Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Prof. Dr. Tayyip Duman İle Öğretmen Yetiştirme Üzerine Söyleşi

Prof. Dr. Tayyip DUMAN/ Zafer İNCEBACAK

Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 22 Ocak 2020 17:59 - Okunma sayısı: 2.527

Prof. Dr. Tayyip Duman İle Öğretmen Yetiştirme Üzerine Söyleşi

Zafer İncebacak: Tayyip bey hocam, sizin öğretmen yetiştirme üzerine çalışmalarınız var. Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim.  Öncelikle kendinizi tanıtabilir misiniz?

 

Tayyip Duman: Ülkemizde tartışılan önemli eğitim sorunlarından biri olan öğretmen yetiştirme konusunda görüşlerimi belirtme fırsatı verdiğiniz için ben de size, Nirvana Sosyal Bilimler. Com’a teşekkür ederim. Ben 1961’de ilk okulu bitirdikten sonra o tarihlerde sınıf öğretmeni yetiştiren ilk öğretmen okulunda, devamında lise öğretmeni yetiştiren yüksek öğretmen okullarında yatılı olarak okuyarak yetişmiş, 48 yıllık meslek hayatının 7 yılını lise öğretmeni, 41 yılını eğitim enstitüsü, yüksek öğretmen okulu, eğitim fakültesi gibi öğretmen yetiştiren yüksek öğretim kurumlarında öğrektim görevlisi, öğretim üyesi olarak geçirmiş, halen Yozgat Bozok Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevini yürüten öğretmen kökenli bir akademisyenim. Sizin de belirttiğiniz gibi akademik çalışmalarım daha çok öğretmen yetiştirme üzerinde yoğunlaşmaktadır.

 

Zafer İncebacak: MEB’in 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nde formasyon zorunluluğunun kaldırılacağı yazıyordu.  Millî Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk geçtiğimiz günlerde formasyonu MEB ve YÖK işbirliğiyle MEB’in vereceğini açıkladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl bir model öngörüyorsunuz?

 

Tayyip Duman: Sayın Bakan’ın bu açıklamasını değerlendirmek için önce 2023 Eğitim Vizyonu Belgesinin İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi bölümünde yer alan bu konuyla ilgili hedeflere ve açıklamalara bakmak gerekir. Belgenin bu bölümünde sayfa 43’de “Sertifikaya dayalı pedagojik formasyon yerine, lisansüstü düzeyde Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programı açılacaktır. İhtiyaç duyulan ölçütleri taşıyan eğitim fakültelerinde özgün bir yapıda uygulama ağırlıklı öğretmen yetiştirme programları düzenlenecektir “ ifadeleri yer almaktadır. Yine 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi’nin 44. Sayfasında da, sizin de belirttiğiniz gibi " Sertifikaya dayalı pedagojik formasyon uygulaması kaldırılacak” cümlesi yer alırken, devamında, “Yerine yurt sathında kolay erişilebilir lisansüstü düzeyde Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programı açılacaktır.  Bu program mesleki gelişim çerçevesinde Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik hakkı kazanan adaylara uygulanmaya başlanacaktır” açıklaması yer almaktadır. Bakan Bey’in açıklamaları da vizyon belgesinde yer alan bu bilgilere dayanmaktadır.

Sayın İncebacak, sorunuzun cevabını,  bu hedef ve açıklamalar ışığında değerlendirmeye çalışayım.

Pedagojik formasyon uygulamasının kaldırılarak yerine, lisansüstü düzeyde Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programının açılmasını, bu programın Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik hakkı kazanan adaylara uygulanacak olmasını doğru bir karar olarak değerlendiriyorum. Ancak pedagojik formasyon yerine getirilmesi düşünülen Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programı uygulamasının niteliğini programın süresi, içeriği,  açılacak üniversitelerin donanımı ve sayısı belirleyecektir. Sayın Bakan YÖK’te 2018’de Kasım ayı içerisinde Eğitim Fakülteleri dekanları ile yapılan bir toplantıda bu eğitimin MEB ile YÖK’ün işbirliğinde düzenleneceğini, eğitimin belli sayıdaki üniversiteler tarafından verileceğini belirtmiştir.  

 

Zafer İncebacak: MEB’in bu yeni modeli Eğitim Fakülteleri’nin yetersizliğinden mi kaynaklanıyor?

 

Tayyip Duman: Zafer Bey, yeni model kavramı ile günümüzde uygulanan pedagojik formasyonun kaldırılıp yerine lisansüstü düzeyde Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programının açılmasını, bu programın Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik hakkı kazanan adaylara uygulanacak olmasını kastediyorsak, pedagojik formasyon yerine getirilmesi düşünülen bu uygulamayı yeni bir model olarak düşünmek yerine, günümüzde uygulanan pedagojik formasyon eğitimi yerine getirilmek istenen yeni bir uygulama olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Pedagojik formasyon programı geçmiş yıllarda lisansüstü düzeyde de uygulanmıştır.

Hepimizin bildiği gibi sayıları bir milyona yaklaşan atama bekleyen öğretmen adayı var iken, üniversiteler hala birbiri ile yarışırcasına pedagojik formasyon programı açmaya devam etmektedir. Üniversiteler verdikleri sertifikalarla üniversitelerin belirli bölüm ve programlarının son sınıfında okuyan öğrencilere ya da mezunlara adeta bir ümit dağıtmaktadır. Vizyon belgesindeki bu kararın, Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programına Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenlik hakkı kazanan adayların alınacak olması, programın yüksek lisans düzeyinde düşünülmesi ve belirli sayıda donanımlı üniversitelerde açılacak olması yönünden olumlu sonuçlar vereceğini düşünmekteyim.

Sorunuzda geçen, bu uygulamanın eğitim fakültelerinin yetersizliğinden mi kaynaklanıyor boyutuna gelince, bunun eğitim fakültelerinin yetersizliği ile ilgili olmadığını düşünüyorum. Ancak “yetersizlikten” verilen formasyon eğitiminin niteliği kastediliyorsa bu görüşünüzde büyük bir haklılık payı bulunmaktadır. Ancak eğitim fakültelerinde verilen eğitimin niteliğini kastediyorsanız, Bakanlığın bu düşünceyle hareket ettiği kanaatinde değilim. Ama yine de öğretmen istihdam eden bir kurum olarak MEB, daha iyi yetişmiş, nitelikli öğretmen adayları görmek ister. Nitekim 2023 Eğitim Vizyonu Belgesi ile Öğretmen Strateji (2017-2023) Belgesinde hizmet öncesi öğretmen eğitimini iyileştirme konusunda da, MEB ve YÖK’ün işbirliği ve koordinasyonu ile gerçekleştirilmesi düşünülen bazı hedefler bulunmaktadır. Bunu eğitim fakültelerinin yetersizliği olarak değil, daha nitelikli öğretmenler yetiştirmek için öğretmenlik programlarını iyileştirici ve geliştirici düşünce ve hedefler olarak görmek gerekir.

Diğer taraftan günümüzde sayıları yüze yaklaşan eğitim fakültelerinin ne kadar yeterli ya da yetersiz olduğu ayrı bir araştırma ve tartışma konusu olabilir. Elbette eğitim fakülteleri de 21. Yüzyılın çocuklarını, çağın gerektirdiği donanımda yetiştirecek öğretmenleri yetiştirmek için sürekli kendini yenilemek, programlarını geliştirmek durumundadır.

 Zafer Bey, tekrar etmiş olacağım ama, MEB’in öğretmen yetiştirme konusundaki görüşlerini 2023 Eğitim Vizyonu Belgesinin İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi bölümünde yer alan bu konuyla ilgili açıklamalar bütünlüğü içerisinde değerlendirmek gerekir. Bana göre bunu yeni bir model olarak düşünmek yerine yeni bir uygulama olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Öğretmen istihdam eden bir kurum olarak MEB, daha iyi yetişmiş, nitelikli öğretmen adayları görmek ister. Nitekim belgede MEB ile YÖK işbirliği yaparak hizmet öncesi öğretmen eğitiminin daha da iyileştirilmesi için bazı hedefler belirlenmiştir. Bunu eğitim fakültelerinin yetersizliği olarak görmemek gerekir. Günümüzde sayıları yüze yaklaşan eğitim fakültelerinin ne kadar yeterli ya da yetersiz olduğu ayrı bir araştırma ve tartışma konusudur. Elbette eğitim fakülteleri de 21. Yüzyılın gerekli kıldığı bireyleri yetiştirecek öğretmenleri yetiştiren bir vizyona ve misyona  arayışı içerisinde olacaktır.

 

Zafer İncebacak: MEB’in formasyonu kendisi verecek olması Eğitim Fakültelerini nasıl etkiler? Yani, bu karar Eğitim Fakültelerini işlevsizleştirmeyecek mi?

 

Tayyip Duman: Sayın İncebacak, yukardaki sorulardan birinin cevabında pedagojik formasyonun yerine getirilmek istenen Öğretmenlik Mesleği Uzmanlık Programının, MEB ile YÖK’ün işbirliğinde düzenleneceğini, eğitimin bu işbirliği kapsamında belirlenecek belirli sayıda üniversiteler tarafından verileceğini belirtmiştim. Sorunuzdaki, bu karar eğitim fakültelerini işlevsizleştirecek mi ‘ye gelince, 2023 Eğitim Vizyonunun İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi ve Yönetimi bölümüne tekrar dönersek, bu bölümde eğitim fakültelerinin daha nitelikli öğretmenler yetiştirmesi konusunda da bazı hedeflerin konduğunu görmekteyiz. Vizyon Belgesinin 45. Sayfasında YÖK ile yürütülecek işbirliği ve koordinasyon çerçevesinde, Türkiye genelinde belirlenecek ölçütleri taşıyan eğitim fakültelerinde, öğretmen yetiştirme programlarının öğretmenlik uygulaması merkeze alınıp, özel olarak yeniden yapılandırılacağı, eğitim fakültelerindeki okul öncesi ve sınıf öğretmenliği programlarının yeniden yapılanmasına öncelik verileceği gibi hedef ve açıklamalar yer almaktadır.  Bu bilgiler bize eğitim fakültelerinin işlevsizleştirilmesi yerine daha da işlevsel hale getirilmeye çalışılacağını göstermektedir.

Nasıl ki eğitim fakülteleri nitelikli öğretmen yetiştirmeden sorumlu birimler ise, Milli Eğitim Bakanlığı da okullarında en iyi öğretmenleri istihdam etmekten sorumludur. Bu nedenle MEB’in bu konudaki hassasiyetini yerinde görmek, eğitim fakülteleri de Bakanlığın bu talebini dikkate almak durumundadır.

 

Zafer İncebacak: MEB’in 2017 Strateji Belgesi’nin özeti öğretmenlerin yetersizliğiydi. Sizce, öğretmenlerin yetersizliği öğretmen yetiştirme modelinden mi?  Eğitim Fakültelerinden mi kaynaklanıyor?

 

Tayyip Duman: Sayın İncebacak ben 2017 Öğretmen Strateji Belgesi’nin öğretmenleri yetersiz görerek, öğretmen eğitiminde yeni bir model arayışı içerisinde olmadığını, mevcut uygulamaları ıslah edici, hizmet öncesi ve hizmet içi öğretmen eğitimini geliştirici, daha işlevsel hale getirici hedefler içerdiğini düşünüyorum. Öğretmene işveren, onu istihdam eden bir makam olarak Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konudaki hassasiyetine de katılıyorum.

Sorunuzdaki “yetersizliğin” Öğretmen yetiştirme modelinden mi?, Eğitim Fakültelerinden mi kaynaklanıyor? boyutuna gelince, eğitim fakültelerini öğretmen yetiştirme modelinden ayrı düşünemeyiz. Öğretmen yetiştirme modelimizin çatısını eğitim fakülteleri oluşturmaktadır. Ama sorunuzdaki “öğretmenlerin yetersizliği” ile eğitim fakülteleri dışında pedagojik formasyon yoluyla öğretmen yetiştirmeyi kastediyorsanız, bu program süre, içerik, programa katılım gibi yönlerden farklılık gösterse de, formasyon eğitimini de veren eğitim fakülteleridir. Bu durumda “yetersizliği” iki ayrı yerde aramak doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Öğretmen yetiştirmede nitelik sorunu, öğretmen yetiştirme sisteminden değil, eğitimin birçok alanında olduğu gibi, bu konuda da izlenen eğitim politikalarında niceliğin yani sayının, niteliğin önünde tutulmasından kaynaklanmaktadır.  

Pedagojik formasyon eğitiminin niteliği yanında, sayıları yüzü bulan eğitim fakültelerinin de ne kadar nitelikli öğretmen yetiştirdiği hususu da tartışılabilir bir konudur.

 

Zafer İncebacak: Türkiye’nin oturmuş bir öğretmen yetiştirme geleneği vardı. Anadolu Öğretmen Liseleri bu geleneğin uzantısıydı. Anadolu Öğretmen Liselerinin kapatılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeniden açılmalı mıdır?

 

Tayyip Duman: Evet sayın İncebacak, sizin de belirttiğiniz gibi Türkiye’de oturmuş bir öğretmen yetiştirme geleneği vardı. Bence bu gelenek bazen bozulmaya çalışılsa da, bu günde devam etmektedir. Adı ne olursa olsun bu gelenek, Cumhuriyet dönemi öncesinde 16 Mart 1848’de ilk Darülmuallimin’in açılmasıyla başlar, ilk okul ya da sınıf öğretmeni yetiştirmede ilk öğretmen okulları, köy enstitüleri,  iki yıllık eğitim enstitüleri, 1982 sonrası eğitim yüksek okulları, 1992 sonrası ise eğitim fakülteleri ile, orta öğretime öğretmen yetiştirmede ise orta muallim mektepleri, eğitim enstitüleri ve yüksek öğretmen okulları, 1982’den itibaren de eğitim fakülteleri ile devam ettirilmektedir. Bu adlarını saydığım öğretmen yetiştiren kurumlar 1982 öncesi MEB’e bağlı, tamamına yakını yatılı olan, öğrencileri yazılı ve sözlü olarak uygulanan “eleme” ve “seçme” sınavlarıyla alınan, müfredatı MEB tarafından belirlenen ve geliştirilen, öğrencilerine her şeyden önce öğretmenlik meslek ruhu ve aşkını aşılayan, mezunlarının bekletilmeden ataması yapılan, yönetici ve öğretim elemanları titizlikle seçilen kurumlardı. Ancak 1970’li yılardan itibaren siyasetle birlikte siyasi olayların bu kurumlara da sirayet etmesiyle, yukarıda isimlerini verdiğim, o tarihlerde yaşayan ya da var olan öğretmen yetiştiren kurumlar olumsuz yönde etkilenmeye başladı. 6 Kasım 1981’de çıkarılan Ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumlarını bir çatı altında toplayan 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’ndan yaklaşık 8 ay sonra 20 Temmuz 1982’de çıkarılan 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile öğretmen yetiştiren tüm kurumlar Üniversitelere bağlanarak yeni bir yapı ve statüye kavuşturulmuşlardır.

Anadolu öğretmen liselerine gelince, bu okullar 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Kanunu’nun her derecedeki okullarda görev yapan öğretmenlerin hizmet öncesi eğitim sürelerini en az ön lisans düzeyine çıkarınca,  sınıf öğretmeni yetiştiren orta öğretim düzeyindeki ilk öğretmen okullarının bazıları iki yıllık eğitim enstitülerine dönüştürülerek sınıf öğretmeni yetiştirme işlevini sürdürürken, bazıları da öğretmen lisesi, ilerleyen yıllarda da anadolu öğretmen lisesi olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. İsminde “öğretmen” kelimesi bulunsa da bu okullar öğretmen yetiştiren kurumlar değildir. Ancak seçilmiş öğretmen kadrosu, yine seçilmiş öğrencileri ile oldukça nitelikli bir eğitim veren, bunun yanında öğrencilerine eğitim fakültelerini tercihte artı puan ve burs verilen, önceleri sınırlı sayıda olan bu liseler, nitelikli mezunları ile eğitim fakültelerinin öğrenci kaynağını oluşturmuşlardır.  Zamanla bu okulların sayısı oldukça artmış, sayıca artarken nitelikleri korunamaz hale gelmiştir. Ayrıca ilerleyen yıllarda bu okulların öğretmenlik programlarını tercih eden öğrenci sayılarında azalma görülmeye başlanmıştır. MEB’in orta öğretimde, lise çeşitliliği yerine, program çeşitliliğini esas alan bir yapıya geçme politikası kapsamında anadolu öğretmen liseleri, anadolu ya da fen liselerine dönüştürülmüşlerdir

Artık günümüzde özellikle 1990’lı yıllardan sonra, tercih sıralamasında eğitim fakültelerinin fen edebiyat fakülteleri gibi birçok fakültenin önüne geçtiği, giriş puanlarının oldukça yükseldiği görülmektedir. Ancak buradaki temel endişem, atama bekleyen öğretmen adayı sayısı arttıkça, istihdam şansı azalacak, bu durum öğretmenlik programları tercihini olumsuz yönde etkileyecektir.

 

Zafer İncebacak: Bir öğretmende bulunması gereken özellikler nelerdir, sorunun esası belki de burada. Bunu belirlemek ve ölçecek objektif yöntemler tasarlamak gerekmez mi? Merkezî Sınavla Anadolu Öğretmen Lisesi’ne öğrenci seçmek ne derece doğruydu?

 

Tayyip Duman: Öğretmenlik programları analiz edildiğinde, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun öngördüğü biçimde öğretmenlik mesleğine hazırlığın alan bilgisi, genel kültür ve öğretmenlik meslek bilgisi ile sağlandığı, öğretmen adayı öğrencilere bu kapsamda gerekli bilgi ve becerilerin kazandırıldığı görülür. Ancak bir öğretmende bulunması gereken nitelikleri, görev ve sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirmek için sahip olması gereken bilgi, beceri, anlayış, tutum ve kişilik özellikleri olarak tanımladığımızda, yukarıda kişilik özelliklerine yer verilmediğini görmekteyiz. Bana göre bir öğretmende aranması gereken özellikleri alan bilgisi, öğretmenlik meslek bilgisi, genel kültür ve kişilik/karakter alanlarında düşünmek gerekir.

Öğretmenlik programları hazırlanırken ya da geliştirilirken, başta eğitim felsefesi, birey, toplum, konu alanı olmak üzere alan bilgisi, genel kültür, öğretmenlik meslek bilgisi alanlarındaki gelişmeler göz önünde bulundurularak bunlarla ilgili kazandırılacak bilgi, beceri tutum ve davranışlar belirlenir ve bu kapsamda gerekli nitelikler kazandırılmaya çalışılır.

Öğretmen eğitiminde, öğrenci seçiminden başlayarak, yetiştirilmesinde, istihdamında bu meslek için olmazsa olmaz olan temel kişilik ve karakter özellikleri mutlaka dikkate alınmalıdır.

Öğretmen eğitiminde bir öğretmenin sahip olması gereken özellikler konusunda kişilik özellikleri maalesef ihmal edilmektedir. Öğretmenin kişilik ve karakter özellikleri onun meslek ahlakını da etkiler. Bir öğretmen konu alanı, öğretmenlik meslek bilgisi ve genel kültürde ne kadar yetkin olursa olsun, beden ve ruh sağlığı yerinde değilse, öğrenmeyi öğretmeyi, öğrencilerini sevmiyor, işini isteyerek ve severek yapmıyor, kendisiyle ve çevresiyle barışık olmayan, hoşgörüden uzak, öğrencilerinin başarabileceğine inanmayan, onlara dostça davranmayan, öğrencilerinin sorunlarıyla ilgilenmeyen, güven vermeyen, adil ve hoş görülü olmayan, empati yapmayan bir kişiliğe sahip, sorumsuz, görev bilincinden, meslek ahlakından yoksun ise, sahip olduğu bilgi ve beceriler bir işe yaramayacaktır.

Öğretmen yetiştirme ve geliştirme meslek seçiminden mesleğin sonlanmasına kadar geçen bir süreç olup, bu süreç öğretmen yetiştirmeye yönelik programlara öğrenci alımı ile başlar,  yetiştirilmesi, istihdam edilmesi ve hizmet içi eğitimle devam eder. Bütün bu süreçlerde, öncelikle de öğretmen yetiştiren programlara öğrenci seçiminde daha çok duyuşsal nitelik taşıyan yukarıda bazılarına değinilen niteliklere, kişilik özelliklerine önem verilmelidir.

Bu doğrultuda öğretmenliğe seçilecek adayların sahip olunması gereken temel yeterliklerin değerlendirilebildiği ve yalnızca yazılı sınav değil, alternatif değerlendirme yöntemlerinin de kullanıldığı bir seçme sisteminin oluşturulması gerekmektedir. Gerek ÖSYM tarafından düzenlenen sınavlarda, gerekse KPS sınavlarında bu özellikler aranmamaktadır. Bu sınavlarda geliştirilmiş kişilik testleri de uygulanmalıdır. 

 

Zafer İncebacak: Mevcut sistemde hiçbir kısıtlama getirmeden üniversite sınavında yeterli puan alan herkes Eğitim Fakültelerine girebiliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Tayyip Duman: Bu sorunun cevabı bir önceki soruya verdiğim cevap içerisinde yer almaktadır. Belki tekrar olacak ama, 1982 yılı öncesinde MEB’e bağlı öğretmen yetiştiren kurumlara öğrenci alımında ÖSYM’ye geçmeden önce, öğrenciler eleme, seçme (mülakat) olmak üzere iki aşamalı sınavdan geçirilerek alınıyordu. Sınavlara girmeden önce bitirdiği okulun öğretmenleri ve yöneticileri tarafından öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği davranış ve nitelikler dikkate alınarak aday gösterilmeleri gerekiyordu. Birinci aşamada uygulanan eleme sınavı çoktan seçmeli olmayıp, yazılı olarak uygulanmaktaydı. Yazılı sınavlarda başarılı olanlar mülakata alınıyorlardı. Mülakatta bilgi yoklamasından ziyade, bir öğretmende bulunması gereken genel, kişilik özellikleri aranıyordu. Mülakatta da başarılı olanlar seçiliyordu  

 

Zafer İncebacak: YÖK’ün 2017 yılında üniversite adaylarıyla yaptığı bir anketin sonuçlarına göre üniversite adaylarının üniversite ve bölüm tercihini iş bulma imkânı belirliyor. İş bulma kaygısıyla şekillenen bir üniversite ve alan tercihi sorunun öncelikli nedeni değil midir?    

Sorunun esas kaynağı aslında üretimden kopuk bir ekonomi ve uygulanmayan yöneltme sistemidir, çünkü bireylerin ilgi ve yeteneklerini belirleyen, geliştiren buna göre okullara yerleştiren bir yöneltme ilkesinin olmaması, iş bulma kaygısının öne çıkması ve Türk eğitim sisteminin akademik/teorik eğitim merkezli yapısıdır desek, ne dersiniz?

Eğitim Fakültelerinin niteliği ile ilgili ne dersiniz? Sizce Eğitim Fakülteleri öğretim elemanı ve imkânları bakımından yeterli mi? Örneğin Millî Eğitimde FATİH projesi kapsamında Etkileşimli Tahtalar kullanılıyor. Kaç Fakülte bunu öğretiyor?

 

Tayyip Duman: Sayın İncebacak, aslında sorunuzun bir bölümünün cevabını kendiniz vermiş bulunuyorsunuz.

Üniversite mezunlarının istihdam sorunu yaşamadığı önceki yıllarda, fen-edebiyat fakülteleri başta olmak üzere birçok fakültede giriş puanları eğitim fakültelerinin giriş puanlarından yüksekti. Günümüzde ise Eğitim fakültelerine giriş puanları, başta fen-edebiyat fakülteleri olmak üzere birçok programa göre yükselmiştir. Geçmiş yıllara göre eğitim fakülteleri için yapılan tercihin artması, özellikle fen edebiyat fakültelerine fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi bölümler için yapılan tercihin oldukça azalmasının temel nedenlerinden biri, mezunlarının istihdam sorunuyla ilgilidir. Nitekim ihtiyaç olmamasına, hatta ihtiyaç fazlası atama bekleyen öğretmen adayı bulunmasına rağmen pedagojik formasyon programının devam ettirilmesinin önemli nedenlerinden biri, özellikle fen edebiyat fakültesi öğrencilerine istihdam alanı sağlayarak, bu fakültelere tercihi artırmaktır.

Oysa ideal olanı bu değildir. Meslek seçiminde iki taraf vardır. Biri mesleği seçecek olan bireyler, diğeri ise mesleklerdir. Her bir bireyin ilgi ve yeteneği farklı olduğu gibi, her mesleğin gerektirdiği yetenekler de farklıdır.  Meslek seçiminde olması gereken, bireylerin ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda kendisine en uygun, isteyerek, severek yapacağı mesleği seçmesidir.  Meslek seçimi buna göre yapıldığında kişi hem mesleğinde başarılı olacak,  hem de işini severek yapacaktır. Nitekim Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 14 temel ilkesinden biri olan “yöneltme” ilkesi, öğrencilerin eğitimleri süresince ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda çeşitli programlara veya okullara yöneltilerek yetiştirilmesini öngörmektedir. Ancak bu ilke çeşitli nedenlerle uygulanmamakta ve işlememektedir.

Sorunuzun eğitim fakültelerinin niteliği ile ilgili boyutuna gelince, önce kendimize şu soruyu sormalıyız. Eğitimde öncelik, nitelik mi, yoksa nicelik mi olmalıdır? Cevabını yine ben vermeye çalışayım. Elbette öncelik nitelik olmalıdır. Nicelik yani sayı da gereklidir. Ancak her ikisini bir arada yapmak,  hele insan kaynağına dayalı eğitimde bunu sağlamak daha da zordur. Yeterli sayı ve nitelikte öğretim üyesi, yeterli fiziki yapı ve donanıma sahip olunmadan eğitim fakültelerinin açıldığını biliyoruz. Ayrıca mevcut eğitim fakültelerinin birçoğunda ileri teknolojinin kullanıldığını da söyleyemeyiz.

 

Zafer İncabacak: Eğitim Fakültelerinde mevzuat ile ilgili bir ders yer almalı mıdır?

 

Tayyip Duman: 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda öğretmenlik, Devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir ihtisas mesleği olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre esas olan öğretmenlik olup, yöneticilik ayrı bir meslek olarak tanımlanmamıştır. Ancak okullarda yöneticilik görevini yürütenler öğretmenler olduğuna göre eğitim fakültelerinde mevzuat ile ilgili bir ders yer almasında fayda vardır. Öğretmenlik meslek bilgisi dersleri arasında mevzuatla ilgili “eğitim yönetimi ve denetim” adlı bir ders seçmeli olarak yer almıştır. Bana göre bu ders zorunlu olmalı, içeriğinde mevzuata yeterince yer verilmelidir.  2018 tarihli yeni. eğitim fakülteleri öğretmen yetiştirme lisans programlarında zorunlu dersler arasında Türk Eğitim Sistemi ve Okul Yönetimi adlı tek bir ders yer almaktadır.    

 

Zafer İncebacak: Eğitim Fakültelerinin sayısı azaltılmalı mıdır?

 

Tayyip Duman: Öğretmen yetiştirmede nicelik niteliğin önüne geçince, maalesef sayı artarken nitelik korunamamıştır.  Eğitim fakültelerinin sayısı artarken, ayrıca, pedagojik formasyon yoluyla öğrencilerine öğretmenlik sertifikası verebilmek için, Eğitim fakültesi bulunmayan pek çok üniversitede fen-edebiyat fakülteleri bünyesinde Eğitim Bilimleri Bölümü açıldığını görmekteyiz. Öncelikle bu bölümler kapatılmalıdır. Eğitim fakülteleri de akredite edilerek sayıları azaltılmalıdır. Daha doğrusu akredite olmayan eğitim fakültelerine öğrenci alınmamalıdır. 

Aslında sorunuzla ilgili olarak, MEB’in hazırladığı 2017-2023 Öğretmen Strateji Belgesi ile 2023 Eğitim Vizyonu Belgesinde, eğitim fakültelerinin sayısını dolaylı olarak etkileyecek hedeflerin yer aldığını görebiliriz.

Milli Eğitim Bakanlığı, 21. Yüzyılın insanını yetiştirecek bir eğitimin nitelikli öğretmenlerle mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle, öğretmenin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimin her boyutunda onun niteliğini artırıcı ve geliştirici hedefler belirleyen adı geçen bu iki belgede yüksek nitelikli, iyi yetişmiş ve mesleğe uygun bireylerin öğretmen olarak istihdamını sağlamak amacıyla öğretmen yetiştirmeye yönelik programlarda eğitimleri iyileştirmek amacıyla, Yükseköğretim Kuruluyla yapılacak iş birliği çerçevesinde; sıralamada üst dilimde yer alan öğrencilerin eğitim fakültelerine yerleştirilmesine yönelik iyileştirmeler yapılacağı,

Türkiye genelinde belirlenecek ölçütleri taşıyan eğitim fakültelerinde, öğretmen yetiştirme programlarnın, öğretmenlik uygulaması merkeze alınıp özel olarak yeniden yapılandırılacağı,

Eğitim fakültelerinde yürütülen okul öncesi ve sınıf öğretmenliği bölümlerindeki hizmet öncesi öğretmen yetiştirme programlarının yeniden yapılandırılmasına öncelik verileceği gibi hedefler yer almaktadır.

Belgede ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığı’nın, gerekli altyapı hazırlandıktan sonra eğitim fakültelerinin hizmet öncesi öğretmen yetiştirme programlarının okullardaki ihtiyaç doğrultusunda, uygulama ağırlıklı olmasını atamaya esas koşullar arasında değerlendirecek olması ilkesi de ister istemez eğitim fakültelerinin sayısını etkileyecektir.

 

Zafer İncebacak: Günümüzde bilginin niteliğinin değişmesi, bilgiye erişimin kolaylaşması öğretmenin de rolünü ve işlevini değiştirmiştir. Öğretmen her şeyi bilen değil, bilgiye erişebilen, doğru ile yanlışı ayırt edebilen veya kullanabilen, bu anlamda öğrencilere rehberlik eden bir vasıf taşımalıdır. Öğretmenler bu rol değişiminin farkında mı? Eğitim Fakültelerinde verilen eğitim sizce bu rol değişimine uygun mu?

 

Tayyip Duman: Belirttiğiniz gibi bilgi çağı, öğretmen merkezli geleneksel eğitim anlayışının terkedilerek, öğrenci merkezli yeni bir eğitim anlayışına geçilmesini, bu kapsamda bilgi aktaran öğretmen yerine, bilgiye ulaşmada ve kullanmada öğrencilerine rehberlik eden bir öğretmen modelini zorunlu kılmıştır.

Öğretmenler bu rol değişiminin farkında olmanın ötesinde uygulamak durumundadırlar. 2005 yılından itibaren uygulanmaya konan yapılandırmacı yaklaşıma göre hazırlanan etkinlik temelli, öğrenci merkezli yeni programlar bunu istemektedir. Bu konuda yani yapılandırmacı yaklaşıma göre hazırlanan yeni programların gerektirdiği davranışlara öğretmenlerin ne kadar sahip oldukları ile ilgili olarak,  yeni programların uygulandığı ilk yıllarda yapılan danışmanlığı tarafımdan yürütülen bir doktora tez çalışmasının sonucuna göre, sınıf öğretmenlerinin yaklaşık üçte ikisi kendilerini olumlu algılarken, aynı araştırmada yararlanılan gözlemcilerin görüşleri bunun altında kalmıştır. Ancak aradan yıllar geçtiği, MEB tarafından hizmet içi eğitim kursları düzenlendiği, bu süreçte eğitim fakültelerinin programları geliştirildiği düşünüldüğünde günümüz için öğretmenlerin bunun farkında olduğunun, eğitim fakültelerinin programlarının da bu rol değişimine uygun olduğunu düşünüyorum. Fakat söz konusu rol değişimi gerektiğini bilmek, farkında olmak yeterli değildir. Önemli olan uygulamaktır. Öğretmen eğitiminde bilişsel, psiko-motor davranışlar kazandırmak gerekli ise de yeterli değildir. Duyuşsal nitelikteki davranışlar daha önemlidir. Öğrendiklerinin önemine inanan, onu içselleştiren, bilgi ve beceriyi tutum, tavır alışkanlık boyutuna taşıyan, özetle mesleki yaşamında öğrendiklerini uygulayan öğretmenler yetiştirmeli ve istihdam etmeliyiz. Sadece öğreten, öğrenmeye rehberlik eden değil, uygulayan, öğrencilerine her konuda rol model olan öğretmenlerle ancak eğitimin niteliğinin yükseltilebileceğini unutmamalıyız. Bura da bir örnek vermek gerekirse, Trafik kazalarının kurallara uyulmamaktan kaynaklandığını, kaza yapanların ya da kazaya sebep olanların bu kuralları bildiğini ancak uymadığı için kazaya sebebiyet verdiğini hepimiz biliyoruz. Neden? O kuralın önemine inanarak tutum, tavır ve alışkanlık haline getirmedikleri içindir.

 

Zafer İncebacak: Öğretmen seçmede Bakanlığın KPSS, Eğitim Bilimleri ve alan sınavı doğru bir yöntem midir? Mülakata güvenilirliğin az olduğu ülkemizde ne gibi önlemler alınabilir ve mülakatlarda nasıl sorular sorulmalı, ne ölçülmelidir?

 

Tayyip Duman:  Bu sınavlar doğru, eleme için gerekli, fakat yeterli bir yöntem değildir. Doğrudur, çünkü bir milyon öğretmen adayının mesleğe atama beklediği ülkemizde, sınırlı sayıdaki bir kontenjan için bir eleme yapmak zorundasınız. Ancak KPSS, Eğitim Bilimleri ve alan sınavları, çoktan seçmeli sorulardan oluşmakta olup, sadece bilgiyi ölçmekte, öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği mesleki becerileri, tutum ve davranışları dışarıda bırakmaktadır. Oysa öğretmen adaylarının sadece akademik başarıları değil, kişisel özellikleri de öğretmenlik mesleğindeki performanslarını önemli ölçüde etkilemektedir.  Bu nedenle de eksiktir. Eleme yapan bu sınavlara ilaveten seçme amaçlı, mesleğin gerektirdiği genel özellikleri ölçen ve değerlendiren alternatif yöntemler de kullanılmalıdır. Kişilik testleri ve objektifliği tartışılsa da mülakat bunlardan biridir. Özetle diyebilirim ki, öğretmenliğe seçilecek adayların sahip olunması gereken temel yeterliklerin değerlendirilebildiği ve yalnızca çoktan seçmeli sınav değil, alternatif değerlendirme yöntemlerinin de kullanıldığı bir seçme sisteminin oluşturulması gerekmektedir.

 

Zafer İncebacak: 1 milyon öğretmen adayının atama beklediği koşullarda Eğitim Fakülteleri yüksek puan alan öğrenciler tarafından daha alt sıralarda tercih ediliyor. Bu durum öğretmen niteliğini ne ölçüde etkiler?

 

Tayyip Duman: Eğitim fakültelerinin yüksek puan alan öğrenciler tarafından daha alt sıralarda tercih edilmesi, elbette eğitim fakültelerinde verilen eğitimin, dolayısıyla öğretmenin niteliğini olumsuz etkiler. Daha fazla sayıda yüksek puan alan öğrencilerin eğitim fakültelerini tercih etmelerini sağlamak için öncelikle öğretmenlik mesleğinin statüsünü güçlendirmek ve çalışma şartlarını iyileştirmek gerekir. Ancak kanımca bu tercihte mezun olduktan sonra istihdam sorunu oldukça etkili olmaktadır. Soru cümlenizin başında belirttiğiniz gibi 1 milyon öğretmen adayının atama beklediği koşullarda, eğitim fakültelerine iyi öğrencileri çekme, seçen öğrencileri öğretmenlik mesleğine motive ederek yetiştirme sürecini de olumsuz etkilemektedir. Çünkü günden güne atanma şansları azalmaktadır.

Eğitim fakültelerinin ve öğrenci kontenjanlarının fazlalığına bir de pedagojik formasyon sertifikası alanlar eklenince, ortaya böyle bir manzara çıkmaktadır. Bu durum sonucunda ortaya çıkan istihdam endişesi öğrenci tercihini olumsuz etkilediği gibi,  eğitim ve öğretim sürecini de olumsuz etkilemektedir.

 

Zafer İncebacak: Sayın Hocam, öğretmen yetiştirme konusunda söylemek istediğiniz başka bir husus var mıdır?

 

Tayyip Duman: Köklü bir eğitim geleneği, bu gelenek içerisinde zengin bir öğretmen yetiştirme tecrübesi olan ülkemizde, hala pedagojik formasyon eğitiminin böylesine yaygın bir şekilde uygulanmasını ve tartışılmasını, kimi zaman yeni öğretmen yetiştirme modelleri arayışına gidilmesini doğru bulmuyorum.

Günümüzde böylesine öğretmen adayı fazlalığının bulunduğu bir ortamda üzerinde durulması ve tartışılması gereken konu nicelik değil, nitelik olmalıdır. Ülkemizin geleceği için, çağımızın sosyal, kültürel, politik ve ekonomik koşullarını dikkate alarak,  geleceğimizin yegâne teminatı olan çocuk ve gençlerimizi en iyi şekilde yetiştirecek öğretmenleri, daha nitelikli olarak nasıl yetiştirebiliriz? üzerinde durulmalı, bu yapılırken 172 yıllık öğretmen yetiştirme tecrübemizden yararlanılmalıdır.

Sayın İncebacak, günümüzde öğretmen yetiştirmede en çok tartışılan konuların başında pedagojik formasyon eğitimi uygulaması gelmektedir. Söyleşimizde de en çok bu konu üzerinde durduk. Bu konu ilgili ilgili olarak şunu da ilave etmek istiyorum.

1980’li yıllara kadar öğretmen eğitiminde nicelik yani sayı problemi yaşanmaktaydı. MEB öğretmen yetiştiren kurum mezunlarıyla öğretmen ihtiyacını karşılayamıyordu. Bazı öğretmenlik alanlarında bu sorun daha çok yaşanıyordu. O tarihlerde Milli Eğitim Temel Kanunu’nun bir maddesi formasyonsuz olanların da öğretmenliğe atanabileceğini, ancak MEB’in kısa zamanda bu öğretmenlerin pedagojik formasyon almalarını sağlayacağını öngörmekteydi. Bu kapsamda MEB, bir üniversite ile protokol yaparak yaz tatillerinde bu eğitimi uzun yıllar sağlamıştır. Zaman içerisinde öğretmen yetiştiren kurumların ve öğrencilerinin sayısı artsa bile pedagojik formasyon uygulaması devam ettirilmiştir. Ancak pedagojik formasyon eğitiminin süresi bir eğitim-öğretim yılına, bir ara bir buçuk yıla yani 3 yarıyıla çıkarılmış, daha sonra 2 yarıyıla indirilerek, bu güne kadar uygulanagelmiş, bu yapılırken de Bakanlığın öğretmen ihtiyacı göz önünde bulundurulmamıştır.

Ancak şunu da ilave etmeliyim ki, adı, içeriği, süresi ne olursa olsun günümüzde her öğretmenlik alanı için değil, bazı öğretmenlik alanları için böyle bir eğitime ihtiyaç vardır. Çünkü MEB’in okullarda istihdamına ihtiyaç duyduğu öğretmenlik alanlarının tamamı, eğitim fakültelerinde bulunmamaktadır. Eğitim fakültelerinde bulunmayan öğretmenlik programlarının başında da, her fırsatta önemine değindiğimiz,  orta mesleki ve teknik öğretimdeki atölye ve meslek bilgisi dersleri öğretmenliği programlarıdır. 2009 yılında, 1930’lu yıllardan beri bu alana öğretmen yetiştiren mesleki ve teknik eğitim fakültelerinin kapatılması, meslek liselerine meslek dersleri öğretmenlerini pedagojik formasyon yoluyla yetiştirme zorunluluğunu doğurmuştur.

 

Zafer İncebacak: Değerli Hocam, söyleşi için ve görüşleriniz için Nirvana Sosyal Bilimler sitesi ailesi adına teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Bilimsel Makaleler Yazıları