Anasayfa Künye Danışman ve Editörler Son Dakika Arşiv FacebookTwitter
Nirvana Sosyal Bilimler Sitesi Güncel Eleştirel Sosyal Bilimler Platformu

Doç.Dr. Mustafa Günay ile Aydınlanma-1 Üzerine Söyleşi

Hasan Güneş

Kategori: Eğitim Bilimleri - Tarih: 31 Ağustos 2022 19:48 - Okunma sayısı: 806

Doç.Dr. Mustafa Günay ile Aydınlanma-1 Üzerine Söyleşi

Doç.Dr. Mustafa Günay ile Aydınlanma-1 Üzerine Söyleşi

Hasan Güneş: Aydınlanma nedir? Aydınlanmayı bir ideoloji olarak mı? Yoksa bir süreç veya birtakım düşünsel veya pratik düşünsel veya pratik süreçler bütünü olarak mı görmek gerekir?

Doç.Dr. Mustafa Günay: Aydınlanmanın ne olduğu bugüne kadar çeşitli biçimlerde tanımlanmış ve aydınlanmaya yönelik çeşitli yorum ve değerlendirmeler yapılmıştır. Klasik anlamda ve yaygın biçimde kabul edildiği şekliyle aydınlanma bir 18. yüzyıl olgusudur. Akıl ve eleştiri bu bağlamda belirgin kavramlardır. Aydınlanmanın ne olduğu konusunda en bilinen tanım Kant’a aittir. Ona göre, aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Kurtuluş için de kişinin kendi aklını herhangi bir otoriteye ya da vasiye bağlı olmadan özgürce kullanması, aklını kamusal alanda özgürce kullanma cesareti göstermesi gerekir. Akıl ve cesaret ve elbette eleştiri, Kant’ın aydınlanma anlayışının temel unsurlarıdır.

Aydınlanma için aklını kullanmak, akla dayalı eleştiri ve sorgulamayla kendi varoluşunun anlamını temellendirmek, dinsel dogma ve önyargıların sınırlamalarını reddetmek gerekir. Aydınlanma doğa ve toplum olaylarının açıklanmasında ve kültürün şekillenmesinde dinden çok aklın ve bilimin belirleyici olmasıdır. Aydınlanmacı düşünce ile birlikte dünyevi, seküler bir toplumsal yaşam ve kültür dine ve dinsel kurumların belirleyiciliğine dayanan geleneksel kültürü dönüşüme uğratır. Demokrasi, temel insan hak ve özgürlüklerinin de gelişimi söz konusudur.

Aydınlanmanın dinsel dogmalara ve teolojik sınırlamalara karşı eleştirel bir tavrı söz konusudur. Tanrıdan çok inançları gasp eden ve çarpıtan dinsel kurum ve otoriteler eleştirinin hedefinde yer alır. Deizm bu dönemin Tanrı anlayışını ve kutsallığa bakışını ortaya koyar.

Aydınlanma bir süreç olarak görülebilir. Aslında devam eden bir süreçtir. Her ne kadar 18. yüzyıl aydınlanma çağı olarak görülse de aydınlanma belli bir dönemle ya da toplumla sınırlı olarak düşünülemez. İlkçağ felsefesinde de filozofların akla dayalı bir evren görüşü ve toplumsal-politik kavrayışlar ortaya koymaları, düşünce ve kültür tarihinde ilk aydınlanma olarak da görülür. Bu bağlamda felsefi düşünmenin belli bir aydınlanmacılık içermesi söz konusudur. Aydınlanmaya yöneliş, insandan yola çıkan özgür düşünce, eleştiri ve sorgulamayla mümkündür. Bu imkanı ise bize felsefe verebilir. Belki de bu yüzden olsa gerek felsefe düşmanlığı aynı zamanda aydınlanma düşmanlığı olarak karşımıza çıkar. Hemen her dönemde ve toplumda akıl, bilgi ve değer fenerleriyle insanı ve hayatı aydınlatmaya çalışanlar olduğu gibi söz konusu fenerlerin ışığını söndürmeye çalışanlar da karşımıza çıkar.

Hasan Güneş: Aydınlanma bireysel ve toplumsal yaşamı nasıl etkilemiştir?

Doç.Dr. Mustafa Günay: Aydınlanmış toplum ve kültür ancak aydınlanmış bireylerle mümkündür. Bireyin bilgi, değer, ahlak ve hukuk vb. konularda akıllı bir varlık olarak temel dayanak ve hareket noktasını kendinde görmesiyle, insan ve toplum kavramları Tanrı ve doğaüstü temel ve dayanaklardan uzaklaşmaya başlamıştır. Artık insanın hayatına anlam vermesinde, eylemlerinin temelini oluşturacak değerlerin ortaya konulmasında, seküler, laik bir anlayış güçlenmeye başlar. Aydınlanmacı bakış dini/dinsel olanı ve inançları birey ile kutsal olan arasında bir ilişki olarak sınırlamış, sosyal, politik ve ekonomik alanda geçmişten gelen teokratik anlayış, gelenek ve alışkanlıkların belirleyiciliğine son vermiştir. Bu nedenle bireysel ve toplumsal bağlamda aydınlanma aynı zamanda özgürleşmedir, özgürlüktür. Tarihe yönelik ilginin güçlenmesi ve tarih bilincinin insanın düşünme ve değerlendirmelerinde etkili olması da söz konusudur. Tarih bilinci aynı zamanda bir “ilerleme” anlayışı ve kavramıyla da ilişkilidir. Aydınlanma döneminden itibaren tarihin ileriye doğru gittiği inancı ve düşüncesi yaygın biçimde benimsenmiştir. Tarih bilinci, ilerleme ve geleceğin daha iyi olabileceği umudu, hem bireyler hem de toplumlar için etkili olmuştur. Bazı filozofların ise, Kant ve Herder gibi, insanlık (hümanite) kavramını işlediklerini de söyleyebiliriz. Sürekli bir ilerlemenin gerçekliği tartışılabilir olsa da aydınlanmacı tarih anlayışının getirdiği gelecek imgesi, aynı zamanda ütopik düşüncelerin de gelişme zemini olagelmiştir.

Hasan Güneş: Aydınlanmanın neyi amaçladığını ve amacı gerçekleştirmek için felsefecilerin, düşünürlerin, bilim insanlarının siyasetçilerin ortaya koydukları düşünceleri kısaca açıklar mısınız?

Doç.Dr. Mustafa Günay: Aydınlanmacı anlayışın amaçlarından çok etkilerinden ve sonuçlarından söz etmek daha uygundur. Özellikle Batıdaki aydınlanma konusunda ülkelere göre tarihsel farklılıklar görülebilir. Ancak söz konusu aydınlanmayı mümkün kılan unsurlar ve etkenler çok yönlüdür. Bunları birbiriyle ilişkili ve bütünlüklü olarak düşünmek yerinde olur.

Aydınlanmayı felsefi yönden ele aldığımızda yalnızca 18. yüzyıl filozoflarını hatırlamak yerinde olmaz. Çünkü 18. yüzyıldaki aydınlanmanın ya da aydınlanmanın daha güçlü ve görünür olmasının ardında önceki dönemlerin filozoflarının düşünce mirası ve elbette sosyal, politik mücadeleler ve değişimler yer almaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse; Hobbes’un devlet ve siyaset anlayışı, Locke’un empirist bilgi görüşü, Spinoza’nın ontolojik ve etik düşünceleri, daha öncesinde Makyevel’in siyaset düşüncesi, Thomas Paine’in teoloji çözümlemeleri ve eleştirileri de Batı aydınlanmasının düşünsel kökenleri arasında görülebilir. Bu bağlamda gerek insanlık ve uygarlık tarihinde gerekse düşünce tarihinde bazı kopuşlar olmakla birlikte aynı zamanda bir süreklilik bulunduğu da saptanabilir. Felsefi düşüncenin ortaya çıkışından günümüze kadar belli bir aydınlanmacı damarın kendini gösterdiğini, çeşitlendiğini ve sürüp gittiğini söyleyebiliriz. Elbette aydınlanma karşıtı anlayışlarla da her zaman karşılaşmak mümkündür. Bir bakıma insanın aydınlanma ve özgürleşme çabası ile bunun karşısında yer alanların mücadelesi ve çatışması günümüzde de sürmektedir. Ancak yaklaşık bir otuz kırk yıldır akıl, aydınlanma, laiklik vb. aydınlanma kültürünün vazgeçilmez kavram ve değerlerine yönelik bilinçli çarpıtmalar ve tahribatlar da mevcuttur. Ülkemizde de eğitimden sanata, ekonomiden siyasete ve dine kadar aydınlanmayı mümkün kılan ve kılabilecek kavram ve değerlere ihtiyaç duymaktayız. Cumhuriyetle birlikte başlayan ve kesintiye uğratılan aydınlanma sürecinin devam edebilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bu noktada aydınlanmayı bir süreç olarak, modernleşme ve uygarlaşma sürecinin bir evresi ya da etkeni olarak görmek yerinde olur.

Hasan Güneş: Rönesans insanı ile günümüz insanını gerek yerel gerekse uluslararası düzeyde kıyaslar mısınız, lütfen.

Doç. Dr. Mustafa Günay: Bu zor bir soru. Kısaca cevap verebilirsem… Öncelikle Rönesansın ne olduğuna ve nasıl bir dönem olduğuna bakmak yerinde olur. Çoğunlukla Ortaçağdan Yeniçağa, aydınlanmaya bir geçiş dönemi olduğundan söz edilir. Bir geçiş durumu söz konusudur. Ancak Rönesans denilen dönemi, kültürünü ve insanını (varsa böyle bir şey) kendine özgü koşulları/ortamı içinde ele almak gerekir.

Rönesans düşünce ve kültür tarihinde karşılaştığımız en verimli, renkli ve zengin dönemlerden biridir. Rönesans döneminde yalnızca düşünce değil, bilimde, bilgide ve sanatta da bir dünyevileşme kendini gösterir. Hümanizm en güçlü düşünce akımlarından biridir. Ancak bu dönemde daha sonraki bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri hazırlayan çalışmalarla birlikte büyücülük ve simyacılık gibi çalışmalar da yapılır. Bu bağlamda bir karmaşa, bir mayalanma ve bir arayış dönemi olarak önemlidir Rönesans.

Belki bu yüzden olsa gerek son zamanlardaki çağların en büyüğüdür Nietzsche’ye göre. “Rönesans insanı”ı da son büyük insandır onun deyimiyle.

Rönesansın yeniden doğuş ve yeniden uyanış olarak tanımlanmasının nedenlerine bakıldığında ise bu dönemin özellikle Antik çağın kültürü ve felsefesiyle kurduğu ilişkileri düşünmek yerinde olur. Bu noktada denilebilir ki Rönesans bir hatırlamadır. Peki neyi hatırlamadır, hatırlanan nedir? İnsan, sonsuz evrenin, kosmosun içindeki konumunu yeniden özgürce düşünmeye, sorgulamaya başlar. Doğaya dönüp bakmaya başlar, gözlerini doğaüstünden doğaya, dünyaya ve evrene çevirir. Özellikle astronomi, fizik vb. alanlardaki araştırmalar, sanat alanında ortaya konulan eserler ve insanın yaratıcılığın önündeki engellerin giderek aşılması gibi etkenler de Rönesansın düşünce ve kültür mirasını güçlendirir. Söz konusu geçiş birdenbire olmamıştır. Bu nedenle Rönesansı düşünüp değerlendirirken özellikle arayış ve bunalım kavramlarını göz önünde tutmak yerinde olur. Bu bağlamda tarih ve kültür felsefesi çalışmalarının önemli ve gerekli olduğu söylenebilir. Rönesans dönemini, düşüncesini ve kültürünü estetik, felsefi, politik, billimsel, ekonomik ve diğer etkenleri ve unsurlarıyla birlikte ele almak uygun olacaktır. Bu konuda yapılmış birçok çalışma ve başvurulabilecek kaynak bulunmaktadır.

Yorumlar (0)
EN SON EKLENENLER
BU AY ÇOK OKUNANLAR
Diğer Eğitim Bilimleri Yazıları