Cahit BULUT Yazdı
Kategori: Felsefe-Mantık - Tarih: 30 Nisan 2020 23:34 - Okunma sayısı: 2.629
Tanzimat’tan bu yan, Türk toplumu üzerinde Montesquieu’nün siyasal açıdan önemli bir etkisi olduğu bilinir. Bu ünlü düşünürün görüşlerini tanımak sanırım Türk toplumunun siyasal açıdan geçirdiği evrime de ışık tutacaktı.
Nontesquieu salt bir düşünür olarak görmek olası değildir. Onu 18. Yüzyıl aydınlanma çağının bir düşünürü olarak ele almak gerekir. Bir yandan onun yenilikçi yönünü, diğer yandan da karşıtı olan düşünürlerle birlikte değerlendirmek gerekir, hem de birçok açıdan. Fakat bu çok uzun ve zorlu bir iş. Ben bu yazımda onun siyasi açıdan ele alıp bizdeki yansımalarına kısaca değineceğim.
Aydınlanma çağının felsefi başlangıcı Locke ile başlar, Kant ile noktalanır. Siyasal olarak da 1688 İkinci İngiliz Devrimi ile 1789 Fransız devrimi zaman açısından çerçevelenir. Bu dönem aynı zamanda Descartes’in akılcılığı ve Locke’nin deneyciliğinin belirgin bir şekilde egemen olduğu akımlar dönemidir. Din de tanrı ile kul arasındaki simsarlar hedef alınarak, laik bir anlayışın egemenliği de bu döneme rastlar. Bireyciliğin gelişmesi de özgürlükçü akımların temelini oluşturur.
Dikkatle incelendiğinde Osmanlılarda da Batıcılık anlayışının temelinde aynı akımların olduğu görülecektir.
Yalnız Osmanlıdaki değişimler ile Batıdaki değişimlerin farklılık gözden kaçırılmamalıdır. Batıda doğal olarak gelişen süreç, Osmanlılarda tepeden aşağıya, zorlama yöntemlerle, seçkin bir kesim tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Bu durum bugün Türkiye’de yaşanan ilericilik- gericilik git gelelerinin de altyapısını oluşturmaktadır.
Bu durum bir yandan ceberut resmi bir anlayışa kaynaklık ederken, diğer yandan “ halka rağmen halk için” bir anlayışın sivil tolumda gelişmesine neden olmuştur. Bu toplum, bu iki anlayışı da pek benimsemiş gibi değil.
Montesquieu; cumhuriyet, saltanat ve istibdat olmak üzere üç hükümet yönteminden söz eder. Cumhuriyeti de kendi içerisinde aristokrasi ve demokrasi olarak ikiye ayırır.
Tüm ulusun yönetime egemen olduğu biçimine demokrasi; ulusun bir bölümünün egemen olduğu biçimine ise aristokrasi olduğunu söyler.
Saltanatı ise tek kişinin yasalara uygun yönetimi olarak nitelendirir. Cumhuriyetin vatan ve yasa sevgisi ile eşitliğe dayandığını vurgulayan Montesquieu’nün düşüncelerini, Atatürk’ün şu sözleriyle karşılaştırabilirsiniz:
“ Cumhuriyet erdemdir. Sultanlık korku ve korkutmaya dayalı bir yönetimdir”
“ Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir.”
Montesquieu, özgürlük kavramını ise gönüllülük ilkesine dayandığını görüyoruz. Kimseyi yapmak istemediği şeye zorlamayacaksın. Aynı zamanda her istediğini de yapamayacağın bir sistemdir cumhuriyet. İşte bu durumda özgürlük ortamının sağlanması için de “ bireyi, başka bireylerden korumak” gerektiğini söyler. Aslında bu da “güçler ayrımı”ndan başka bir şey değildir. Yargı, yasama ve yürütme erkleri ayrı olmazsa insanların özgürlüğü sağlanamaz.
Montesquieu’nün temel düşüncesine baktığımızda: “baskıdan nefret, parlamenter demokratik bir sistem” olarak özetleyebiliriz.
Osmanlı aydınlarından Namık Kemal sadece Montesquieu’den etkilenmiş, onun düşüncelerini aktarmakla kalmamış, ondan çeviriler de yaparak, düşüncelerinin yayılmasına da vesile olmuştur. Dolayısıyla 1876’daki ilk mecliste Montesquieu’nün etkisini vurgulamak yanlış olmasa gerek.
Daha sonraları Celal Nuri, Lûtfi Fikri gibi nice şahsiyetler de Osmanlı’da Montesquieu düşüncelerinin savunucuları olmuştur ve cumhuriyet ve cumhuriyet aydınlarının temelleri de oraya kadar dayanır.
02 Aralık 2024 21:54
02 Aralık 2024 22:54
01 Aralık 2024 19:03
01 Aralık 2024 13:19
02 Aralık 2024 13:05
02 Aralık 2024 21:30