KONUŞMAK VE YAŞAMAK

Bilimsel Makaleler - Muhammet Ali GEZİCİ Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkan Yardımcısı

KONUŞMAK VE YAŞAMAK

Konuşmanın veya söylediklerinin pratikte ne kadar önemli olduğuna dair bir hikaye okumuştum. Sizlere bu hikayeyi anlatmak istiyorum…

Bilirsiniz; insanlar bir araya gelip örgütlenmeyi pek sever. Vaktiyle uzak ülkelerden, İskandinavya ülkelerinin birisinde, bazı kişiler bir örgüt kurup adını Balıkçılar Cemiyeti koydular. Yaşadıkları ülke üç bir tarafından denizlerle çevriliydi ve ayrıca balıklarla dolu dereler ve göller bulunuyordu. Balıkçılar Cemiyetinin üyeleri balık tutmayı, bu işin heyecanını tartışmak üzere düzenli olarak bir araya gelirlerdi. Balık avlama konusunda heyecanla dolup taşarlardı.
Düzenli yaptıkları toplantılardan birisinde, bir üye konuşmasında:
"Arkadaşlar sizce balık avlama felsefesini oluşturma zamanımız gelmedi mi?" diye sorunca, diğerleri ona hak verdiler. Ve günlerce konuşup balık avlama stratejileri ve taktikleri geliştirdiler. Daha sonra, bu konuda aslında ne kadar geri kaldıklarını fark ettiler.
Başka bir toplantıda, diğer bir üye şöyle dedi:
"Konuya hep balıkçılar açısından bakıyoruz. Peki ama balıklar dünyayı nasıl algılar, onların gözünde balıkçılar nasıl görünür, balıklar ne yer, ne içer?"
Arkadaşları bu fikri de hararetle destekledi. Öyle ya, bütün bunların bilinmesi gerekiyordu. Böylece araştırmalara başladılar, balıkçılık hususunda konferanslara katıldılar. Bazıları farklı alışkanlıklara sahip farklı balık türlerini araştırmaya uzak ülkelere gittiler. Bazıları balıkçılık bilim üzerine doktora yaptı. Her şey iyiydi güzeldi de, bir şey eksikti: Bu zaman zarfında kimse balık tutmaya gitmemişti!
Bir komite oluşturuldu ve çeşitli av bölgelerinde balıkçılar gönderilmesine karar verildi. Balık tutmaya elverişli yerlerin sayısı balıkçıların sayısından fazla olduğu için, komitenin öncelikler sıralaması gerekti…
Cemiyetin bütün koridorlarındaki panolara balık tutma mahallerine dair bir öncelik listesi asıldı. Ne var ki, hâlâ kimsenin balığa çıktığı yoktu. Bu durumun nedenini bulmak için yeni araştırmalar ve anketler yürütüldü. Çoğunluk anketi cevaplamadı. Cevaplayanların bir kısmının kendisini balık tutmaya davete adadığı, bir kısmının balıkçılık teçhizatı tedarikiyle meşgul olduğu, bazılarının da gezip balıkçıları teşvik ettiği anlaşıldı. Toplantılar, seminerler, konferanslar derken balık tutmaya vakitleri kalmıyordu.
Bu arada Balıkçılar Cemiyetine yeni bir genç üye katıldı. Cemiyetin hararetli bir toplantısından sonra, bu genç balığa çıktı. Birkaç şey denedi, usulünü buldu ve bir sürü balık yakaladı. Bir sonraki toplantıda başından geçenleri anlatınca, yakaladığı balıklar nedeniyle kendisine saygı gösterildi ve bundan sonraki bütün genel kurullarda nasıl balık yakaladığını anlatması kararlaştırıldı. Genç, o kadar çok konferansa davet edildi, o kadar çok konuşma yapmak zorunda kaldı ki, sonunda onun da balığa çıkacak vakti kalmadı…

Ama kısa süre sonra, içindeki huzursuzluğu ve boşluğu hissetmeye başladı. Çünkü balık tutmanın zevkini ve mutluluğunu tatmıştı bir kere. Balık oltasını elinde tutmayı o kadar özlüyordu ki! Bir gün bir konuşmasını yarıda kesip kuruldan istifa etti ve bir arkadaşına "Haydi balığa çıkalım" dedi. Ve balığa çıktılar. Sadece ikisi! Ve bir sürü balık yakaladılar.
Bu arada, Balıkçılar Cemiyetinin üyeleri gittikçe artıyor, balıkların sayısı da öyle...

Ama balık tutanların sayısı hâlâ çok azdı…

Hikayede geçen İskandinav Ülkesi belki de geçmişte yaptıkları konuşma ve davranışların aslında pratikte bu denli önemli olduğunu bilselerdi, belki de çok önceleri balık tutmak için denize açılırlardı.

Belki de hikayede geçen İskandinavya ülkesi bugün balıkçılıkta dünyada ön sıralarda ve ön sıralarda olmanın konuşmayı bırakmakla başladığını öğrenmişlerdi…

Ha ne dersiniz?

Konuşmak ve yaşamak birbirinden farklı sonuçlara götürürken, bir gün bu ülkede de yaşamak için konuşmanın daha doğrusu amaç için hareket içinde olmak gerektiği anlaşılır mı?

Muhammet Ali GEZİCİ
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkan Yardımcısı