Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

YABAN (WİLD) FİLMİ VE RUHUMUZUN KIRIK KANATLARI

Hatice Erdem

Kategori: Sinema - Tarih: 08 Nisan 2024 21:59 - Okunma sayısı: 506

YABAN (WİLD) FİLMİ VE RUHUMUZUN KIRIK KANATLARI

YABAN (WİLD) FİLMİ VE RUHUMUZUN KIRIK KANATLARI

Gösterime Giriş Tarihi: 5 Aralık 2014 (ABD)

Yönetmeni: Jean-Marc Vallée

Türü: Macera, Gerilim

Süre: 1 s 55 dk

Uyarlandığı eser: Yaban: Kaybolmuş Bir Ruhtan Kendini Bulmuş Bir Kadına

Başrolünde Reese Witherspoon’un yer aldığı Yaban filmi, hayatında hiç bu tarz bir doğa yürüyüşü yapmamış bir kadının tek başına 1100 mil gibi rekor bir yürüyüşe imza atışını anlatıyor.

Konu itibariyle her ne kadar “Özgürlük Yolunda”(Into The Wild) filmine benzese de bazı yönleriyle birbirinden farklılık gösteriyorlar. Özgürlük yolunda filminde, bir gencin, toplumsal diretmelerin onu sıradan bir hayatın içine hapsetmeye çalışmasından kaçıp özgürleşme yolunda ilerleyişine şahitlik ederken; Yaban filminde ise bir kadının psikolojik bunalımlarından kurtulmaya çalışma çabasını görüyoruz. Ancak her iki filmde gerçek hikâyelerden uyarlanmaktadır.

Bir çoğumuz bilinç altına hapsettiğimiz birçok olayın hayatımıza olumsuz etkileriyle baş etmeye çalışıyoruz. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi bunları aşmanın en rahat yolu onlarla yüzleşerek özgürleşmekten geçmektedir. Bazılarımız hayatını çekilmez hale getiren sorunlarıyla yüzleşip onlardan kurtulmak için birçok yola başvururken, bazıları ise sorunlarıyla yüzleşmekten korkmaktadır. Kimisi ise bilinçaltına attıklarının hayatını olumsuz bir şekilde etkilendiğinin farkında bile değildir.

Ancak şu bir gerçektir ki: Ruhumuzun kanatları kırıkken hayallerimizin semasında özgürce uçamayız... Zihin hapishanemize mahkum ettiğimiz ve bir türlü azat etmediğimiz geçmişe dair tüm kötü deneyimler bizi dirhem dirhem azaltır. İsmini koyamadığımız bir yumru, özgüven eksikliği, öfke, melankoli, aşağılık kompleksi ya da üstünlük kompleksi, tutukluk, değersizlik hissi, kibir ve buna benzer hayatımızı zorlaştıran birçok olumsuz duyguyla yüklü kalbimiz, düz yolda giderken bile tökezlememize neden olur.

Peki sıkıntılarımızdan kurtulmak için ne yapmalıyız? Kendi içimize ayna tutup onu tedavi etmek için illa ki tek başımıza 1000 mil yol mu yürümeliyiz? Ya da Uzak Doğuya, Tibet’e, Hindistan'a mı gitmeliyiz? Neden insanlar bu tür yolları tercih ediyor?

Evet, insanın zihninin ve kalbinin aydınlanıp ruhunu onarması için bunlar birer tercih. Büyük bir saygı duyuyorum bunca zahmete katlanan insanlara. Keza yüzlerce uyarıcıyla çevrili hayatımızda kendimize, zihin ve kalp temizliğimize ne kadar zaman ayırabiliyoruz ki? Okul, iş, evlilik, eş, çoluk çocuk, maddi kaygı, zaman kaygısı, trafik, gürültü, yorgunluk, uykusuzluk, tahammülsüzlük, nezaketsizlik, dedikodu, samimiyetsizlik, adaletsizlik, eşitsizlik ve daha birçok sorun ve sorumlulukla ruhumuzun kamburu çıkmış durumda. Düzelt düzeltebilirsen...

Etrafımız sorumluluk duvarlarıyla örülüyorken ve bu duvarlar gün be gün yükseliyorken günlük rutinlerimizin dışına çıkıp benliğimize inerek travmalarımızla yüzleşmemiz, zihnimizi ve kalbimizi temizlememiz ve asıl benliğimizi bulup saklı kalmış potansiyellerimizin okyanusuna dalmamız kolay mı dersiniz?

Dinlenmeye, samimi bir sohbete, anlaşılmaya, sessizliğe, gülümsemeye, doğaya özlem ile yanıp tutuşanların kaçış yoludur; tek başına, her şeyden, herkesten ve kendinden kaçmak için uzun yolculuklara çıkmak. Erdemlerini bir bir yitiren kendi türümüzden, bizi ele geçiren kendi icat ettiklerimizden, kendi inşa ettiğimiz harap edilen doğanın yerini alan kalabalık şehirlerden belki kaçabiliriz ama kendi benliğimizden asla... Her şeyden, sorumluluklardan ve sorunlardan daha çok asıl benliğimizi bulamamamızın sancısıdır canımızı yakan ve bizi mutsuz kılan.

Burada determinist bir kısır döngü var kabul ediyorum. Nedenler sonuçları, sonuçlar ise nedenleri doğurur. Sorun ve sorumluluklar bunalıma, toplumsal yabancılaşmaya özellikle de içsel yabancılaşma ve yalnızlaşmaya sürüklemekte bizi. Diğer yandan ise her sorunumuzun kaynağı olarak bu dışsal nedenleri günah keçisi olarak ilan ediyoruz.

Ancak şu var ki sorunları dışta aramak yerine daha çok içte ararsak ve onları çözümleyip mutlu olmanın nedenlerini bulabilirsek dışsal faktörlerin hayatımızı etkileme oranının daha düşük seviyelere inebileceğine şahit olacağız. İçsel huzuru ve mutluluğu yakalayan insan, kentin zorluklarıyla, insanların zorbalıklarıyla, iş hayatının ve aile hayatının zorluklarıyla daha rahat baş edebilecektir. Mutsuz bir insanın işine severek gitmesi, işinde verimli olması mümkün mü? Mutsuz insanın trafiği, gürültüyü görmezden gelmesi mümkün mü? Mutsuz insanın onu kıran, üzen insan ilişkilerini umursamaması mümkün mü? Tabii ki mümkün değil.

Filmdeki karakterimizde içine düştüğü sorunlar yumağından kaçmak isterken bu yolculuk boyunca aslında kendi zihninin seslerinden kaçtığının farkına varır. Kendi hayatına dair hiçbir uyarıcının olmadığı yollarda, dağlarda, ormanlarda tek başına bir yandan yaşam mücadelesi verirken bir yandan ise kaçmaya çalıştığı ruhsal bunalımlarının çığlıklarıyla yüzleşme imkanı bulur. Hayatın aslında hep bir yaşam mücadelesi olduğunu yavaş yavaş kanıksar. Ha şehirde birçok sorunla başa çıkmaktayız, ha doğada... Yürüyüş boyunca, sıcakla, soğukla, yorgunlukla, ayaklarının yaralanmasıyla, hayvanlarla, erkeklerin kadına olan bakış açısıyla baş etmeye çalışır. Koşullar, sorunların tanımı değişse de hayat her zaman mücadeleye eşittir. Hem ruhuna hapsettiği üzüntüleri, hataları, sevgi eksikliğini, kaybetmenin acısını iyileştirirken hem de bu yolculuğa çıkma amacını gerçekleştirmek onu beklemediği bir güçle donatır. Çift taraflı başarma güdüsü onu bambaşka bir insana dönüştürür. Bakış açısını değiştirdiğinde, kozasını yırtıp kanatlarını gördüğü an, tüm tıkalı sandığı yollar bir anda açılıverir.

Doğa yolculuğuna çıkan ya da Uzak Doğu’ya giden insanların içsel yolculuğa çıkabilmesinin nedenlerinden biri çevresindeki uyarıcılardan kurtulmasıyken diğer nedenleri arasında ise realiteden kaçıp huzuru arayan kendi gibi insanların varlığına şahit olarak rahatlaması, spiritüel deneyimleri koşulsuz kabul edip uygulaması ve de doğanın sessizliğinin sesi içinde kendi içine dönebilmesidir.

Doğanın huzur veren şifacı yönü ise tartışılmazdır. Her birimizin bulduğu ilk fırsatta kendini doğaya atması tesadüf değildir. Her zaman söylerim “Doğa en mükemmel öğretmendir” diye. Doğanın dilini okuyabilene binlerce kadim mesajı vardır. Doğadaki her bir varlığın yaşam şekli mücadele ruhumuzu ve yaşama sevincimizi güçlendirir. Hayat felsefemizi bulma yolunda bize rehberlik eder. Doğanın yaydığı frekanslar ise günlük hayatımızda mantıkla ve realiteyle hareket eden ve bir türlü susmak bilmeyen zihnimizin sesini susturur ve kalbimizin sesini açığa çıkararak ruhumuzu onarır. Bu konu ise uzun uzun konuşulacak başka bir yazının konusudur.

Huzur bulmak için illa Uzak Doğu’ya gidip o ritüelleri yapmak mı gerekir diyenlere ise şunu söylebilirim: Eğer yaşadığımız bu karmaşık hayatta ilahi gücü hissedebilmek için zihnimizin sesini kısıp huzur frekansına girip kalbimizin sesini yükseltebiliyorsak bu tabii ki mümkün. Her bir öğretinin, dinin, ibadetin, ruhu temizleme yöntem ve tekniklerinin ortak noktası da insanın kalbinin sesine ulaşıp onu arındırarak huzuru bulmasına rehberlik etmesi değil midir? Sadece fiziksel bedenden ibaret olmadığımızı kabul edip enerji bedenimizi temsil eden ruhumuzu doyurduğumuzda hayat bambaşka akar önümüzde... Güçlü kalp, zayıf zihni onarır...

Kısacası önemli olan içinde yaşadığımız kaosta gizli olan kozmosu yakalayarak mutlu olabilmektir. Kozmosu yakalayabilmenin ilk adımı ise içimizdeki kiri pası temizlemek, kendimizi sevmek ve kendimizi olduğumuz gibi kabul etmekle atılır ancak. Kalan adımlar ise bakış açımızı ve yaşam şeklimizi düzenlemekle atılabilir.

Günümüzde zaman yönetimi ve mutluluk üzerine yüzlerce araştırma yapılmaktadır. Bundan bir süre önce bu konulardaki araştırmalar bize saçma gelebilirdi. Ama şimdi ise toplumsal ihtiyaçlar dahilinde bu konular olağan hale geldi.

Bir sonraki yazımda “Mutlu Olma Sanatı” olarak adlandırılan “Pozitif Psikoloji” üzerinde durmak isterim.

Ruhumuzun kanatlarını onararak hayallerimizin semasında özgürce uçabilmek dileğiyle...

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...

Yorumlar (2)
Hatice ERDEM - 28 Mayıs 2024 21:52
Çok teşekkür ederim. Ne mutlu bana.
Neslihan nesli - 09 Nisan 2024 12:51
Yibe harika bir çalışma olmuş okumaya başladığımız an filmin de ötesine alıp götürüyor Hatice erdem çok değerli bir yazar ??
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Sinema Yazıları
Platon'un Kamerası

Sinema 02 Temmuz 2024

Platon'un Kamerası