Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

EGİTİMDEKİ DÖNÜŞÜM ile İLGİLİ SÖYLEŞİ

Prof. Dr. Adnan Gümüş

Kategori: Siyaset Bilim - Tarih: 01 Temmuz 2020 19:22 - Okunma sayısı: 1.992

EGİTİMDEKİ DÖNÜŞÜM ile İLGİLİ SÖYLEŞİ

Sayın Adnan Gümüş
Öncelikle görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.
1. Türkiye’de 1980 sonrasında hızlı bir toplumsal dönüşüm süreci yaşandığı farklı boyutlarıyla tartışılmaktadır. Sizin bu dönüşüm sürecine ilişkin düşünceleriniz nelerdir?

Neokonzervatif liberalizm veya para piyasa ile kilisenin, dinciliğin, tarikatçılığın, şeriatçılığın buluşması. 24 Ocak 1980 veya 12 Eylül 1980 ile başlamadı bu süreç. Eisenhower’ın military industry complex veya askeri sanayi dediği kompleks cadı avcılığı yani McCharty’cilikle birlikte örülüyordu. Marx ve Engels 1840’lardan bu sürece dikkat çekiyordu.
Sorunun kökü şu ki paranın ve piyasa ilişkilerinin insani sosyal düzeltici veya insani sosyal sağlıklı işlevler sağlaması gibi bir işlerliği yok.
Piyasa ilişkileri insani sosyal olumsuz bir durum ise, yani rekabet, aldatma, üstünlük, kar odaklı ise bunun yarattığı olumsuz sonuçları “telafi” edecek “kurumsal mekanizmalara” ihtiyaç bulunmaktadır.
Negatif piyasacılığın, negatif karcılığın yarattığı tahribatı negatif devletçilik (devletin yurttaşı para sahipleri adına kontrol etmesi) ve negatif dincilik (kişinin piyasada ve paranın yarattığı pisliklere karşı tekrar iç huzura kavuşturulması) telafi mekanizmaları olarak ona eşlik etmektedir.
1980’ler değil ta 1450’lere kadar geri giden süreçte, yakın tarih olarak ise 1945’lerden itibaren ABD-NATO üstünlüğü ile şekillenen, finansal kapitalizmle şekillenen süreçte para-piyasa-kilise-tarikat bloku birlikte iş görmekte ve geriye kalanların defterini dürmektedir.
Neokonzervatif liberalizm adlandırması çok yerinde bir adlandırmadır.
Türkiye’de piyasa-kapitalizm “komprodar” (Batılıların mümessilliği) düzeyinde kaldığından tek başına bir güç oluşturamamıştır. Müteahhit, aşiret reisi,şıh-şeyh belli bir ağırlık oluşturmuştur. Menderes-Özal-Erdoğan böyle bir yapılanmanın bulunmaz figürleridir: Mütaşerik otoriteryanizm denebilir buna kısaca yani müteahhit, tarikat, taşeron, şeriatçı bloğunun oluşturduğu otoriter bir rejim. Ordu ve bürokrasi bu blokta daha çok komprodar burjuvazinin ve NATO’nun jandarmalığını yaparak sürece müdahil olmuştur. Artık onlara çok fazla ihtiyaç kalmamış bulunmaktadır. Güçlü bir askeriye veya güçlü bir bürokrasi küresel sermayenin hareketi açısından sorunlu gözükmektedir, daha çok kolluk kuvveti, polis teşkilatı yeterli sayılmaktadır.

2. Sizce Türkiye’de toplumsal dönüşüme yol açan iç ve dış dinamikler ya da sebepler ana hatlarıyla söylenecek olursa neler olabilir?
Galilei’den bu yana fizikte bir ilke eğer tüm şartlar eşit kalırsa bir şey hareket halinde ise hareket halinde, sukunet halinde ise sukunet halinde devam eder. Yani iç veya dış hareket ettiriciler, etkileyiciler değişim dönüşümün faktörlerini oluşturuyorlar.
Eğer bilim ve akıl yoluyla ve kendi iç dinamiklerinizle bunu başarabiliyorsanız dış etkiler tek başına belirleyici olamaz ama aksi durumda tümden akıntıya kapılma olasılığı artar, dış güçlerin etki ve belirlenimi artar.
Küresel sermayenin, kapitalizmin geldiği aşama, teknolojisi ile birlikte, BİG DATA’ları ile (Microsoft, google vb.) birlikte ana belirleyici konumundadır.
Bölgesel nüfus, bunların sürdürümü küçük dirençler veya küçük etkiler halinde, sınırlı bir düzeyde dikkate alınabilir.
Türkiye bilim ve eğitim kurumlarıyla küresel piyasaların ihtiyacını karşılayacak eleman ve kolluk gücü çıkarabilirse, o ölçüde bu sürecin küçük ortağı olacaktır. Bunu da başaramazsa daha da gerilere düşcektir. Bologna Süreci, MEB’in yeni ortaöğretim modeli, meslek liselerinin kobilere, tüccarlara devri, imam hatipler, spiritüalist eğitim anlayışı… hepsi böyle bir uyarlanmaya ilişkin bulunmaktadır. Türkiye’den problem çıkarmayan kol gücü ve çok uyumlu beyaz yakalı istenmektedir.

3. Sizce bu dönemdeki toplumsal değişme sürecinden toplumsal sınıf ve gruplar nasıl etkilenmişlerdir?
Sınıflar açısından komprodar burjuvazi (küresel firmaların, özellikle de finans kuruluşlarının yerli mümessilleri), ayrıca taşeron ve müteahhitler olumlu etkilenmektedir, gerisi daha da dışa düşmektedir.
Zümrevi açıdan yabancı okul deneyimi olanlar olumlu etkilenmektedir.
Zümrevi açıdan din-tarikat çevreleri daha güçlenmektedir.
Halk ve aydınlar daha geriye düşmekte, daha dışlanmakta ve yoksullaşmaktadır.

4. Toplumsal dönüşüm sürecinin üniversiteler ve eğitim fakülteleri üzerinde etkileri var mıdır? Varsa size göre bu etkiler hangi yönde ve biçimlerde gerçekleşmiştir?
Bologna süreci, İMF-Dünya Bankası-UNICEF-OECD-TÜSİAD-Kemal Gürüz ortak ürünüdür. PISA sınavlarını OECD’nin yapması bile ilginçtir. “Bilgi toplumu” derken küresel sermayenin kullanacağı yani kar getiren bilgiden söz edilmektedir. Daha doğrusu öğrencilerimizin finansal sermayenin kullanacağı kol gücü veya beyaz yakalı olması beklenmektedir.
Üniversiteler metalaşmakta, ticarileşmekte, piyasalaşmakta ve özelleşmektedir. Meslek Liseleri ve en son YÖK reform taslağındaki haliyle tüm meslek yüksek okulları sermayeye-tüccare devredilecektir, hem de devlet desteği verilerek.
Okul ve üniversite yönetimlerine tüccarlar, diyanet ve valilik el koymak istemektedir. Bunun için konsey veya mütevelli heyeti önerilmektedir.
Uzaktan eğitim, açık öğretim, vakıf-özel öğretim, paralı eğitim desteklenmektedir çünkü DB, İMF, TÜSİAD ve ticaret odaları eğitimi bir sektör olarak görmektedir.
Okul ve üniversitelerin dejenerasyonu dinci çevrelerin de çok işine gelmektedir. Okulun ve üniversitenin çocuklar ve gençler için bir yaşam alanı olmaktan çıkarılması din-tarikat çevreleri için daha geniş bir alan yaratmaktadır; çocuklar diyanetin ve tarikatların kontrolüne verilmek istenmektedir.
İmam Hatip okulları ve İlahiyatlar okul ve eğitimin ana direği olarak sayılmaktadır; tüm kök değerler bunlara bağlanmaktadır.

5. 1980 sonrası dönemde öğretmenlerin çalışma şartları açısından meydana gelen dönüşümler nelerdir?
Sözleşmeli, ücretli, mesai dışı çalışmanın arttığı, başöğretmen, uzman öğretmen, düz öğretmen, stajyer öğretmen ayrıştırmalarının daha da arttığı, ücretlerin ve özlük haklarının sürekli örselendiği, saygınlık açısından cami önünde kolonya maske dağıtma rolünde görülen bir olumsuz süreç yaşanmaktadır.
Her açıdan esnekleştirme ve saygınsızlaştırma; toplamda büyük bir deregülasyon yaşanmaktadır.
Toplam kalite yönetimi, performans vb. gibi adlar altında birbiriyle rekabet etmeleri ve 24 saatleri, tüm zihinleri kontrol edilmeye çalışılmaktadır.
Öğretmenler artık ne dayanıklı bir zümre ne de entelektüel aydın bir zümre özelliğini koruyabilmektedir. Ücretli öğretmen asgari ücret bile alamamakta, taşeron işçisinden daha kötü şartlarda bulunmaktadır.

6. 1980 sonrası dönemde ilk, orta ve lise düzeyindeki eğitim programlarının nitelik bakımından dönüşümü de eğitim alan yazınında yer almaktadır. Size göre eğitim programları bu süreçten etkilendi mi?
12 Eylül 1980 darbe Anayasasının iki değişmez maddesi devam etmektedir: Biri Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin Sünni esasta zorunlu olması, diğeri YÖK. Tek tek müfredatları saymaya gerek yok. Din ağırlıklı zorunlu ve seçmeli dersle, Kur’an, Hz. Muhammed’in Hayatı, Temel Dini Bilgiler (İlmihal)… İran ve Suudi Arabistan’dan daha fazla ve daha dinci içeriktedir.
Okullardan, ders programlarından bilimsel ve eleştirel düşünce sürülmüş bulunmaktadır.
Ziya Selçuk’un açıkladığı 2023 Vizyon Belgesi, belkemiğini SPİRİTÜALİZME (medyumculuğuna, dinciliğe) dayandırdığını açıkça ilan etmektedir; bilim-felsefe ve psikoloji-pedagojiyi küçümsemektedir.

7. Size göre eğitim fakültelerinde ve öğretmen yetiştirme sürecinde yaşanan dönüşüm ile eğitim programlarının içeriklerinin değişmesi öğrencilerin hayatlarında hangi etkilere yol açmıştır?
Öğrencinin zihin dünyası da günlük dünyası da dinci-mistik öğelerle doldurulmak istenmektedir. Ancak öğrenciler en kariyerli (diploması en çok para eden) programlara yönelmektedir. Tam da bunlar yani neokonzervatif liberalizm amaçları açısından çok uygun gözükmektedir.
Düşünme gücü ve özgürlük iradenin özgürlüğünden geçer. Bilgi bilim olmadan sağlıklı fikir oluşturulamaz. Fikir hürriyeti yoksa zaten irade ve vicdan hürriyeti olmaz.
İrademiz yoksa özgürlük yok demektir. Geriye sahte bir tüketim ve sahte ideolojilerle doldurulan bir yaşam kalır.
Çocuklarımız iradesi ve düşüncesi olan çocuklardan, düşünen çocuklardan yutkunan veya geviş getiren veya boyunduruğa bağlanan çocuklara dönüştürülmektedir.

8. Size göre eğitim alanından yaşanan bu dönüşümün velilere etkileri nelerdir?
Öğrenci demek veli demek, veli demek öğrenci demektir.
Veliler de çocuklarının bir şeyler okuması ve düşünmesinden korkar hale gelmiştir.
Veliler de çocukları için kolay statü buldukları, dinci çevreleri veya kariyerli (para getirisi yüksek) meslekleri istemektedir.
Düşünen irade sahibi velilerin de işi çok zorlaşmış bulunmaktadır, çocuğunu kurtarabilmesi için, çocuğun düşünebilmesi için çok ağır şartları bireysel olarak karşılamak ve çocuğunu bireysel olarak desteklemek zorunda kalmaktadır ki birçok velinin bunun ayırtında olması da olanaksız bulunmaktadır.

9. Sizce bu süreçte eğitim alanında dönüşüm süreciyle birlikte ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik olarak neler yapılabilir?
Çözüm çok basit. Çocukların bilgi, beceri ve duyarlılıklarının geliştirilmesi yani bilimsel nitelikli (sanat, felsefe ve bilimin birlikte yer aldığı) insan, toplum, doğa yararına bir eğitim öğretimin yapılmasıdır.
Özgürleştirici, çocukların iradelerini güçlendirici bir eğitim. Yaşatmaya yönelik, yaşamı artırmaya yönelik bir eğitim. Bunun için bütün olanaklar bulunmaktadır.
Özgürleştirici yaşatıcı yaratıcı eğitimin en önemli iki engeli kapitalizm ve dinciliktir.

Bize zaman ayırdığınız ve soruları yanıtladığınız için teşekkür ederim.
Birol ALĞAN

& quot;

& quot;

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Siyaset Bilim Yazıları