İstanbul Kanalı

Fikir Yazıları - Prof. Dr. Bayram DEMİRCİ

 

Prof. Dr. Bayram DEMİRCİ

 Yeni bir yıla girdiğimiz, hem de bu yılı ifade eden rakamların 2020 gibi düzene içinde olduğu ve bu vesileyle hayatımızın da daha düzenli olması dileğinde bulunduğumuz bir yıla girdiğimiz şu günlerde İstanbul’a yapılması düşünülen kanalı tartışıyoruz. Ne güzel şey ortada bir proje olması ve tartışıyor olmamız.  Böyle bir proje olmasa neyi tartışacaktık değil mi? ‘’Halinden hoşnut olmak bir çeşit ölüm demektir’’ diye bir söz vardır. Ülkede her şey güllük gülistanlık. Öyleyse hayat ne güzel deyip halimize şükrederek kendimizi bir çeşit ölüm moduna mı alalım. Elbette bir şeyler yapmak gerekir diye düşüneceğiz. Biz de düşünmüş, İstanbul’a kanal yapmayı akıl etmişiz ne güzel. Bunun dışında ülkemizde herhangi bir sorun yok çok şükür!

 

Sınırlarımız dışında savaş oluyor, olsun önemli değil, biz de savaşırız korkacak mıyız? Sınırlarımız içinde bazı terör eylemleri oluyor, önemli değil üstesinden geliriz. Ufak tefek patlamalar bizi korkutmaz. İşsizlik varmış, olsun. İnsanlar her zaman çalışacak değil ya. Biraz da boş kalıp dinlenmeli. Birçok insan açlık sınırının altında gelir elde edebiliyormuş. Peki, acından ölen var mı? Yok. Buna da dayanırız. Bu dünyaya imtihan edilmeye gelmedik mi? Ben böyle düşünmek istiyorum ama birileri çıkıp ‘’bunca sorun varken emek ve paramızı kanala harcamayalım’’diyor.  Bir başkası ‘’kanalın rantabilitesine elbette bakıyoruz. Buradan elde edilecek gelir çok daha fazla olacak, böylece finansal sorunları gideririz ’’ diyor. Hal böyle olunca benim gibi basit düşünenlerin kafası karışıyor.

 

Şaka bir yana ben gerçekten basit ve yalın düşünüyorum. Örneğin bu kanal yapılırsa depremi tetikler mi diye düşünmüyorum. Çünkü işin uzmanı değilim ve aklım ermediği için tetikleyebilir veya tetiklemez demek haddime değil. İşin uzmanlarına sormak gerek. Geri dönüşü mümkün olmayan felakete sebep olur diyorlar. Felakete sebep olur mu bilmem ama bu işin geri dönüşü olmaz. Eğer dönmek zorunda kalınırsa yeniden doldurulabilir ama zemin eski zemin, toprak eski toprak, su kaynakları eski kaynaklar olmaz. Bunu benim gibi aklı olmayanlar da bilir. Gemilerin bu kanaldan mı, yoksa boğazlardan mı geçeceğini kestirmek de öyle. Üç kat daha geniş ve iki kat daha kısa olan boğazlar dururken uzun ve dar kanaldan geçmeyi aklı kıt kaptanlar bile düşünmez. Ama boğazları transit gemi geçişine kapatırsanız veya çılgın bir proje olarak kanalın yapımından çıkacak hafriyatla İstanbul Boğazını doldurup deniz bağlantısını keserseniz o zaman gemiler kanaldan geçmek zorunda kalır. Ancak uluslararası suyolu olan boğazları geçişe kapatmak hiçbir ülkenin yapabileceği bir durum değildir. Çünkü Uluslararası deniz hukukunun 38. maddesi kapatılamayacağını söylüyor. Hal böyle olunca hem geçmesi zor hem paralı yolu kim tercih eder ki. Bu bakımdan kanalın rantabıl olmayacağı açıktır.

 

Hiç mi geçen olmaz? Elbette olur. Montrö sözleşmesine göre boğazlardan geçmesi kısıtlanmış olan savaş gemileri geçer. Bana göre sadece onlar geçer. Saros körfezine çok daha kısa bir kanal yapıldığında Çanakkale boğazından da ihtiyaç kalmayacağı için boğazları konu alan Montrö sözleşmesi otomatik olarak devre dışı kalacaktır. Bu durum ABD’nin işine yarayacağı gibi Rusya’nın da işine gelebilir. Montrö sözleşmesindeki kısıtlamalara takılmadan ABD Karadeniz’e geçerken Rusya da Akdeniz’e ve oradan okyanuslara geçebilecektir. Bundan sonrasını Türkiye düşünsün. Hangisine geçiş izni verir hangisine vermez, birine verip diğerine vermezse veya ikisine de verir ya da vermezse ne olur. Bunları düşünecek ve başı ağrıyacak olan Türkiye olur. Benim basit ve düz mantığım bunları söylüyor. Bunun dışında, Kimya Mühendisi olmamdan kalan bilgi kırıntılarım der ki: sanayileşmiş Avrupa’nın bütün sanayi atıklarını yıllardır Karadeniz’e taşıyan Tuna nehrinin sularında çözünmüş halde bulunan ve Batı Karadeniz’de birikmiş olan hidrojen sülfür ve diğer kirlilikler, açılacak kanal ile Marmara Denizine karışır.  

 

Baştan belirttiğim gibi ben işin deprem boyutunu, şehircilik boyutunu, inşaat süresi ve maliyeti boyutunu, finansman boyutunu, geri dönüşü mümkün olmayacak sakıncalar boyutunu haddim değil diye düşünmeden bile İstanbul’a kanal yapılmasının milli felaket olduğunu düşünenlerdenim. Üstelik de mecbur değilken. Bu kanalın Süveyş ve Panama kanallarıyla kıyaslamasını yapmak coğrafya bilmemeyi bırakın Dünya haritasından haberdar olmamak demektir. Kıyaslama yapılacaksa Cebelitarık boğazının, Hürmüz Boğazının ve Babülmendeb Boğazının yanındaki kanallarla kıyaslamak gerekir, eğer buralarda kanallar varsa. Ya da oralarda neden kanal açmıyorlar diye düşünmek gerekmez mi?

 

Geriye bir tek etken kalıyor yapılacak kanal çevresindeki arsaların getirisi ki bu getiri kaybedilecek olan tarımsal toprağın ve doğadaki tahribatın götürüsünü karşılamaz. Benim kanaatim odur ki bu kanal yapılmaz. Zira bu ülke toprakları henüz, ülkesine böylesi bir ihaneti yapacak insan yetiştirmemiştir şimdiye kadar.