Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Doç.Dr. Mustafa Günay ile “İngiliz Aydınlanması” Üzerine Röportaj

Aygül Balkın

Kategori: Bilim Felsefesi - Tarih: 21 Ocak 2023 13:57 - Okunma sayısı: 1.440

Doç.Dr. Mustafa Günay ile “İngiliz Aydınlanması” Üzerine Röportaj

Doç.Dr. Mustafa Günay ile “İngiliz Aydınlanması” Üzerine Röportaj

17.ve 18.yüzyıl felsefe tarihinde modern felsefeye geçiş yüzyılları olarak tanımlanır. Bu dönem toplumda büyük dalgalanmaların olduğu ve aynı zamanda birçok akım ve felsefi düşünüşün içinde yer aldığı bir dönem olarak göze çarpar.

Aydınlanma Çağı özellikle 18. Yüzyılda kendini daha açık bir şekilde göstermeye başlar. Gerek toplumsal gerek düşünsel anlamda hareketliliğin olduğu bu dönemde üç ülke öne çıkar:

İngiltere, Fransa ve Almanya.

İlk olarak “İngiliz Aydınlanmasını” Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Öğretim Üyesi Sn. Doç.Dr. Mustafa Günay’a soracağız.

Aygül Balkın: Hocam öncelikle “İngiliz Aydınlanması” üzerine röportajımızı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz.

Doç.Dr. Mustafa Günay: Merhaba, ilginiz için ben teşekkür ederim.

Aygül Balkın: Ülkemizde yaygın anlayış Fransa üzerinden olmasına rağmen Aydınlanma hareketi İngiltere’de başlamış Fransa’da devam etmiş ve sonra Almanya’ya uzanmıştır. Hocam Aydınlanma neden İngiltere’de başlamıştır? İskoç Aydınlanmasını İngiltere Aydınlanması olarak mı görmeliyiz yoksa İskoç Aydınlanması İngiltere Aydınlanmasından farklı özellikler mi gösterir?

Doç.Dr. Mustafa Günay:

Aydınlanma felsefesi ve hareketi, bazı ortak özellikler taşımakla birlikte, her ülkenin ve toplumun koşullarından, sorunlarından ve ihtiyaçlarından da etkilenmiştir denilebilir. Aydınlanmanın İngiltere’de başlamasının siyasetten ekonomiye, dinden ticarete kadar pekçok nedeni söz konusudur. Düşünce bakımından da akılcı, deneyci ve dünyevi düşünme tarzının daha belirgin ve güçlü olması da etkilidir. İskoç Aydınlanması ile İngiliz aydınlanması arasında hem bir süreklilik ve benzerlik hem de farklılıklar söz konusudur. Konuyla ilgili araştırmacılar bu bağlamda özellikle bazı hususlara dikkat çekerler: İskoç Aydınlanmacıların insanın toplumsallığını ve toplumsallaşabilirliğini apaçık bir olgu olarak görmeleri söz konusudur. Özellikle Hume ve Smith, “doğa durumu” ve “toplum sözleşmesi” gibi fikirleri açıkça reddettikleri için İngiliz ve Fransız Aydınlanmasının tipik görüşlerinden önemli ölçüde ayrılmış görünürler. İngiliz ve Fransız aydınlanmacılarında aklın insanın yolunu aydınlatabileceğine ve onun karakterini şekillendirebileceğine yönelik güçlü bir inanç ya da beklenti vardır. Bu bağlamda toplumda aklın ve akılcı düşüncenin güçlenmesi, geleceğin de akıl temelinde planlanıp biçimlendirilmesi söz konusudur. Hume, Smith ve Ferguson gibi İskoç aydınlanmasının temsilcilerinde ise, aklın daha çok alışkanlık ve âdetler tarafından şekillendirildiği düşüncesiyle karşılaşırız. Bu düşünürler, toplumsal kurumlara, normlara vurgu yaparlar ve aklın yanısıra duyguları da önemli görürler. İnsan doğasının ilkeleri ve işleyişi bakımından her yerde bir ve aynı olduğuna ilişkin bazı temel kabulleri de söz konusudur.

Bu filozofların İngiliz Aydınlanması’ndan, özellikle de Locke’dan miras aldıkları deneyci bilgi kuramından etkilendikleri söylenebilir. İskoç filozofların aydınlanmaya en büyük katkılarının bilimci tutum olduğu vurgulanabilir. Bilimci tutum derken yalnızca doğa bilimleri değil aynı zamanda insana ve tarihe yönelik bilimler de söz konusudur. Francis Hutcheson, David Hume, Adam Ferguson, Adam Smith ve Thomas Reid gibi filozoflar, bilimsel bilginin her alandaki gelişimini aydınlanmış bir kültürün merkezi unsuru olarak görürler. Onların pozitivist bilimci tutumları sadece psikoloji alanında değil, fakat antropoloji, tarih, hukuk ve ekonomi-politik alanında da karşımıza çıkar.

Felsefe tarihçilerinin bu filozoflarla ilgili değerlendirmelerinde dikkat çeken en önemli husus, bu filozoflarda insan doğasına ilişkin felsefi bir çözümlemeyle topluma, tarihe ve doğaya/doğal dünyaya ilişkin ampirik bir çözümlemenin insan ve toplum bilimlerinin doğuşuna götürecek olan özgül ve ayırt edici bir sentezde bir araya gelmiş olduğudur.

Aygül Balkın: Bilim insanı ve İngiliz Felsefesi’nin öncüleri arasında yer alan Isaac Newton’un aynı zamanda Aydınlanma hareketini başlattığı söylenir. Newton’un aydınlanmaya katkısı nedir, sizden dinleyebilir miyiz?

Doç.Dr. Mustafa Günay:

Newton’un “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” kitabı, doğa bilimlerinin yolunu genişleten ve aynı zamanda aydınlanma felsefesine doğa bilimi yönünden katkı sağlayan bir eserdir. Onun doğa anlayışı, mekanik materyalizmin ve aynı zamanda deizmin de temel dayanağı durumundadır. 17. yüzyılda metafiziğe ve skolastiğe bir meydan okuma olarak da yorumlanan Newton’un doğa görüşü, aydınlanmacı anlayışların gelişebileceği sağlam bir temeli ortaya koymuştur. Çünkü toplum ve kültür düşüncesi, birçok düşünürde belli bir doğa anlayışı üzerine kurulur. Doğa nasıl düşünülürse insan ve özellikleri de buna göre tasarımlanır. Özellikle bağımsız, özerk bir gerçeklik olarak doğa kavramına/anlayışına dayanmadan insanın aydınlanmaya, özgürleşmeye yönelmesi pek mümkün görünmemektedir. Burada bir örnek olarak Gazali’nin temsil ettiği zihniyet verilebilir. Kendi içindeki yasalarıyla devinmeyen bir doğada/dünyada insanın aydınlanmasının yolu da açık değildir. Bu nedenle Kopernik, Bruno, Galile gibi bilim insanlarının doğaya, evrene yönelik araştırmaları ve ortaya koydukları düşünme tarzı, felsefede gelişen aydınlanmacı damarları ve toplumsal/kültürel hareketleri de açık ya da örtük biçimde etkilemiştir. Batıda ortaya çıkan aydınlanmanın sosyal-ekonomik ve politik boyutları kadar felsefe, bilim ve sanat yönüyle de düşünülmesi yerinde olur. Bu bağlamda Newton da tarihsel bir önem taşır. Determinist doğa anlayışı 20. yüzyılda eleştirilir olsa da tarihsel anlamı ve işlevi gözardı edilemez. Ancak onun bilime ve aydınlanmaya katkısı başına düşen elma esprisi ve anektoduyla anmak ne kadar uygun, tartışılabilir.

Aygül Balkın: Bu dönemde yine çok güçlü filozoflar çağa damgasını vurmuştur. Bu filozoflardan ilk olarak Francis Bacon’u ele alacak olursak Bacon “Novum Organum” (Yeni Mantık) adlı eseriyle, geleneksel skolastikle bütün bağlarını koparıyor. Bu kopuş nasıl oluyor bize biraz bundan bahsedermisiniz? Aynı zamanda döneme damgasını vuran ünlü “Bilgi güçtür ve insanın doğaya hâkim olması mümkündür” sözüyle bize ne anlatmak istemiştir?

Doç.Dr. Mustafa Günay:

Bacon, özellikle yöntem anlayışı bakımından bir dönüm noktasıdır. O güne kadar sürüp gelen tümdengelimci bilgi, hakikat ve yöntem anlayışına yönelttiği eleştiriler ve doğayı bilme, kavrama yolunda tümevarım yöntemini savunması, deneye ve gözleme dayanan bilimsel araştırma anlayışının gelişmesine ve bilgikuramında idealist-metafizik düşünme tarzının sarsılmasına yol açmıştır. Bacon’un ortaya koyduğu “idoller eleştirisi” yalnızca kendi zamanı için değil günümüz insanı için de anlamını ve işlevini sürdürüyor diyebiliriz. Çağımızın idollerini sorgulama ve eleştirme yönünde onun felsefesi önem taşımaktadır. Ayrıca ütopyacı düşünce geleneğine katkısını da hatırlamak yerinde olur. Bilim ve teknolojinin belirleyici olduğu bir toplum ve gelecek düşüncesi, Baconcu bir mirastır. Günümüzün koşulları ve gelişmeleri çerçevesinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir.

Bilginin güç olduğu düşüncesi ve sözü, kendisinden sonra adeta bir ilke ve slogan haline gelmiştir. Onun vurguladığı şey, daha çok doğanın nasıl işlediğini, devindiğini bilirsek, bu konudaki bilgimizin ondan yararlanmaya imkan verebileceğidir. Ancak geçen yüzyılları ve insanlığın iyi kötü deneyimlerini de göz önünde tutarak bilgi ile güç ilişkilerini yeniden düşünmek ve değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca doğayla ilgili olduğu gibi tarihle, toplumla ve insanla ilgili bilgilerin de güç olarak, iktidar amacıyla kullanıldığını saptayabiliriz. Çok örnek verilebilir bu konuda. Asıl tartışılması gereken bilginin güç ve egemenlik kurmak için mi yoksa özgürleşmek için mi bir anlam ve işlev taşıması gerektiğidir. Evet bilginin sağladığı güç söz konusudur. Ama bu gücün ne için ne adına ve hangi kurallar ve değerler çerçevesinde kullanılacağı da önemlidir. Bilgi ve değer ilişkisi, günümüzün hem felsefi hem de toplumsal, politik bakımdan en önemli sorunlarından biridir.

Aygül Balkın: Aydınlanma düşüncesinin etkileri göz önüne alındığında İngiliz Aydınlanmacı J.Locke’ın görüşleri günümüzde hala etkilidir. Aydınlanma Felsefesi’nin temel dayanağından biri olan J. Locke’ın duyumcu bilgi kuramının Aydınlanma dönemine etkisini bizimle paylaşır mısınız?

Doç.Dr. Mustafa Günay:

Locke’un bilgi kuramında deneyci bir anlayışa dayanması, duyumlara ağırlık vermesi ve Descartes’ın “doğuştan düşünceler” anlayışını eleştirmesi, aydınlanma yönünde etkili olmuştur. Onun bilginin kaynağı ve dayanakları konusundaki tutumunun, skolastik düşünceden sürüp gelen teolojik ve metafizik etkileri azaltan, doğru bilgi arayışında insanın deneyimlerine ve aklına öncelik veren bir yaklaşım olarak dikkat çeker. Elbette Descartes’ın felsefesi de teolojik unsurlar içermekle birlikte düşünen bir varlık olarak insanın doğruluğu, doğru bilgiyi kendi aklıyla arayıp bulabileceğini ortaya koyması, cogitoyu, düşünen özneyi temele alması ve ona öncelik vermesi bakımından modernliğin kurucularından biri olmasını sağlamıştır. Ama Platon’dan beri süregelen idealist düşünce geleneğini kendi çağında sürdürmüş olan Descartes’a karşı en önemli tepki Locke’tan gelir. Locke’un siyaset ve toplum felsefesiyle ilgili düşünceleri de liberalizmin düşünsel temellerini oluşturmuştur.

Modern sanayi toplumuna ve ekonomik sistemine doğru giden bir dönemde Locke, önemli bir filozof olarak tarihte yerini almıştır. Analitik felsefe geleneğinin öncülerinden biri olarak da görülebilir. Onun bilgi kuramı, aydınlanma sürecini etkilemiştir. Gerçeklik hakkında doğru bilgiye nasıl ulaşabileceğimiz hakkındaki sorulara verdiği cevaplar, eleştirilip tartışılacak çeşitli hususlar içermekle birlikte, insanın duyumlarına, algılarına ve deneyimlerine önem vermesiyle teolojik ve metafizik dayanakların ve temellendirmelerin eleştirisini ortaya koymuş ve bilimsel düşünme ve araştırmanın kuramsal zeminini de oluşturmuştur diyebiliriz.

Bacon ve Locke, modern bilim anlayışın bilgi kuramsal ve metodolojik temellerini ve dayanaklarını ortaya koyan filozofların başında gelir. Elbette burada söz konusu olan daha çok doğa bilimleri ve yöntemleridir. Sosyal bilimlerin, kültür bilimlerinin yöntem tartışmaları ise 19. yüzyıl sonlarına doğru belirgin bir hal alacaktır. Ancak ister tarihe ve kültüre ister doğaya, evrene yönelik olsun, bilimsel düşünme ve araştırmalar, toplumsal yaşamda aydınlanmayı besleyen önemli bir etken olagelmiştir. Günümüzde de bilimsel düşünüşten uzak kalmış toplumlar ve insanları da aynı şekilde aydınlanmadan da uzak kalmayı sürdürmüyorlar mı?

Yorumlar (1)
HALİL özeren - 22 Ocak 2023 01:06
Kutluyorum hocam ! Apaydınlık beyinlerle apaydınlık bir dünyaya !
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Bilim Felsefesi Yazıları