Bütün varyantlarına rağmen madde-bilinç ekseninde iki temel felsefi anlayıştan söz edebiliriz: İdealizm ve materyalizm. İdealist her şeyin TİN tarafından belirlendiğini ileri süren bir anlayışa sahiptir.Tin,madde olmayan varlık olarak kısaca tanımlanab
Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 29 Temmuz 2019 13:52 - Okunma sayısı: 1.906
İNSAN,YAŞAM ve BİLİNÇ
Bütün varyantlarına rağmen madde-bilinç ekseninde iki temel felsefi anlayıştan söz edebiliriz: İdealizm ve materyalizm.
İdealist her şeyin TİN tarafından belirlendiğini ileri süren bir anlayışa sahiptir.Tin,madde olmayan varlık olarak kısaca tanımlanabilir.
Materyalist ise zihin,ruh,düşünce,bilinç gibi isimlerle belirlediğimiz TİN'in maddenin etkinliğinden başka bir şey olmadığını ileri süren bir düşünceye sahip kişidir.Materyaliste göre madde başka bir varlığa gereksinim duymadan bağımsız olarak vardır.Madde olmadan tin olmaz,tinin oluşması ise mutlaka bir maddeye ihtiyacı vardır.Tin de madde bir varlık olan beyinin etkinliğinden başka bir olgu değildir.
Madenin görünümü yine madde varlık olan beyin tarafından,duyumlar aracılığı ile fotokopisi çekilerek tin varlık durumuna getirilir.
Madde ise devinimdir,devinim olmadan madde olamaz.Öyleyse maddenin kendisine devinimin duyu organlarımız tarafından algılanış biçimi de diyebiliriz.Devinim doğal süreçlerin tümünü kapsadığı gibi toplumsal ve zihinsel süreçlerin tümünü de kapsamaktadır. Milattan önce 535-475 tarihleri arasında yaşamış olan Herakletios '' Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.'' diyor. Bu değişimin temel yasalarının incelenmesi ise diyalektiktir.
Diyalektik bizlere bütün devinimlerin temelinde yatan yasanın çelişme olduğunu söyler.Bu çelişmeye bazı düşünürler zıtların birliği,zıtların mücadelesi de diyor.Çelişme basit, mekanik bir yer değişiminden,maddenin daha yüksek,karmaşık devinimlerine kadar bütün süreçleri kapsamaktadır.
Herakleitos '' Bir nehirde iki kez yıkanılmaz.'' derken değişim ve akışın sürekliliğini vurguluyordu. Aslına bakarsanız kişinin kendisi de bir nehirde ikinci bir kez yıkanamaz.Yani bir kişi aynı nehre ikinci kez giremez.Çünkü ne nehir bir an önceki nehirdir, ne de o nehre girip yıkanan kişi bir an önceki kişidir,bir an öncesine göre ikisi de değişmiştir bu değişim süreklidir.
Bu diyalektik süreç organik varlıkların gelişimi için haydi haydi geçerlidir.
Organik bir varlık her an dışarıdan bazı şeyleri alıp özümsedikten sonra bazı şeyleri de dışarıya atar.Yine organizmada her an ölen hücrelerin yerini yenileri almakta,böylece yaşamını sürdürebilmekte.Organik varlığı, ölü hücrelerle onların üstesinden gelmek isteyen yeni hücrelerin savaş alanı olarak da görebiliriz.Bundan dolayı organik varlık hem kendisi ( canlı ) hem de başka ( ölü ) olarak görmek gerekir.
Eskiyi yadsıyan,yeniyi oluşturan karşıtların bu evrensel birliği dediğimiz çelişkidir.Başka bir değişle her şey kendi zıddı ile vardır,zıddı olmayan varlık yoktur. var olan bir şeyin zıddını ortadan kaldırdığınızda o şeyi de ortadan kaldırmış olursunuz.Basit bir örnek vermek gerekirse,yaşam dişi ile erkeğin ilişkisinden fışkırır.Dişi ve erkek iki zıt kutbu(çelişki) oluşturur.Bunların ilişkisi aynı zamanda her ikisinin de varlık nedenidir. Dünyada sadece kadınlar ve erkekler kalsa ne olurdu ? Tek kalan cins de zamanla yok olup gidecektir.
Çelişkinin kendine özgü formları değişik bilim dallarının konusunu oluşturur : Çarpma ,bölme,çıkarma,toplama...matematik;
Ayrışma,birleşme...Kimya,
Saldırı,savunma,savaş,barış...askerlik,
Üretim,tüketim,sermaye,artı değer,sınıflar...sosyoloji,
İdealizm,metafizik,diyalektik,materyalizm...felsefe vb. gibi
CANSIZ MADDEDEN CANLI MADDEYE GEÇİŞİN DİYALEKTİĞİ
Cansız maddeden canlı maddeye geçişte de aynı diyalektik süreç işlemektedir.Bilim adamları bu sürecin albüminli (Proteinli) maddelerin çevresindeki bazı varlıkları özümseyip dışarı atması ( alma-atma,dolma-boşalma) yoluyla kendisini sürekli yenilemek suretiyle oluştuklarını söylüyor. Bütün canlı varlıklar bu yolla var olmuş ve varlıklarını da bu yolla sürdürmekteler.
İnsan da kendisi ile çevresindeki madde alış verişinden başka bir varlık değildir.fakat insan bu alış veriş ilişkisinde diğer varlıklara göre bilinçle hareket eder. Gerçi hayvanlarda da işleyen bir bilinç yapısı var fakat onlar çevresinin bir parçası olarak edilgen,kendiliğinden bir varlık olarak bilincindedir.Çevresini, varlık nedenlerinden dolayı etkiler hayvanlar. Oysa kendi ve çevresinin bilincinde olan insan kendini yeni koşullara uydurarak yaşamını devam ettirir.Kendi dışındaki varlık ve koşulları kendi lehine kullanmayı öğrenen insan değişen koşul ve ortamlara uygun bir yaşam tarzı geliştirmesini öğrenmiş ve hayatta kalmayı becerebilmiş,bunları beceremeyen birçok varlık ise bu gün paleontolojinin konusunu oluşturmaktadırlar.
Basit bir örnekleme ile açıklamak gerekirse, hiç bir hayvanın kendini sıcak ve soğuğun etkisinden koruyacak bir klima yapamayacağını( Üretemeyeceğini) biliriz. Yine de serinlemek için suya girmesi,gölgeye sığınması; ısınmak için de güneşe çıkması gerektiğini bilir.
Demek ki insan doğayı beyni ve elleri vasıtasıyla kendi yaşamını sürdürebilmek için değiştirip kullanabilen bir özne varlık olarak doğanın karşısında var olabiliyor.Daha önce de belirttiğim gibi hayvanların doğada yaptığı değişikliler ise bilinçle planlanarak yapılan değişiklikler değildir.Bal arılarının yaptığı o mükemmelliklerine rağmen kovanlar hep altıgendir,bunları biraz daha genişletelim veya köşelerini azaltalım diye düşünmezler.
Bilinçle üretime katılan insan doğayı dönüştürürken kendi dışındaki varlık ve başka insanlarla da işbirliği yapmak zorunda kalır.Böylece üretim de giderek toplumsallaşır. Bu durumu daha somuta indirgemeye çalışayım.Her gün giyip de üzerine hiç düşünmediğimiz bir gömleğin üretimi kaç değişik aşamadan geçiyor hiç düşündünüz mü Pamuk,keten,yünü üreten üreticiden tutun da inneyi,ipliği,dokuma tezgahının üreticisine,kumaş satıcısı tüccar,işçi işveren,satıcıya kadar...kısaca o gömleği sırtımıza geçirinceye kadar bir sürü toplumsal bağ ve ilişki gerçekleşmektedir. Orhan VELİ : Ya o beyaz gelinlik / onun da bir hikayesi yok mu ? dyordu bir şiirinde.İşte o hikaye biraz önce anlattığım gömleğin,tişortun,kullandığımız bilgisayarın...da hikayesidir.İşte insanın bilincini belirleyen bu hikayeler esnasında kurulan toplumsal bağlardır.Öyleyse bilinç kaynağı sadece doğal çevresiyle arasındaki bir olay değil aynı zamanda sosyal çevre ile arasındaki bir imgedir.
İlk başlarda kendiliğinden olan insan doğanın verdikleriyle yetinmek zorundayken doğanın da bir parçasından başka bir şey değildir.Beyninin gelişme sürecinde ,onun denetimindeki organları aracılığı ile kendi dışındaki doğayı denetimi altına alıp kullanmaya başlayınca insan özne durumuna gelmeye başladı ve bu özneden doğaya, nesnelere doğru bir devinim başlamış oldu.Bunu doğadan insana,nesneden özneye bir devinim izledi.İnsan kendi yaşamını devam ettirmek için ürettiklerini tüketirken sarf ettiği beden gücünü yeniden kazanmak zorundadır.Aynı zamanda bu süreçte deneyim kazanarak daha üst düzeyde bilgiye erişir. Bu bilgi üretim alanına aktarılarak teknolojik gelişmeyi sağlar.Teknolojinin gelişmiş insan hayatını kolaylaştırır,çalışma süresini kısaltır bilinçli insanı daha çok entelektüel etkinliklere yöneltir bilgi ve bilincin gelişmesinde önemli bir rol oynar .Ve insandan (gerçek özneden) nesneye, nesneden gerçek özneye bu alış veriş sürekli devam eder.
Bu konuda çözülmesi gereken en büyük çelişki ise emeğin toplumsal niteliği ile ona yabancılaşan emeğin bireyselliğidir !
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
06 Ekim 2024 20:54
01 Ekim 2024 17:29
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52