HACCE GIZ
Yusuf İPEKLİ
Emekli öğretmen
ipekli65@gmail.com
Televizyonun bırakın köyleri şehre bile giremediği yıllarda en büyük eğlencemiz, aile büyüklerinin anlattığı masalları, yaşantıları, felaketleri, askerlik hatıralarını, düğünleri can kulağı ile dinlemekti.
Aslında her masalı, yaşantıyı, her felaketi, askerlik hatırasını, düğünü onlarca kere dinlemiştik, nerede hangi olayın yaşandığını adımız gibi bilir ancak her seferinde aynı anlatıyı aynı keyifle tekrar tekrar dinlerdik. Kimi zaman süyüm süyüm ağlar, kimi zaman kendiliğinden gülümser, kimi zaman iç geçirir, olayı / olayları adeta biz yaşamışız gibi yeniden yeni baştan yaşardık. Derin bir huşu içinde uyur, her sabah mutluluk içinde açardık gözlerimizi, sevgi dolarlık.
Bazı yaşantıların içinde ağıtlar söylenirdi. Çekilen acıların, maruz kalınan zulmün, acımasızca uygulanan törelerin dile getirildiği ağıtlar...
Anadolu, her karışı hikayelerle örülü bir büyük medeniyet olduğundan insana dokunan yapısıyla da ilgi ve dikkat çeker.
Dilden dile dolaşan Arzu ile Kamber'in, Kerem ile Aslı'nın, Ferhat ile Şirin'in, Yusuf ile Züleyha'nın aşkları bu büyük hikayelerin en bilindikleridir.
Oysa, Anadolu'nun her köyünde, kasabasında irili ufaklı onlarca, yüzlerce hikaye vardır bunlara benzeyen.
Mahçup ve mutaassıp yaşantılar, bu gizli saklı aşkların gün yüzüne çıkmasına mâni de olmuştur aslına bakarsanız.
O yüzden bazen bir isyanda anlamlandırılmış bu aşklar, bazen bir türkünün nağmelerinde...
Kimi zaman ağıt olmuş, kimi zaman sitem. Kimi zaman bir drama dönüşmüş, kimi zaman acı bir kadere.
"(*) Birgün kaybedersem sevdiğim seni
O zaman ölürüm, öldürme beni
Eğer kavurursan, kavrulan teni
Sonra yıkılır bak, sıradağlarım
Sonra gelir, uğrun uğrun ağlarım.
Dinleyin dostlarım dinleyin hele
Karışman istemem doluya, sele
Denizler, dereler gelirse dile
Sonra onlar gibi ben de çağlarım
Sonra gelir, uğrun uğrun ağlarım.
Beni benim ateşimle yakmayın
Gerdanına altın, inci takmayın
Yedi yıl eline kına yakmayın
Sonra viran olur bahçem, bağlarım
Sonra gelir, uğrun uğrun ağlarım.
Akşam olup kızıl günle batarım
Gönül tezgahımda sevgi satarım
Neticede bir mezara yatarım
Sonra dertli dertli ölür sağlarım
Sonra gelir, uğrun uğrun ağlarım.
Merak etmen beni, merhemim yoktur
Beni yaralayan, kaş denen oktur
Değmesin yarama, İPEKLİ doktor
Sonra şu urganı alır yağlarım
Sonra gelir, uğrun uğrun ağlarım.
Bu aşk hikayelerden biri de Yolgösteren Obası'nda (1) geçer.
Yolgösteren Obası, küçük bir köydür. Toprak yapısı kumsaldır, bozkır iklimi egemendir. Arazisi küçük, vatandaş fakirdir. İneği, çanağı yoktur pek çoğunun. Katığa muhtaçtır insanlar. Eli tutup dizinde derman olanlar yazın obada ve civar köylerde yevmiyecilik yapmıştır. Kışın ise o zaman ki adıyla Engürü'de inşaat işiyle meşgul olmuşlardır.
Seneler, ah garip garip akıp giden kara kuru seneler!
Düşünsenize insanlar iki üç günde yayan yapıldak Çankırı'da bulunan tuz mağarasına gidecek, mağaradan bir iki eşek yükü tuz saracak, getirdiği tuzu çevre köylerde satıp geçimini sağlayacak. Bir eşek yükünde kaç kilo tuz bulunacaksa...
Durum bu kadar vahimken cumhuriyet kurulmamış, halk savaşlardan bunalmıştır. Obadan Osmanlı Rus Savaşına, Balkan Savaşına, Trablusgarp Savaşına, 1. Cihan Harbi ile Kurtuluş Savaşına onlarca genç gitmiş iki üç kişi dışında bu savaşlardan dönen olmamıştır. Vergiler, 2. Mahmut döneminin akıl almaz kıyımı ile buluşan istibdat döneminin yine akıl dışı uygulamaları zaten zar zor karnını doyurup gölgesinden korkan vatandaşı iyice bunaltmıştır. Birbiri ardına gelen künyeler anaların yüreğini yakmış, her şeye rağmen gelinlerin, nişanlıların gözü yaşlı, gönlü kırık, tozlu yollarda kalmıştır.
İşte böyle bir ortamda eski yazıya hakim, avazı güzel bir delikanlı vardır Yolgösteren Obası'nda. Halayın başından tutunca Mısır'daki sağır sultan bile kendine gelir, kurt kuş selama durup ağlayan uşak avunurmuş.
Bir keresinde, komşu köyün birinde bir düğünde bir yeni gelin, halayın başını inleten Molla Memet'e yanmış, hemen orada yaktığı şu türküyü ölene kadar dilinden düşürmemiştir.
"Yolgösteren Obası
Uzun Arif babası
Çatal garı anası
Unutmam yiğit seni
Yaktın, gavurdun beni..."
Günün koşullarında temiz giyinen Molla Memet'in girdiği mecliste ağzına bakılırmış, eli iş tutar bir yeteneği varmış. Rivayet odur ki, boyunca çamura girse paçasına leke değmeden yoluna devam edermiş.
Nüktedanmış bu delikanlı aynı zamanda. Hiciv ustası. Yaşadığı, gördüğü, duyduğu olayları alaycı bir üslupla ele alır, tabiri caizse olayın kahramanını boya küpüne sokar sokar çıkarırmış.
Biraz da asabi, tez canlı....
Uzatmayalım molla ünvanını sekiz yıl gibi bir süre medrese eğitimi alarak kazanan Molla Memet'in gönlü aynı köyden Hacce kıza düşer.
Hacce kız güzeldir. Koyu karanlıkları yırtan dolunay gibidir. Eli yüzü bıngıl bıngıl yanmaktadır. Hele hele kutnu kumaştan dikilmiş üç eteğin içinde reşat altınından daha görkemli bir hal almaktadır.
Hacce kız nişanlı olmasına rağmen gönlünü Molla Memet'e kaptırmıştır. Buluşurlar, koklaşırlar, birbirlerine söz verirler; "Ölsek de ayrılmayacağız!".
Bir yaz günü köyün dağlık kısmında ekin biçilmektedir. Ekin biçme aracı orak, yöntem gavrama...
Molla Memet, uzak diyarlardan gelen bir akrabasıyla kendi tarlasında, Hacce kız ev halkıyla kendi tarlasında.
Oysa gavilleşmiştir onlar. O gün oradan kaçacaklar.
Molla Memet, Hacce kızın kolundan tutar "Ayrılık mı olur harman zamanı" türküsüne inat dağa doğru ver yansın ederler.
O arada bir gürültü kopar yukarıdan aşağı. Bu ses Yolgösteren Obası'nın kerpiç, eğreti, toprak damlı evlerinde yankılanır.
"Oy, Molla Memet, Hacce kızı kaçırmış oy..."
"Yitişin anam yitişin!"
"Zorunan dalına atmış, ilin nişannı ağsiği niynesin anam."
"Başımıza daş yağacak gıı, gorüyon mu garağünnüyü?"
Obalı birbirini tetikler. Kimi orağı kapar kimi tırpanı, kimi çekme değneği çekerek Hacce kızı Molla Memet'in elinden almak için yola dökülür.
Kaçtıkları bölge dağlıktır. Yukarıya doğru keçi yolu bile olmayan sarp bir güzergahtır. Bu olumsuz koşullar içinde fazla yürüyemezler.
Hacce kızı büklerin içine saklar Molla Memet. Goynundan çıkardığı bir gater gümüş parayı Hacce kıza takar, Hacce kızın sırma beliğinin ucunu keser, kesesine yerleştirir. Hava kararınca gelip kızı büklerin arasından alacaktır. Çok geçmeden gözü yaşlı bir biçimde büklerin arasında kalan Hacce kızı obalılar bulur. Üstelik Molla Memet'in uzak diyardan gelen akrabasını komalık yaparlar. Zavallı ne yazık ki komadan çıkamaz.
Alır, getirirler obaya Hacce kızı.
Her ikiside yüreği yanık kalakalırlar.
Hacce kızı sel önünden kütük kapar gibi alalece bir akrabasıyla evlendirirler.
Molla Memet, kız kaçırma suçunu işlediğinden yöre inanışına göre düşkün ilan edilir.
Artık Molla Memet, yedi yıl halkın içine giremeyecekti.
Ancak Molla Memet'in cezası yedi yıl sürmez. "İki cahil bir cahillik itmiş gadasını aldığım (2). Şanımıza af yakışır. Üstelik Molladır." diyerek onu affederler.
Hayat doğal akışı içinde sürerken Molla Memet emmisinin kızıyla üçüncü evliliğini yapar. İlk hanımı ile anlaşamaz, ikinci hanımı hastalanmadan bir çocuğu doğar, üçüncü hanımından beş çocuğu olur.
1881 yılında doğan Molla Memet çok yaşayamaz ama, yürek ağrısından altmış bir yaşında, 1942 senesinde ölür. Çocukları kül toprak kalmıştır.
Hacce kız da oğlana uşağa, torun torbaya karışmıştır ama düğünde oynamaz, bayramda gülmez hale gelmiştir.
"(*) Sabah kaybolunca bitince öğle
Gün batınca, akşam olunca şöyle
Candan ve yürekten samimi söyle
Dertlerime derman olur musun yar?
Özleyince al yanağı, duruşu
Zaman zaman dudakları buruşu
Bekler iken yüreğimden vuruşu
Dertlerime derman olur musun yar?
Sazlar, bağlamalar çalarken seni
Alıp götürmüşken bu garip beni
Nefes alıyorken yüreğim yeni
Dertlerime derman olur musun yar?
Gece oturmuşken kara bağrıma
Gönlümü karartan gönül ağrıma
Kulak verip fakir, garip çağrıma
Dertlerime derman olur musun yar?
Yüreğini kızgın korla dağlayıp
Gökyüzünden süyüm süyüm ağlayıp
Sevdamı sevdana sıkı bağlayıp
Dertlerime derman olur musun yar?
Bu İpekli dağı taşı gezerken
Her adımda yüreğini ezerken
Uğrun uğrun gözlerini süzerken
Dertlerime derman olur musun yar?"
Gel zaman git zaman, Hacce kız artık Hacce anadır, yaşlanmıştır. Eli yüzü bururmuş, kamburlaşmıştır. Titremeye başlar.
Bu arada şarpısının (3), fistanının, bindallısının, yorgan yüzünün eskiyen kısmını atmaz, sandık örtüsü diker. “Niye eskiyi kullanıyon Hacce Ana?” diyeni enine boyuna süzer, iç geçiştirir, bağrına basar, örtüye sarılır, olduğu yere oturakalırmış.
Hatıra işte, hatıralar!
Molla Memet'in bir torunu olur. Anadolu'nun bir geleneği daha hayat bulmuş toruna dedenin adı verilmiştir.
Hacce ana, muhtemelen Molla Memet'in kendine büklerin içinde taktığı ve yıllarca koynunda sakladığı gümüş paraları hem büyük bir saadet, hem de derin bir hüzün içinde toruna takar.
Torun serpilip büyümeye başlar. Köy yeri değil mi, o ara Hacce ana, torunu sık sık görür.
Her görüşte de, "Adına gurban olurum, adına!" diye diye hayatı son bulur.
İki günde başlayıp üçüncü gün son bulan güya sevdalıların kulağı çınlasın.
Şimdi düşünüyorum da aşk ölümsüz. Aşk ateşi yakmaya başlamasın yüreğinizi. Bu yüzden aşk yarasının ne ilacı bulunabilmiş ne de dermanı...
Tanısaydım Molla Memet'i. Tanısaydım Hacce Kızı. Otursaydım dizlerinin dibine. Dinleseydin destansı aşklarını, bir türkü havalanırdı her halde, turnaların kanadında hayat bulan bir türkü...
"(**) Yediğim, içtiğim balda, zehirde
Hislerimi yıkadığım nehirde
Issız sokaklarda, viran şehirde
Sen benimsin, ben seninim sevdiğim.
Alkıştan, ödülden, cezaya kadar
Sevinç, saadetten ezaya kadar
İnan yeryüzünden fezaya kadar
Sen benimsin, ben seninim sevdiğim.
Yüreğim yaralı, yüreği delik
Gamzeyi okşuyor örülü belik
Sözümün eriyim bir de üstelik
Sen benimsin, ben seninim sevdiğim.
Çıkmazsın aklımdan baharda yazda
Adın dile gelir bağlama, sazda
Türkü türkü coşan işvede nazda
Sen benimsin, ben seninim sevdiğim.
Sordum sual ettim nerdesin nerde
Yeminle dermansın çaresiz derde
Ömrümün geçtiği meyhanelerde
Sen benimsin, ben seninim sevdiğim."
Mekanları cennet ola!
..............................
(1) Yolgösteren Obası, Ankara ili Kalecik ilçesine bağlı bir köydür. Olayın yaşandığı obanın gerçek adı değildir. Olayın kahramanları olan Molla Memet ile Hacce kız da gerçek isimler değildir. Obanın ve kahramanların ifşa edilmemesi için takma isimler kullanılmıştır.
(2) TDK'ya göre gadasını almak, bir kişinin günahını ve suçunu üstlenmek demektir. Bu sözün ikinci anlamı ise kişinin dert ortağı olmaktır.
(3) Şarpı: Eşarp
(*) Eser, Yusuf İPEKLİ'ye aittir.
(**) Gökyüzüne kafa tutan sağanak, Yusuf İpekli, Murat Matbaacılık, Ankara' 2016, sayfa 21.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
01 Ekim 2024 17:29
06 Ekim 2024 20:54
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52