Doç. Dr. Muhammet Özdemir
Kategori: İlahiyat-Teoloji - Tarih: 05 Ağustos 2024 16:04 - Okunma sayısı: 395
Dinin Toplumsal ve Dünyevi Geleceği
Dinsel inançların toplumsal ve dünyevi geleceğiyle ilgili tahmin ve felsefi analizler iki temel kategoride gruplandırılabilirler: (I) Genel kabul ve çözümlemelere göre dinsel inançların geleceği risk altındadır. (II) Graeme Smith ve benim de aralarında bulunduğum az sayıdaki araştırmacıya göre dinsel inançların geleceği olumludur. Aslında sözgelimi “iklim değişiklikleri” ve “küresel ısınma”ya dair olumsuz kanaat sahibi tarafların ve olumlu kanaat sahibi tarafların eldeki dünyevi deneyimlere yaklaşımları nasıl birbirinden ayrılıyorsa bu iki kategoride yer alan araştırmacıların dinsel inanca yaklaşımları da benzer şekilde birbirinden ayrılmaktadır. Bir veya birçok olayı doğru anlamak ve yönetmek niyetindeki her yaklaşım olgu ve deneyimleri merkezde tutmalıdır. Benim buradaki ölçme ve değerlendirme ölçütüm olgu ve deneyimlerin doğru izah edilebilmesidir. Çünkü eldeki olgu ve deneyimleri merkeze alarak bir kavrayış ve değerlendirme geliştirilmediğinde; kavram, teori ve disiplinler insan ve toplumların bugünleri ve yarınlarıyla ilgili isabetli teşhislerde bulunamazlar. Ayrıca geçerli ve tutarlı olmayan izahlar insan ve toplumların karşılaştıkları sorunları çözümleyemezler.
Birinci grupta yer alan anaakım görüşe göre; Allah’ın varlığına ve bir dine inanan insanlar çağdaş yaşamın kentli, güvenli, konforlu ve zevkli araçlarıyla tanıştıkça dinsel öğretiden uzaklaşmaktadırlar. Bu görüşteki araştırmacılar Allah inancı ve dinsel inancın dünyevi deneyimden uzak bir çeşit ruhsal ve mitsel kabulden ibaret olduğunu varsaymaktadırlar. Onlara göre, dünyevi deneyimler dindar kişinin temiz, saf ve samimi dindarlığına zarar vermektedir. Din temelde ahiretle ilgilidir ve dünyaya aykırıdır. Örneğin bir alışveriş merkezinde kendine cep telefonu, giysi veya yiyecek alan kişi artık kendini kolaylıkla bir Tanrı’nın ve dinin bağlısı olarak bulamaz. İkinci grupta yer alan ve oldukça az sayıda araştırmacının dile getirdiği görüşe göre ise; Allah’a inanan ve dinsel öğretilere bağlı olan insanlar 19. yüzyıl Batı Avrupası’nda bilgi, hukuk ve ekonomiyi içeren temel dünyevi etkinliklerde özgür ve özerk olmadıkları için 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu üç alanı tanımaya yönelik deneyimlerle kendilerini göstermektedirler. Bir bakıma 19. yüzyıldaki toplumsal ekonomik sınıf modelinin 21. yüzyıldaki orta sınıflaşmak deneyimlerinde göçmenliği yaşayan yeni aktörlerce bozulup değiştirildiği düşünülebilir. 21. yüzyılın ilk çeyreği söz konusu olduğunda gelişmekte olan ülke toplumlarının dindarlarında gözlemlenen bazı tereddütler ve kararsızlıklar dünyayı yeni keşfediyor olmakla ve dinsel tutumlarına yeni bir pozisyon belirlemek arayışıyla ilgilidir. 17. yüzyılda ve 18. yüzyılda Batı Avrupa aydınlarının bilgi, hukuk ve ekonomiyi Roma merkezli Katolik dinsel inancından arındırma arayışları ne türden tereddüt ve kararsızlıklar içerdiyse benzer şekilde 20. yüzyıl ve 21. yüzyıl inançlı ve dindar aydınlarının bilgi, hukuk ve ekonomiyi dinsel inançlarla uzlaştırma arayışları benzer tereddüt ve kararsızlıklar içermektedir. Bu vakıa bir çeşit dinden uzaklaşma veya dinsizleşme olarak yorumlandığı takdirde bilgi, hukuk ve ekonomiyi var eden kültürel bütünlükte toplumsal biraradalığı sağlayan temel bileşenlerden en gözle görünürü olan din izah edilemez olur.
Günümüzde din sözgelimi Karl Marks’ın 19. yüzyılda yorumladığı gibi tek başına ikna/kandırma aracı ve dünyevi karşılığı olmayan bir etken değildir. Bunun yerine din artık dünyevi ve maddi karşılığı olan toplumsal bir etkendir. Dünyevi nitelikli neredeyse bütün karşılaşmalarda yaşamın merkezindeki temel ögelerden birisi olan dinin varlığını bir çeşit olumsuzlama üzerinden izaha çalışmak ancak onu tanımak istemeyişin bir yansıması olabilir. Bu da olgunun etkinliğine yönelik her günkü yaşamda deneyimlenen güncel gerçekliği ortadan kaldırmaz. Bunun yerine gitgide daha fazla bilgi, hukuk ve ekonominin içinde olan bir dinsel inanç gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuzun kabul edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sözgelimi Yahudilik ve Siyonizmin bazen birbirine paralel ve bazen de birbirine karşıt gelişen toplumsal deneyimleri hiçbir şekilde izah edilemez. Günümüzde Siyonizm bilinci önce ABD’yi ve Avrupa’yı sonra tüm dünyayı dünyevi olarak etkilemektedir. Bilgi, hukuk ve ekonominin herhangi bir şekilde parayı göz ardı edemediği bir zamanı deneyimliyoruz. Yahudi sermayesinin bu zamandaki etkinliğini hangi dinsizleşme teorisi ile açıklayabiliriz? Dinsel inancın dünyevi etkinliğini yoksayan ve tanımak istemeyen herhangi bir yaklaşım bu olguyu nasıl izah edebilecektir?
Gelecekte de özellikle ulus-devletlerin kendi toplumsal kimliklerini dayandırdıkları kültürel ögeler arasında dinler ve dinsel inançlar öne çıkacaktır. Sözgelimi Çekya, İsviçre, Finlandiya ve İsveç kendilerini doğrudan bir din veya dindarlık tipiyle tanıtmayabilir. Ama bu dört ülkedeki göreceli görüntü ABD, İngiltere, Çin, Rusya, Almanya, Fransa, Polonya, İspanya, Portekiz, Yunanistan, İtalya, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Meksika, Pakistan, Mısır, Türkiye, İran ve özellikle de İsrail gibi ülkelerdeki görüntüyü izah edebilmek için kullanılamaz. Laikliğin sosyal değişmelerle evrildiği seküler aktüellikte din, toplumsal işbirliği ve dayanışmada önemli bir meşruiyet unsuru olmaya doğru toplumları değiştirmiş bulunmaktadır. Bu çerçevede hem din ve dindarlığın lehine çözümlemede bulunduğunu düşünen bazı araştırmacıların hem de din ve dindarlığın aleyhine çözümlemede bulunduğunu düşünen bazı araştırmacıların dünyevi etkinlikte kendine gerçek bir tanım ve rol arayan din vakıasını kabul ederek mevcut olumsuz görüşlerini değiştirmeleri gerekmektedir. Graeme Smith de özellikle sosyal değişim deneyiminde “Hristiyanlıktan uzaklaşılmadığını, aksine Hristiyanlığın yeniden keşfedildiğini” belirtmektedir.
Bence dindar insanlar arasında biraz yayılan deizm ve agnostisizm gibi kişisel dinsel inanç pozisyonları da dinsel inançlardan kopuşun değil dinlerin toplumsal etkinliklerinde doğru değişim taleplerinde bulunmaya yönelik arayışların ürettiği pozisyonlardır. Açıkça ifade edildiğinde; deist itirazların ve agnostik itirazların ortak iki argümanı, tarihsel anlatıların bugünkü toplumsal deneyimlerle kurulmuş ilişkilerinin tutarlılığını ve günümüzdeki toplumsal dindarlık ile toplumsal alışveriş arasında kurulmuş ilişkinin tutarlılığını sorgulamaktadır. İki argüman da toplumsal ve dünyevi deneyimlerle ilgilidir. İnsanlar; (I) bir taraftan kişisel olarak özerk ve özgür alan talebinde bulunmaktadırlar, (II) diğer taraftan da kendi gereksinimlerinin adil bir alışveriş mantığı esas alınarak düzenlenmiş toplumsal bir zeminde giderilebilmesini istemektedirler. Bu talepler dinin toplumsal nitelikli günlük yaşamda edindiği etkinliğin daha gelişmiş bir seviyede ayarlanmasına yöneliktir. İnsanlar esas itibariyle memnun ve mutlu olmak istemektedirler ve bunun dine aykırı ve dinin dışında bir durum olduğunu iddia etmemektedirler. Bu vakıa günümüz yaşamında dinlerin ve dinsel inançların yaşamın içinde olduğunu, ama 19. yüzyıl din anlayışlarının insanları kişisel olarak tatmin etmede yetersiz olduğunu ve 21. yüzyıla uygun din anlayışlarının üretilmesi gerektiğini göstermektedir. Öte yandan herhangi bir tutum ve pozisyon 19. ve 21. yüzyıllar arasındaki toplumsal deneyim farklılıklarıyla ilgilidir. Burada sözgelimi 8. yüzyıldaki İslâmî din anlayışı veya 4. yüzyıldaki Hristiyan din anlayışı deneyimin bütünüyle dışındadır. Modern öncesini bugüne iliştirerek bir karşılaştırma ve değerlendirmede bulunmak sadece dinsel inancın 19. yüzyılda edindiği etkinliksizliği izah edebilmekte işe yarayabilir. Dinler bir defalığına yaşanmış deneyimlerden edinilmiş genelgeçer ruhsal kabuller değildirler. Dinler dünyaya her zaman dokunurlar. Dünyaya dokunmayan dinsel inanç kendi özelliğini yitirir. Bunu kendine yabancılaşma olarak kavramış bazı yaklaşımların 20. yüzyılın ikinci yarısındaki sosyal değişimi esas yabancılaşma olarak değerlendirmeleri ciddi bir çelişkidir.
Dinin toplumsal ve dünyevi geleceği mekanikleşme, yapay zekâ ve transhümanizm çağında bile etkinliğin kararlaştırırılması seviyesinde gerçekleşecektir. Çünkü transhümanizm kendini dinsel inanca ve Tanrı’nın varlığına gerek olmayan bir yaşam taahhüdüyle ilk sunduğunda bazı eleştirilerle karşılaştı. Yaşamın anlamına yönelik talepler gibi bazı önemli insani gereksinimlerden söz eden argümanlar transhümanistleri etkiledi ve aynı zamanda dindar Transhümanistlerin de etkin olduğu bir transhümanizm evresine geçildi. Mormon transhümanistler bunun bir önerği olabilir. Belki hala Max More veya Ray Kurzweil’ın inançlı bir toplum argümanına sahip olmadıkları, hatta Newton Lee’nin bu kapsamda çok reddedici olduğu hatırlatılabilir. Fakat Nick Bostrom, Anders Sandberg ve Ted Peters’ın transhümanizm literatürü içerisindeki konumları ve bunlar gibi birçok aktörün dile getirdiklerinin diğerlerinden ciddi seviyede farklı olduğu da göz ardı edilemez. Dinin tabiatının güncel ve maddi nitelikli insan yaşamına aykırı olduğu tezi içinde yaşadığımız sosyal değişmeleri doğru kavrayıp izah edememekte ve yeni sorunları çözmede yetersiz kalmaktadır. Bunun yerine dinin bireysel ve toplumsal görünümlerini modernite içerisinde evrimle kavrayabilen kuramlara gereksinim vardır. Başlangıçta insanların dinsel inançlara ihtiyacı yok gibiydi. Fakat ABD’de en az 200 yıldır ve Batı Avrupa’da en az 70 yıldır insanlar dinle ve dinsel inançlarla yaşamak istemektedirler. Ayrıca Ortadoğu’daki son gelişmeler medeniyetler çatışması tezi ile değil ancak din çatışması tezi ile izah edilebilir. Sorun temelde yüzyıllar arasında değil kendini daha güçlü görenlerle kendini daha haklı görenler arasındaki bir sorundur. Her teori kendini sosyal değişmelere göre güncelleyebilir.
02 Aralık 2024 21:54
02 Aralık 2024 22:54
01 Aralık 2024 19:03
01 Aralık 2024 13:19
02 Aralık 2024 13:05
02 Aralık 2024 21:30