıl kahramanım Ferit Öğretmenimdi.
Sınıf yönetiminde öğretim yöntem ve tekniklerinde en popüler tercihlerimden biri beyin fırtınası yöntemi ve altı şapka tekniğidir. Nitekim Ferit Öğretmen özellikle yeni konulara geçiş yapacağında öğrenci düzeyini ortaya çıkarıp derse başlamak amacıyla sorduğu sorulara verdiğimiz yanıtlarla tahtaya tebeşirle yazarken ipuçlarını, dönüt düzletme ve ödüllerini harika bir biçimde öğrenme ortamına yansıtmaktaydı.
4. sınıfın aralık ayını sonlandırmak üzereydik. Yeni yıl kutlamaları için kura çekilişleri, sınıf süsleri derken yeni yıl partimiz olduğu gün hayatım boyunca kişilik ve karakter kimliğime etki edecek bir hediye ile karşılaşacağımı ben de bilmiyordum. Aslında beni en iyi tanıyacağına ve anlayacağına en doğru cevap olan bu kitap bana bir güven armağanıydı. Öğretmenimiz büyük bir karton kutunun içerisinde tüm sınıfın sayısına yetecek kadar kitapların olduğu bir koliyi açıp bu kitapları bizim için getirdiğini söylemişti. Herkes hangi kitabın kime denk geleceğini heyecanla bekliyordu. Öğretmenimiz hepimizi tek tek çağırıp bize yeni yıla aslında ömür boyu yaşlandığımızda çocuklarımıza hatta torunlarımıza bile armağan edebileceğimiz hediyelerimizi takdim ediyordu. Sıra bana geldiğinde parlak beyaz kapaklı bir kitapta Atatürk’ün siyah beyaz çekilmiş bir fotoğrafını görüyordum kitap kapağında. Kitaba bakarken Atatürk’ün devrimleri ile ilgili şapka ve kıyafet devrimini zihnimde hatırlatan bu fotoğraf bana yüreğimdeki Atatürk özlemine Atatürk’ümün armağan edilmesi gibiydi. Kitabın adı “ Atatürk Şiirleri” idi. Kitaptaki tüm şiirleri ezberlemiştim. Tüm şiirleri ezbere biliyordum ve her şair farklı olsa da Atatürk’ü şiirlerle yaşatıyordu şairlerimiz. Ferit öğretmenimin bana armağan ettiği kitap annemlerden aldığım pek az eşyalarımdan biri. Evlilik hayatım ve meslek hayatım boyunca yurt dışına görev amaçlı giderken bile yanımda götürdüğüm özenerek korumaya çalıştığım kitabı şimdi çocuklarım da okuyor. Yaprakları okunmaktan yıpranmış, bir ilkokul çocuğuna kendi sınıf öğretmeni tarafından yazılmış cümlelerle birlikte o iç kapağın arkasında “ bu kitabı bana ilkokul öğretmenim aldı” yazısının altına
“Sınıf: IV Mavi;
Öğrenci: Nazmiye Demir,
Öğretmen: Ferit Öztürk
Yıl: 1995-1996”
Yazmıştım. Öğretmenimin yeni yıl tebrik kutlama yazısı ile o minik parmakların hatırası ile meslek yaşamımda da kullanmakta olduğum o kitap çocukluğumdan kalan en güzel hatıralarımdan bir değer. Demek ki çocuklara verecek olduğumuz armağanlarda onlara ömür boyu unutmayacakları bir değeri bulmak öğretmenlik sanatının en keşfedici yönüymüş.
Günümüz öğretmen ve velileri, öğrencilere hayat bilgisi dersinde fen bilgisi öğretimi ile ilgili akciğer organlarının solunumla ilgili nasıl çalıştığını anlatmaya ilişkin bizim 1990’larda kasaptan ciğer, kemik, mide, kalp, karaciğer gibi bölümleri alıp getirmemizle sınıfta maketlerden görmek yerine sınıf ortamında deney yaparak görme sürecini eğitimde gereksiz vakit gibi algılayabilmektedirler. Zaten son yıllarda ortaöğretimde bile fen laboratuvarları öğrenci nüfusunun arması bahanesi ile normal sınıflara dönüştürülmesinin yanı sıra okullarda deney malzemeleri bile atıl vaziyettedir. Pek çok genç öğretmen bu deneyleri nasıl yapacağını fen bilgisi öğretim yöntem ve teknikleri derslerini öğretmen adayı oldukları okulda deneme fırsatı yakalar. Öğretmen adaylarının hocalarına da sunum yaptıkları proje ve deneyler pek kıymetlidir. Ancak öğretmen adayı dersten sorumlu hocalarına raporlar şeklinde yaptığını sunsa da bu uygulamalar emek açısından daha çok gayret zaman açısından da daha fazla süre gerektirdiği için bu tür uygulamaları öğretmen olduklarında yaparak yaşayarak öğretmek yerine bir video aracılığı ile gösterip evde yaptırmayı tercih etmektedirler. Bir kısım öğretmen ise deneysel çalışmaları uğraş gerektiren bir iş olarak gördüğü için düz anlatım yöntemiyle sadece kitapları okuma ya da okutmakla geçiştirebilmektedirler. Oysa 21. yy. insan becerilerinde problem çözme becerisi kazandırmanın temelleri atölyelerin yanı sıra fen ve doğa etkinliklerinde çocuklara sunulan fırsatlarla sağlanabilmektedir değil mi?
Hayatım boyunca hep başarılı bir öğrenci oldum ve 20 Temmuz fen Lisesi’ni kazandığım yıllarda okula ilk sıralarda giren bir öğrenciydim. Fen öğretimine ilişkin pek çok ders ve konular işledik deney odalarında. Fakat İngiltere’de gözlem yapmak amacıyla bir İngiliz okulunda Orta 2. Sınıf öğrencilerinin elektrik akımı ile ilgili işlemiş oldukları bir deney çalışması ve fizikte hız -ivme konusu ile ilgili neler yaptıklarını gözlemleme fırsatım olmuştu. Öğrencilerin bir ders boyunca her birinin defterlerinde ayrı ayrı kendi kendilerine deney yaptığını, farklı değerler ile aynı sonuçlara ulaştıklarını, birbirleri ile takım işbirliği kurduklarını gördüm. Bizim çocuklarımıza ezbere öğrettiğimiz formüllerin nereden nasıl ortaya çıktığını keşfettiklerini gördüm. Bu keşfi keşfettiği anda öğrenmeden ne kadar mutlu olduklarına tanıklık ettim. Bizde ise durum farklıydı. Eğitimde asıl değerleri yitirmekle ilgili neden bu oyuna alet olduğumuzu bir türlü anlayamamaktayım. Belki de öncelikle değişimde programlar, alt yapı eksikliklerimizi tartışmak yerine değişimin öğretmen zihniyeti ile başlaması en doğru adımdır.
Ferit Öğretmen her anlattığı Türkçe konusunu bir hikâye ile ilişkilendiriyordu. Anlattığı komik fıkra ve yaşanmış gerçek olaylarla bizim öğrenme becerilerimize kendi sınıf yönetimi becerilerindeki etkili iletişim için gereken tüm uygulamaları yaparak da bize rol model oluyordu. Özellikle sınıf içerisinde tiyatro sanatı ile ilgili roller üstlenmemizi sağlayan şiir okuma, hikâye canlandırma, drama ve bir takım rolleri üstlenirken kendimizi kalabalıkta sahnedeymiş gibi ifade etmemize olanak sağlarken öz benliğimiz ve özgüvenimize de katkı sağlamaktaydı.
Espri ve mizahtan bahsederken bu konunun inceliği kişiyi rahatsız etmeyecek incelikte seçilen örnekleri barındırmakta idi. Örneğin şimdi aklıma geldikçe gülüyorum ama hepimizin bir lakabı vardı. Bu lakaplar sadece çalışmalarda yoğun disiplin ortamlarında sınıfa mizah katmak için söylenmekteydi. Asla öğrencileri ciddiyetle anlatılan bir ders ortamında lakaplarıyla çağırmazdı. Sınıfta en sevdiğim arkadaşım olan Gülay esmer tenli güzel bir kızdı ve hiç unutmam ve o yıllarda Serdar Ortaç’ın “Kara Biberim” adlı şarkısı çok popülerdi. Ferit Öğretmen Gülay’a espri yapacağında ona “Kara Biberim” derken; bana ise o yıllarda komedi filmlerinde her ailenin akşam saatlerinde gülmek için tercih ettiği “ İnce İnce Yasemince” adlı dizideki Yasemin Yalçın’ın “ Hamsiye” rolünü üstlendiği “Hamsiye” lakabını söylerdi. Karadeniz kökenli bir ailenin çocuğu olmanın yanı sıra ile herkesi güldüren “Hamsiye” lakabını sanırım benim dışımda o sınıfta kimse taşıyamazdı. Komik görüntüsü ve şivesi ile enteresan olan hamsiye rolündeki kilolu ve mankenlerden farklı olan kadın görüntüsü aslında kimsenin beğenmeyeceği bir lakaptı. Ferit Bey bu lakabı bana kimsenin söyleyebilme cesareti olamayacağını benden korkan tüm okul çocuklarının varlığını bilerek çok ama çok doğru kişiye bu lakabı yakıştırmıştı. Ferit Öğretmen sayesinde “Hamsiye” yit izleyerek tiyatro becerilerimi arttırdım demezsem yalan olur. Gerçekten aradan yıllar geçtikten sonra sınıfta her öğrenciye ilginç lakaplar ile sınıfı adeta tiyatro ve film garına çeviren o güzel yürekli öğretmenin sanırım seçtiği bu “Hamsiye” kahramanını taşıyabilecek en doğru kişi bendim diyorum. Hem açık sözlüydüm, hem cesurdum, hem de bu özelliklerimle çok doğal ve saftım. Başıma gelecek olan olumsuzlukları tahmin etsem bile ne de hakkımı kimseye yedirecek karakterdeydim ne de sevdiklerimin haksızlığa uğramasına göz yummayacak kadar da sadakat doluydum. Pek çok kız çocuğu farklı sorunlar içinde ağlarken ben sorunları ağlamadan çözebilmekteydim. O zamanlar Japon Çizgi filmlerinden biri olarak Japonca adıyla “Bishoujo Senshi Sailor Moon” yani Türkçe adıyla “ Ay Savaşçısı” olarak yayınlanan Naoko Takeuchi’nin yazdığı çizgi filminin bir hayranı olarak mahalledeki bazen okuldaki arkadaşlarımla oynadığımız oyunlarda bile bir ay savaşçısı gibi davranıyordum. Tür olarak dram, fantezi, komedi, romantizm içeren o çizgi filmde ve Shoujo( Japoncada genç kız ya da küçük kız anlamında kullanılan bir kelimedir )türlerini barındıran bu çizgi film ile özdeşleşip okulun en cesur kızı oluvermiştim aslında. Şimdilerde filmin karikatüristinin çekik gözlü Japon kızlarının kendi genetik özelliklerini beğenmemelerine yönelik çizilen iri gözleri bir öğretmen olarak eleştiriyor olsam da günümüz çizgi film ve oyunlarına göre şiddet ve subliminal içeriklerin en az olduğu bu çizgi filmlerle büyüdüğümüz için kendimi şanslı görüyorum.
Şimdilerde okullarda en tehlikeli olan durum zorba öğrencilerin zorbalıklarına alet edebilecekleri silahları lakaplar değil midir? Öğretmenin öğrencisini tanımadan seçmiş olduğu lakaplar nedeniyle kimi zaman lakap takılan o öğrenci için hayat bir işkenceye de dönüşebilmektedir. Çoğu zaman bu lakap birilerini güldürürken lakap takılan o öğrenci hem aşağılık duygusu hissetmekte, hem de kendi kimliğinde var olan benliğine saygı duyulmamasından ötürü onu itibarsızlaştıran tutumlara yönelik öğretmenin taktığı lakapla ilgili olumsuz duyguların devamını sınıf sonrasında da yaşamaya maruz kalabilmektedir. O nedenle Ferit Öğretmen gibi öğretmenlerin olmadığı yeni zamanda espri ve mizah kültürünün de değiştiği okullarda yeni nesil çocuklarına onların kişilik ve kimlik gelişimlerinin yanı sıra özsaygı ve öz benliklerinin gelişimine yara açacak hiçbir olumsuz tutuma fırsat vermemek adına lakaplar konusunda en doğru adım hiç kullanmamak olduğunu belirtmekte fayda var.
Bir erkek öğretmen olarak sınıfın çoğunluğunun kız olduğunu ve bazılarımızın ön ergenlik döneminde olduğunu bilerek bize ergenlik ile ilgili özellikle beden temizliği, hijyen ve bazı değerlerle ilgili hatırlatmalar yapıyordu Ferit Öğretmen. Her daim gerek konulmalarında gerekse bize yaklaşımlarında her daim hem kendi mahrem alanını koruyan hem de öğrencilerinin mahrem alanlarına saygı duyan, sürekli sınıfta dolaşarak sınıfta öğrenciler arasında herhangi bir sorunu olanı görebilmek adına gözlemleri ihmâl etmeyen adeta bir kâşif gibiydi. Aramızda saçını taramadan, yüzünü yıkamadan gelen öğrenciler vardı. Asla küçümsemeden birine muhtaç olmadan kendilerine nasıl bakım yapabileceklerini anlatırdı. Sürekli sınıfta elleri ve yanakları poyraz olan bir arkadaşımız vardı. Mustafa akademik anlamda çok başarılı olmasa da hareketli ve futbol oynamayı çok seven bir öğrenciydi. Aslında yağmur, çamur demeden sokakta mahalledeki arkadaşlarıyla sürekli top oynardı. Annesi ev hanımı babası da polisti. Anne ve babası ilgili bir aile idi. Fakat Mustafa’nın el ve yüzünü gören onun ailesi tarafından ihmâl edildiğini sanabilirdi. Ferit Bey öğrencilerini inanılmaz iyi tanıyor ve onların neye ihtiyacı olduğunu çok ama çok doğru tespit ediyordu. Nitekim Mustafa’nın kafasına koyduğunu yapan, inatçı ve spora merakı olduğunu gerçekten fark ediyordu. Mustafa’nı ellerindeki kızarıklıklarla ilgili hiçbir eczanede ya da bakım yerinde bulamayacağı bir değerde sıcak su ve zeytinyağı ile ellerine nasıl bakım yapacağını anlatırken hepimize en ucuz kişisel bakım yöntemlerini de anlatıyordu. Hiçbir çocuğu yaşamlarındaki aile değerleri ya da aile yapıları ya da etnik kökenlerine bakmaksızın küçümsemeden her birine sosyalleşme ve birey olmaları yönünde adeta bir rehber öğretmen oluyordu. Nitekim yıllar sonra Mustafa’mız evlendi bir mesleği var ve hâlâ daha hobileri içinde futbol merakını hakemlik yaparak da devam ettirmekte. Belki de Ferit Öğretmen Mustafa’nın futbol oynama merakına küçümser nitelikte bir yorumla olumsuz bir tepki vermiş olsaydı Mustafa bugünkü hayatında futbol ile ilgili başarılara da adım atamayacaktı kim bilir? Bu bahsedilen özellikler motivasyon ile ilişkili değerleri barındırsa da ne yazık ki insan tanıma sanatı öğretmenlik mesleğinin olmazsa olmazları arasında yer aldığını belirtmek durumundayız. Çünkü insanı tanımadan anlamak, anlamadan empati yapmak, empati yapmadan da saygı duyabilmek pek mümkün değil. Bu nedenledir ki; ilişkilerde çatışmadan çok uzlaşı kurmak eğitimde de öğrenciyi kazanmak adına bulgur köftesi hamurunun dağılmaması için harcına kattığımız yumurta akı gibi tüm malzemeleri bütünleştirici bir bağ kurmak kadar önemlidir.
İlköğretimin son kademesine gelen kaç kız çocuğu bir sütün yoğurt olabilmesi için deneyim cesaretini ailesinden alabiliyor bilinmez ama eğitimde bu tür etkinlikler çocukların gelecek hayatlarına ilişkin de ön hazırlık yapmaları adına fırsatlar içermelidir. Gerçek yaşama ilişkin yoğurdun yapılması, ekmeğin hikâyesi şimdilerde okulöncesi eğitim öğretmenlerinin çocuklara gözlem becerilerini geliştirme ve çevrelerinde olan olayları süreç doğrultusunda anlamalarına olanak sunmaktadır. Aynı gözlemlerin ilerleyen yaşlarda farklı kavramlarla bütünleştiği mayalanma, sporlar, maddenin halleri gibi durumlar ne yazık ki üst sınıflara geçtikçe kâğıt teksirler üzerinde sorulan problemler ile değer kazanmış durumda. Nitekim öğretmenlik mesleğinde ilk görev yaptığım sınıfımda her çocuğun kendi evinden bir çiçek getirip o çiçeğin bakımı ve büyümesi ile ilgili sınıf ortamında doğal çevre ortamından canlı değerler kattım. Bunların yanı sıra akvaryum içindeki balıklar, başkalaşım yaşayarak oluşan canlılara kadar sınıfta etkinliklerime yer verebilme cesaretim böyle bir öğretmenin öğrencisi olurken görsel bir öğrenci olmamdan kaynaklı yaşadığım deneyimleri unutmamamla da ilgiliydi.
2016 yılında ilkokul öğretmenim Ferit Öztürk’ün emekliye ayrıldığını öğrendim. Aslında emeklilik yılı gelmeden değişen okul yapılaşmasında kolej tutkusunun öğretmenlerin eğitimdeki asıl amaçlar yerine o amaçlara ulaşmak için harcanan emeklere tercih edilmesine tahammül edemeyecek kadar öğretmenlik tutkusu yüreğinde bazı değerleri kırmadan değer bilinmediği zaman terk etmeyi bilecek cesaretle öğretmenlikten emekli oluyordu. Bir bakıma dik duruşu Nazım Hikmet’i andırıyordu. Öğretmenlikten emekli olsa da ülkede tarım sektörünün geliştirilebilmesi ile ilgili önemli bir iş adamı konumunda yine bu ülkeye üreten topraklar olabilmek adına pes etmeden insanlara fayda sağlıyor.
Hayatında ben ve küçük kardeşim dışında yüzlerce hatta binlerce çocuğun kişilik ve karakter gelişimin yanı sıra toplumda yer edinebilecek saygın meslekler edinebilmelerine ilk temelleri atan o güzel öğretmenimle 2016 yılından beridir her 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde bir araya geliyoruz. Babamın da en sevdiği dostlarından biri olan Ferit öğretmen ile yıllar içinde yapmış olduğumuz sohbetlerinde o zaman bilmediğim bir değeri öğreniyordum. Meğerse o kitap IV Mavi sınıfında sadece ve sadece bana hediye edilmişti. Bunu öğreneli henüz bir yıl bile olmamışken öğretmenimin o kitapları bize ulaştırmakla ilgili ne kadar çaba harcadığını düşündüğümde gözlerim doluyor. O küçük kızın büyüdükçe şiir okuma yarışmalarında ödüller kazanacağını bilmeden, o kitap sayesinde nice başarılara vesile olan koca yürekli bir yüreği vardı Ferit öğretmenimin. Kim derdi ki o 234 sayfalık şiir kitabını Atatürk sevgisiyle okumayı öğrenen o küçük köy çocuğu bir gün kendi öğretmeni gibi okul sıralarında bir öğretmen olarak yüzlerce çocuğa da umut olacakmış meğer.
Sınıf öğretmenliği görevi yaptığım dönemlerde düzenli olarak öğrencilerime kitap armağan etmenin yanı sıra her gün kitap okuma becerilerini geliştirmek amacıyla dramanın dışında hikâye okuma, hikâye kitaplarının hikâyelerini dinleme, öğrencinin arkadaşlarına okuduğu kitabı anlatmasına fırsat sunma ortamları sağlamaya ve düzenli olarak kütüphaneye gitme kültürünü aşılamak için yakın bölgedeki kütüphaneleri okul gezilerime dâhil etmeye çabaladım. Sınıfımda öğrencilerime ait bir kütüphanem ve yetişkin anne- babalar için de ayrı bir kütüphane oluşturmaya özen gösterdim.
İlimin insanı irfan sahibi yapabilmesi ilmin değerini bilen öğretmenlerle sağlanır. Ferit Öztürkler emekli olsalar da gönüllerde unutulmayacak izler bırakan, mesleki gelişimlerinde motivasyon kaynağı olarak öğrencilerinden güç bulan yegâne gerçek öğretmenlerdir. Onlar okul yöneticisi ya da üst yönetim kadrolarına girebilecek niteliklerden daha üst seviyede becerilere sahip olmalarına rağmen öğretmenliğin sihirli anekdotlarını hiçbir egoya yenilmeden sade bir biçimde yaşatan çiçeklerimizdir.
Kütüphaneler haftasında Zalihe Öğretmenlerin, Aysen Öğretmenlerin ve Ferit Öğretmenlerin unutulmaması onların gerçek öğretmen kimlikleri ile mesleklerini icra etmelerinden başka hiçbir şey değildir. Gerçek öğretmenler Namık Kemal’in vatan sevgisi, hürriyet ve bu yolda canını verircesine mücadele eden gençleri nasıl etkileyebilmişse, İlkokul Çocukluğumdaki öğretmenler de bana mesleğimle ilgili kuvvetli deneyimleri olumlu yönde tattırmıştırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Namık Kemal’den ilham alması gibi özellikle Ferit Öğretmenim bana bir ilham kaynağı olmuştur. “Atatürk Şiirleri” adlı o kitabın gücü Ferit Öğretmenimi gönlüme 26 yıldır derin derin kazacak kadar derinmiş meğer. Bana emek veren bu güzel yürekli öğretmenlerimin korona günlerinde sağlıklı ve huzurlu yaşamlarına devam etmelerini dilerken, gerçek öğretmenlerin adeta Atatürk çiçekleri kadar gönüllerden hiç soğumamasını dilerim.

Kaynakça:
Akyüz, Y. (2009). Türk eğitim tarihi. Ankara Üniv. Eğitim Bilimleri Fak.
İnternet Kaynakları:
Ay Savaşçısı - Vikipedi (wikipedia.org)
KIBRIS SEHIDI ILKER KARTER www.tayyareci.com

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları