Dr.Rifat Oymak Yüksek İlkeler Oluşturup Çirkin Bir Gerçeklikle Yaşayan Varlık: İnsan
Kategori: Bilimsel Makaleler - Tarih: 22 Haziran 2019 01:16 - Okunma sayısı: 1.992
YÜKSEK İLKELER OLUŞTURUP ÇİRKİN BİR GERÇEKLİKLE YAŞAYAN VARLIK: İNSAN
Dr. Rifat OYMAK
Bilinç, insanın içinde ya da ilişkide olduğu nesnel gerçekliğin anlaşılması için sürekli olarak işlettiği düşünsel süreçlerin tümüdür. Sosyal gelişme ile, bu gelişmenin bir aşamasında zorunlu olarak ortaya çıkan ‘dil’, doğayla uğraşısında etkin bir güç olan emek, bilincin oluşması ve gelişmesinde temel etkenlerdir.
İnsan türü bilinç gücüyle, soyut-somut, dolaylı-dolaysız kendini, yaşamını etkileyen olgular, olaylar üzerine; bunların anlamları, özleri gerçekliği üzerine düşünür. Başka bir tanımla bilinç; dış dünyadan algılar,sezgiler aracılığıyla alınanla,dış dünyadaki olay,olgu,nesne,süreç hakkında yargı,yorum yapabilme yetisi, gücü ve sürecidir. Bu süreç , bilinci geliştirir. Bu sürecin yokluğu ,engellenmesi ise bilincin yitirilmesine ,işlevsizleşmesine neden olur. Varolduğunun ayırdında oluş yeteneği,bu nedenle,salt insana özgüdür.
Bilinci yiten insan,temel tarihsel, sosyo-biyolojik özelliklerini de yitirir.
Düşünmez, uyar; eylemez, sürüklenir: etkin değil, edilgendir. Dolayısıyla yadsımaz, yineler, yinelenir.
Yadsıma,gelişmenin temel koşuludur. Her şeyin kutsal,en önemli şeylerin bile,bir gün yadsınabileceği gerçeği ise şimdilik temel bilimsel gerçektir.
Toplumsal bilinç ise birikik bilgi denen; sosyo-politik, hukuksal, sanatsal, etik, estetik ve dinsel bilgilerin genel ve bilinçsel bilinç üzerinde yönlendirici yaygın görüngüsüdür.
İnsan, yeryüzünde yaşayan akıllı bir canlı türü olmakla birlikte,yeryüzünün de bir evren içinde olduğu gerçeğini ortaya çıkaran varlıktır. Bu derin ama bitirilmemiş gerçeğe yarış oldukça uzun, karmaşık ve güçlüklerle dolu bir süreçtir. Yüzlerce ilkel görüş ve inanıştan, yüzlerce tanrı ve kralda kurtulup sürekli değişimi kavraması çok cana, çok yüzyıla , çok çabaya gerek duyurmuştur. Aynı gereklilikler bugün de geçerlidir. İnsanın evrimi, cansız evrenin evrimiyle karmaşık bir ilişki içinde süregelmiştir.
14 milyar yıl önce, büyük patlamayla oluşan bir evren; evrende, 200 milyar yılzdız barındıran Samanyolu Gökadası; bu adanın yıldızlarından biri Güneş ve Güneş Sistemi, bu sistem içinde mini minicik bir yerküre; yaklaşık 5 milyar yıllık bir yerküre (dünyamız)…
Doğa bilimlerine göre, dünyanın evrende bir gezegen olarak oluşumundan yaklaşık 500 milyon yıl sonra denizler oluştu. Üzerinde hiç canlı barındırmayan dünyamız, 3 milyar yılın bilinmeyen bir döneminde su içinde ilk canlılara kavuştu.bu canlılar tek hücreliler ve bakterilerdi.bu gizemli,ürpertici süreç kavranamayacak derecede yavaş işliyordu. Dünyanın embriyonu ve ilk çağlarıydı bu dönem. Bir bebeğin sabırlı gelişimine benzetebiliriz bunu. İnanılmaz biçimde zaman değişe dönüşe ilerliyor ve 3 milyara yakın yıl geçtikten sonra oksijen tüketen hayvanlar çıkıyor ortaya. İlk organizmalardı bunlar. Karada ve denizde yaşayan bu canlıları, böcekler ve dinozorların ataları izledi. Dünyanın konuğu çoğalıyordu.400 milyon yıllarının içindeki bu dönem, bilimde Paleozoic dönem olarak adlandırıldı. İlkel yaşamda da dendi buna. Canlı türleri çoğala dursun, gökyüzünde kuşlar uçmaya başlamıştı 200 milyonuncu yıllarda. 80 milyonuncu yıllara gelindiğinde doğanın sevimli ve korkunç yaratıkları dinozorlar, bugün bile tam olarak bilinmeyen bir nedenden ötürü yok olmuşlardı, arkalarında kendileri gibi dev izler bırakarak. Onlar için üzülecek insan yoktu henüz ortada. Doğa insanı beklemiyor, kendi iç dönüşümleriyle, kuraklık ve buzul çağlarıyla, bu çağların sona ermesiyle, ilk ağaçları ve maymunları yeryüzünde oluşturuyordu. 40 milyon yıl önceydi zaman .
Ve 10 milyon yıl önce, bugün bilinen en eski insan benzeri yaratıklar Hindistan ve Afrika’da canlılar dünyasında yerini alıyor ve bize gelen evrimi başlatıyorlardı. Evrim Austrapolitek adıyla insanın atalarını Afrika’da yakalıyordu. Bilinen en eski el araçlarının üretildiği, insanın, bel kemiği yay biçiminde eğik olan atasının doğrulduğu, dik yürümeye başladığı bir döneme girildi. Homo Erectus Man, yani dik yürüyen adamdı bunun adı. Durmayan bu süreçte, çoğaldı, dönüştü doğa ve insan. Yüzbinli yıllara gelindiğinde konutlar yapmaya, avladıkları hayvanları pişirerek yemeye, yiyecek depolamaya, soğuktan korunmak için giyecek yapmaya başladılar. Daha az öldüler, değişimlerini hızlandırdılar, sindirim sistemlerinin dönüşümünü sağladılar. 40 bin yıl önce ölülerini törenlerle gömmeye ve mağaralara ilk sanatsal duvar resimlerini çizmeye başladılar. Adına Fransa ve ispanya denen yeryüzü bölgesinde yaşayanlar bu işi ilk gerçekleştirenlerdi.
Evrenin bu en ilginç çocuğu ; ateşi bulup kontrol eden ve kullanan , üretim aracı üreterek tüm doğadan, öteki canlılardan ve benzerlerinden ayrılan; sanat,bilim ve kültürde, sanayi ve teknolojide kendini bile hayran bırakan gelişmeleri sağlayan; devrim üzerine devrim gerçekleştiren; gelişigüzel bir biyolojik etkinlik; milyonlarca yıllık sosyo ekonomik, binlerce yıllık politik, psikolojik, rastlantısal, yarı bilimsel, bilimsel çabalar sonucu kendi kaderini yönlendirme,belirleme yeteneklerine sahip bir tür olarak ortaya çıkan,’algı dünyasının üstüne bir düşün dosyası kurabilen’ güzelduygusal (estetik) bir biçim ve öze ulaşan insan bugün toplumsal, ekonomik, ekolojik, etik, psikolojik çirkinliklerle çevrelenmiş, geçmişini,bu gününü ve geleceğini, en kötü yeteneği olan “uyum” yeteneğine terk etmiştir. Bininci yıllarda yukarıdaki tarihsel/evrimsel gelişmenin bir yerinde şehir devletler kurarak uygarlığı, sanatı ve kültürü, yani insanın kendi kendini yaratmasını başlatan varlık, Homo Sapiens, akıllı insan, bugün aklını, ne kendine ne de evrimin getirdiği gerçekliğe uygun olarak kullanamamaktadır.
İşte bu, yüksek ilkeler oluşturup çirkin bir gerçeklikle yaşayan akıllı insan; tarihin bir döneminde, çeşitli etkenlerle, bilgi ve bilinç yetersizliği nedeniyle üretilen ulusal, dinsel ayrılıkları, günümüzde, özellikle bilinçli çarpıtmalar ile yalan ve demagoji üzerine kurarak günümüze taşımış, evrimine, gücüne ve yeteneğine hiç uymayan, akıl almaz savaşlarla, kıyımlarla, milyonlarca yıllık saygın geçmişini yok ediyor. Adına ve birikimine ihanet ettiriyor. Binlerce yıllık yalanlara boğuluyor. Biricik yeryüzünde, birlikte gelişip, birlikte değiştirdikleri ve doğa parçalarını ulusal ve dinsel adlarla adlandırıyor ve aynı saçma, gerekliliği ve gerçekliği olmayan olgulara, kavramlara dayanarak birbirini, yaratılarını, sevgilerini, umutlarını öldürüyorlar.
Peki neden?
Bu evrim, bu akıllara durgunluk veren süreç boşa mı yaşandı?
Çünkü bu sürecin içinde, toplumsallaşan insanın bir başka süreci de işlemekteydi:. Üreten insan, üretenin ürününe el koyan insan çelişkisi; yani bilinen adıyla sınıflar savaşı ve evrimi sürüyordu. Bugün bu evrimin, en vahşi, en örgütlü, en teknolojik, en saldırgan, en kanlı, en bilinçli, en gelişkin ve en küresel çelişkisini yaşıyoruz. Bütün bu olan bitenler, bütün bu akılmaz sonuçların temel gerekçesi de işte bu sosyoekonomik gerçekliğin bilim ve teknolojiyle desteklenen, evrimin tarihsel durmayan durağıdır.
Üretenin, üretileni taşıyanın, denetleyenin, üretileni tüketenin, tanıtanın, üretim sürecinde ve ilişkilerinde bir türlü sahip olmadıkları ile ilgilidir.
İşte her şey bu bilincin oluşmasını önlemek içindir. Her karmaşa, bu basit gerçeğin bilinmemesi içindir. Her yapay kimlik, her yapay savaş, her yapay ayrım, her din, her millet, her mezhep, her tarikat, her tanrı, bu bilincin birliğinin yaşama geçmemesi içindir.
04 Ekim 2024 14:08
09 Ekim 2024 01:01
01 Ekim 2024 22:48
06 Ekim 2024 21:34
01 Ekim 2024 17:29
06 Ekim 2024 20:54
05 Ekim 2024 13:12
01 Ekim 2024 19:24
09 Ekim 2024 10:39
05 Ekim 2024 19:52