ÜNİVERSİTELERİMİZİN SORUNLARI
Kategori: Fikir Yazıları - Tarih: 20 Aralık 2019 01:54 - Okunma sayısı: 1.675
ÜNİVERSİTELERİMİZİN SORUNLARI
Prof. Dr. Bayram DEMİRCİ
Yirminci yüzyılda Türkiye’de üniversite sorunu deyince akla ilk gelen nicelik sorunu iken; Yirmi birinci yüzyılda bu, nitelik sorunu haline gelmiştir. Türkiye artık özel ve kamu üniversitelerinin ulaştığı 200’lü sayı ile tam olmasa da üniversite sayısındaki azlık sorununu yani nicelik sorununu geri plana atmıştır. Nicelikteki bu artışa karşın nitelikte bir artış olmadığı gibi plansızlığın ve sayı artışının getirdiği altyapı eksikliğinin neden olduğu eğitim kalitesindeki düşüş ön plana çıkmıştır. Günümüzde üniversite mezunlarındaki işsizlik oranının yüksek olmasının yanında iş bulanların da nerdeyse asgari ücret düzeyinde maaşla işe girmeye razı görünmeleri niteliksizliğin en belirgin göstergesidir. İşveren alacağı elemanın üniversite mezunu olması halinde artı katma değer oluşturacağına inanmamaktadır ki niteliksiz bir elemana önereceği asgari ücreti teklif edebilmektedir.
Bir ülkede üniversite mezunlarının eğitim kalitesindeki düşüklüğün sorumlusu elbette öncelikle bu kurumlardır. Ancak bunu sadece üniversitelere bağlamak, ondan önceki ilk, orta ve lise okullarındakini dikkate almamak; dolayısıyla ülkenin eğitim politikasını belirleyenleri göz ardı etmek üniversitelere haksızlık olur kanısındayım. Eğitim bir süreçtir ve bu sürecin her kademesi bütünü etkiler. Ülkeler eğitim politikalarını belirlerken ve kurumlarını yapılandırırken bu bilinen gerçeği göz ardı etmemelidir. Benim burada eğitimin her alanı için söz söylemek, ahkam kesmek haddime değildir. Ancak Fen Eğimi alanında cüzi de olsa bir şeyler öğrenme çabasında biri olarak gelişmiş ülkelerin Fen eğitimi politikalarına değinmek isterim.
Avrupa, Ortaçağ karanlığından kurtuluşu ve sanayi devrimini; eğitimi kiliselerin etkisinden kurtarıp özgür kılarak ve doğayı inceleyen eğitime yani Fen Eğitimine yönelerek sağlamıştır. Elbette bu kolay olmamıştır. Bilimle uğraşanları büyücü, ,kötü ruhların emrinde ve onların gücünü kullanan kişiler olarak nitelendirip toplumdan dışlanmayı sağlayan kilisenin direncini yıkmak çok zor olmuştur. Birçok bilim insanı yoksulluk içinde hayatını sürdürmüş, hatta canıyla ödemiştir. Kilisenin bu tutumuna karşın bazı krallar ve derebeylerinin, bilimsel buluşları kendi lehlerinde kullanma düşüncesiyle bilim adamlarını himayelerine alarak onların çalışmalarına destek olmaları bir nebze de olsa bilimin gelişmesine katkı sağlamıştır. Kralların ve derebeylerinin sağladığı bu desteği günümüzde bilim ve teknolojinin önemini kavrayan devletler ve şirketler sağlamaktadır ki ülkemizde 60’lı yıllardaki Fen Eğitimini geliştirme çabaları Ford Vakfının mali desteği ile olmuştur. Son çeyrek asırda Güney Kore’nin eğitim kalitesini ve refah düzeyini bu kadar yükseltebilmesinin nedenini eğitim politikasını savunma politikasından daha öne koymuş olmasında aramak gerekir.
Türkiye’deki Fen Bilimleri Eğitimi ve geliştirme çalışmaları hiçbir dönemde hükümetlerden bağımsız olarak bir devlet politikası olmadığı için ne yazık ki çoğu zaman siyasi kaygılarla ele alınmıştır. En iyimser yaklaşımlar bile yeterince bilimsel verileri içermediği için sadece müfredat içeriğini değiştirmekle yetinilmiştir. Az sayıda yapılan teşvikler de yanlış uygulanmıştır. Örneğin bilim insanı yetiştirmeyi teşvik amacıyla TÜBİTAK’ın Matematik ve Fen Bilimlerini tercih edenlere verdiği burs desteği, amaca hizmet etmekten çok uzak kalmıştır. Üniversiteye girişte ilk tercihlerinde Fen Bilimlerine yer verenler için yapılan teşvik, amacının aksine başarısız öğrencilere verilmiştir. Nedeni, başarılı öğrenciler tercih sisteminde ilk sıraları Tıp ve Mühendislik gibi popüler ve istihdam olanağı iyi olan, yüksek puanlı alanlara ayırmaktadır. Çünkü, öğrenci için okulu bitirince istihdam şansı ve koşulları,.üniversitede bir bölümü okurken alacağı burstan çok daha önemlidir. Yüksek puanla alan bölümleri kazanamayacağını düşünenler ise hiç olmazsa burs alabilmek için ilk tercihlerinde Fen Bilimlerine yer vermektedirler. Bu bölümleri ilk tercihlerinde yazmaları halinde daha sonraki tercihlerinin bir anlamı kalmayacağı için yüksek puan alamayacağını düşünen başarısız öğrenciler tercihte bulunup bursu almakta ama hemen hiç biri dört yıllık lisans öğrenimini normal süresinde bitirememektedirler. Üniversitelerin birçoğunda Fen Bilimleri günümüzde çok düşük puanla öğrenci almasına rağmen, tercih eden öğrenci olmadığı için bu bölümler kapanmış veya kapanma noktasına gelmiştir. Bu bile Türkiye’nin Fen Eğitimi için bir stratejisi olmadığının göstergesidir. Buna ilaveten hükümetlerin iktidarlarını devam ettirebilmenin bir yolu olarak gördükleri eğitimi kendi düşüncelerine göre yapılandırmaları, Fen Eğitimini çok daha vahim bir geleceğe götürecektir.
Çağdaş Fen Bilimleri Eğitiminin ne olduğunu ve nasıl yapılacağını tartışmak bu makalenin konusu değildir. Bu konu değişik uzman ve kuruluşlarca ortaya konmuştur. Önemli olan ülke koşullarında hangi yöntemlerin doğru biçimde nasıl uygulanacağıdır. Başka bir deyişle ülkenin ekonomik,sosyal ve politik koşulları nasıl yönlendirilirse Fen Bilimleri Eğitiminden beklenen sonuç en yüksek verimle alınabilir. Eğitimin ayrılmaz öğelerinden olan Eğitilen-Eğiten-Eğitim ortamı üçlüsü ve Fen Bilimleri Eğitiminin özelliği de düşünülerek deneysel yöntemlere dayalı, altyapısı ve iç donanımı tamamlanmış kurumlarda, kendi alanlarında iyi yetişmiş yetenekli eğitimcilerce ve yönlenmenin başladığı çağda doğru seçilmiş öğrencilerle yapılması gerektiği bilinen bir gerçektir. Bu gerçek göz önünde tutularak eğitim sisteminin İlk ve Orta öğretimdeki durumu ile Üniversite ve Lisans Üstü öğretimdeki durumu nispeten farklı ele alınmalıdır. Fen Eğitiminin temel öğesi olan gözlem ve deneyden İlk ve Orta öğretimde gözlem ön plana çıkarken, Üniversite ve Lisans Üstü öğretimde deney ön planda tutulmak durumundadır. Örneğin orta örenimdeki öğrenci yemeğin düdüklü tencerede normal tenceredekinden hızlı piştiğini gözlemlerinden bilir. Öğretmenin doğru rehberliğiyle bu gözlem sonucunda hem kaynama noktasının basınçla ilişkisi hem de kimyasal tepkime hızının sıcaklıkla ilişkisi kavratılabilir. Yeter ki öğretmen pişmenin hızlı olmasının nedeni basınç yüksek olduğu için değil, basıncın yüksek olmasından ötürü kaynamanın yüksek sıcaklıkta olduğu ilişkisini öğrencinin algılamasına rehberlik edebilsin. Bu bağlamda eğitim için altyapının yeterli olması yanında öğretmenin de yeterli olması, doğru yöntemler uygulayabilecek nitelikte olması çok önemlidir.
Yüksek öğretimde, Fen Bilimleri Eğitimi birçok teknolojiyi kavramayı ve uygulayabilmeyi gerektirdiği için fiziksel koşullar orta öğretime göre daha önemlidir. İlk ve orta öğretimde temel kavramlarla ilgili bazı basit düzenek ve deneyler yapılabilirken; yüksek öğretimdeki laboratuar uygulamaları daha ayrıntılı ve masraflı olacaktır. Bu nedenle yüksek öğretimde Fen Bilimlerini seçen öğrenciler, kendilerine harcanacak emek ve masrafı boşa çıkarmayacak nitelikte olmalıdırlar. Bir başka deyişle Fen Bilimlerine yetenek ve ilgisi olanlar bu alanları tercih etmeli, sistem de yeteneği olmayanların bu mesleklere yönelmelerini engellemelidir. Oysa ilk ve Orta öğretimde Fen Bilimleri Eğitiminin amacı, bütün öğrencilerin bu bilimlere karşı ilgisini artırmak, temel kavramları ve doğayı toplumun her ferdinin anlamasını; böylece yaşamını bilinçli sürdürmesini sağlamaktır.
Çağımızda teknolojik araçların girmediği, kullanılmadığı bir yaşam biçimi yok gibidir. Gerek ekonomik gerek sosyal koşulları iyileştirmenin yolu teknolojiden ve ürettiği araçları iyi kullanmaktan geçmektedir. Bu araçları yapan teknolojiyi Fen Bilimleri yaratmaktadır. Sadece teknolojiyi yaratmak değil yapılan teknolojik aletleri doğru kullanmak da Fen Bilimlerinin uğraş alanıdır. Bunun bilincinde olan toplumlar Fen Bilimleri Eğitiminin önündeki engelleri ortadan kaldırma politikasını benimserler. Bu politika ki her türlü ön yargı ve dogmatik düşüncelerden arınmış; kuralları bilimin ışığında oluşturulmuş; bilimsel çalışmalara harcanacak emek ve masrafları azami ölçüde geniş tutabilen; insanlara bilimsel çalışmalarında özgür, kısıtlamalardan uzak ve güvende olduklarını hissettirebilen bir politikadır. Böyle bir politikayı benimseyen ve eğitim kurumlarını buna uygun olarak yapılandıran toplumlarda üniversiteyi bitiren gençler kendilerine istihdam alanı açmada ve katma değeri yüksek ürünler üretmede başarılı olacaklardır. Bu politikayı benimsemeyen toplumların ise içine düştüğü durumu görmek için ülkelerin gelişmişlik ve yaşam kalitelerine bakmak yeterlidir.
Prof. Dr. Bayram DEMİRCİ
02 Aralık 2024 21:54
02 Aralık 2024 22:54
01 Aralık 2024 19:03
01 Aralık 2024 13:19
02 Aralık 2024 13:05
02 Aralık 2024 21:30