OKULLARDA ÖRGÜTSEL DEĞİŞME SÜRECİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE RÖPORTAJ

Bilimsel Makaleler - Soru: Hocam kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 1957 yılında Denizli’de doğdum. İlk orta ve yüksek öğrenimimi Ankara’da tamamladım. 1982 yılında ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Eğitim Bölümü’nden, “Sosyal Bilimler ve Felsefe”öğretmeni olarak mezun oldum. 198

OKULLARDA ÖRGÜTSEL DEĞİŞME SÜRECİNİN YÖNETİMİ ÜZERİNE RÖPORTAJ

Soru: Hocam kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

1957 yılında Denizli’de doğdum. İlk orta ve yüksek öğrenimimi Ankara’da tamamladım. 1982 yılında ODTÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Eğitim Bölümü’nden, “Sosyal Bilimler ve Felsefe”öğretmeni olarak mezun oldum. 1984 yılında “Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi” alanında yüksek lisans, 1988 yılında da aynı alanda doktora derecesini aldım. 1995 yılında doçent, 2001 yılında da profesör oldum. Meslek yaşamıma 1983 yılında ODTÜ Eğitim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak başladım. Halen Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya devam ediyorum.

Prof.Dr.AbdurrrahmanTanrıöğen:

Soru: Hocam sizce hangi toplumsal beklentiler ve gereksinmeler okulları değişmeye itmekte? Okulların bu değişmelere uyum düzeyi yeterli mi?

Dünyada ve toplumumuzda gelecekte büyük değişimlere neden olabilecek, yeni gelişmeleri  görebilen sistemler için okulları değişmeye iten toplumsal beklenti ve gereksinmeleri, küresel eksende tetikleyici belli başlı etkenleri gözden geçirerek açıklayabiliriz.

Şu anda yeni bir endüstri devrimini yaşamaktayız. Bu yeni devrimin yakın gelecekte toplumsal alt sistemleri nasıl etkileyeceğini düşünmek, geçmiş devrimlerde yapılan hataları tekrarlamamak için nasıl önlemlerin alınması gerektiğini sorgulamak ve değişimlere örgütlerin ayak uydurabilmesini sağlayabilmek -yani dinamik homeostasis oluşturabilmek- için çaba göstermek zorundayız. Kuşkusuz otonom ve implant teknolojiler, bio-teknoloji, siber fiziksel sistemler, şeylerin interneti, artırılmış gerçeklik, büyük veri, bulut, yapay zeka ile ilgili ilerlemeler 4. Sanayi Devrimini toplumsal alt sistemlerin hepsini etkileyecek bir güce ulaştırmaktadır. Değişim sadece sanayi ve üretim sisteminde değil, aynı zamanda genetik ve biyoloji mühendisliğindeki ilerlemeler aracılığıyla da ortaya çıkacaktır. İmplant teknolojilerin ve DNA transferlerinin gelecekte farklı türlerin oluşmasına da neden olacağı tartışılmaktadır.

Halkın küçük bir kısmı bu dönüşüm potansiyelinden haberdar iken büyük bir kısmı ise yeni devrim hakkında ayrıntılı bilgiye sahip bulunmamaktadır. Dolayısıyla öncü kuruluşların böylesi bir devrimde halka liderlik etmesi ve daha geniş bir çerçevede beklentilerini gözden geçirmesini sağlamaya çalışmak gerekmektedir.

  1. Endüstri Devrimi’nin toplumsal alt bir sistem olan eğitim sisteminden de öğrencilere ve geleceğin çalışanlarına kazandırmasını istediği bazı beklentileri bulunmaktadır. Yeni bir kavram olarak gündeme gelen Eğitim 4.0, 4. Endüstri Devriminin ihtiyaçlarına cevap verecek yeni eğitim sistemine verilen isimdir. 4. Endüstri Devriminin öğrencilerde görmek istediği beceriler arasında veri yorumlama, bilişsel esneklik, yaratıcı düşünme, büyük veri analizi, algoritmalar dünyasını anlama, takım çalışması, işbirliği, dünya vatandaşlığı, problem çözme, karar verme, liderlik etme bulunmaktadır. Çünkü dijital dünyada yapay zekaya, otonom teknolojilere ve öğrenen makinalara karşı işini kaybetme riski taşıyan insan için hayatını idame ettirecek ve ona anlam katacak yeni alanlar açmak gerekmektedir. İnsan yapay zekanın yapamadıklarını yaparak, ancak kendisine bir yer bulabilir; bu da düşünme becerisidir. Geliştirilmesi istenen beceriler de buna yöneliktir. Dünyadaki bu değişim ve beklentilerin farkında olan bireyler çocuklarına geleceğin dünyasında kendilerine yer edinebilmeleri için okullarda bu becerilerin kazandırılmasını beklemektedir.

Eğitim Sistemleri teknoloji tasarımı, Robotik kodlama, STEM ve STEMA gibi yeni açılan alanlar ve uygulamalarla yeni devrimin ihtiyaç duyduğu becerileri kazandırmaya çalışmaktadır. Fakat bu yeterli görünmemektedir. Çünkü her şeyden önce teknolojiye ve eğitime yön veren zemindeki felsefedir. Okuldaki faaliyetlerin niteliğini belirleyen de temelde eğitim felsefesidir. Eğitim felsefesi “neyi, nasıl öğretelim?” sorusunu sormaktadır. Eğitim felsefesi işe sadece teknolojik araçların sınıflarda kullanılmaya başlamasından ya da öğrencilerin kod yazma becerilerinin geliştirilmesinden başlamaz. Eğitim felsefesi “neden kod yazmayı öğretmeliyiz?” ya da “kod yazma becerisini hangi amaçları gerçekleştirmek için kullanmalıyız?” gibi varoluşsal ve anlam arayan sorulara cevaplar vererek öğrenciler için çizeceği yol haritası oluşturması, değişmenin insanın doğasına uygun bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaya çalışması, bütün çabalara yön verecek bir niteliğe sahip olması bakımlarından başlatıcı bir neden olarak son derece önemlidir.

Uzun sözün kısası, okullarımızın bu değişmelere uyum sağlama ve hazırlık yapma çabalarının istenen ya da olması gereken düzeyde olmadığını düşünüyorum.

 

Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen:

Soru: Bilgi toplumunun hangi nitelikleri; yine hangi öğrenci beceri ve davranışlarında değişiklik gerektirmektedir?

Bilgi toplumunda bilgi sermayesi ve nitelikli insan faktörü düşünüldüğünde yine dünyada önde gelen stratejistlerin ve kurumların gelecekte öğrencilerde ve çalışanlarda hangi becerileri görmek istediğine ve öğrenmeyi nasıl şekillendirdiklerine bakılması uygun olacaktır. Stratejist ve çok satan kitapların yazarı Peter Fisk geleceğin eğitim sistemine ve öğrenme şekillerine ilişkin açıklamalarda bulunmaktadır. Fisk (2017)’in “Eğitim 4.0’da öğrenmeye yönelik dokuz eğilim nedir?” sorusuna verdiği 9 maddelik cevap şu şekildedir:  öğrenme; herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda yapılabilir; öğrenciye özgü olmalıdır; öğrencinin nasıl öğrenmek istediğini belirleme seçeneği bulunmalıdır; öğrenmede proje tabanlı öğrenmeye ağırlık verilmelidir; öğrenmede uygulama oranı arttırılmalıdır; öğrencilerde muhakeme becerisini kullanma ve veri yorumlama becerisini geliştirmeye odaklanılmalıdır; eğitimde sınav yerine farklı değerlendirme yöntemleri kullanılmalıdır; müfredatın tasarlanmasında öğrencilerin görüşlerini dikkate almalı ve öğrenmede bağımsızlık ilkesine sahip çıkılmalıdır. Görüldüğü gibi öğrenme ortamının öğretmen değil, öğrenci tarafından planlandığı bir eğitim algısının yaygınlaşmasının istendiği gözler önüne serilmektedir. Bu yeni sistemden son derece esnek olması beklenmekte, böylelikle de verimin gelişmesi amaçlanmaktadır. Öğrenciler öğrenmeleri ile ilgili tüm sorumluluğu öğretmenlerine bırakmamalı, değişimin takipçisi olmalı pozisyonlarını hızlı bir şekilde duruma göre ayarlayabilmelilerdir.

Öte yandan Dünya Ekonomik Forumu (DEF 2016) raporunda belirtilen “2020 Yılında Öğrencilerin sahip olmaları gereken ilk 10 beceri “ dikkati çekmektedir. DEF(2016)’de raporlanan 2020 Yılında Öğrencilerin sahip olmaları gereken ilk 10 beceri ise şu şekilde paylaşılmaktadır: (1) karmaşık problem çözme, (2) eleştirel düşünme, (3) yaratıcılık, (4) insan yönetimi, (5) eşgüdümlü çalışma, (6) duygusal zeka, (7) yargılama ve karar verme, (8) hizmet yönelimi, (9) pazarlık becerileri ve (10) bilişsel esneklik. Bu özelliklere baktığımızda yeni devrimin oluşturduğu bilgi toplumunun öğrencilerden liderlik becerilerine sahip olmalarını istediğini gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bilgi toplumlarında temel üretim faktörünün bilgi olduğu düşünülecek olursa toplum hafızasına, bilimsel çalışmalara yön verecek olan kuruluşların başında üniversiteler ve Teknokentlerin yaptıkları araştırmaların geldiğini, dolayısıyla bilgi toplumunun niteliklerinin de buna göre şekillendiğini söyleyebiliriz. Örneğin 2019 yılı Mart ayında MIT TechnologyReview (Editors, 2019) “Teknolojinin çözebileceği on küresel sorun”
başlığı altında sadece teknolojinin çözebileceği bir problemler listesi yayınladı. Listede “Karbon Tutulumu, Şebeke ölçekli enerji depolama, Evrensel grip aşısı, Demans tedavisi, Okyanus temizliği, Enerji tasarruflu tuzdan arındırma, Güvenli sürücüsüz araba, Vücut bulmuş Yapay Zeka, Deprem tahmini ve Beyni çözme” gibi çözüm bekleyen problemler dünya vatandaşlarına duyuruldu. Eğer inovasyonun herkes için olduğunu düşünüyorsak öğrencilerden de bu sorunlara katkı sunacak becerilerinin geliştirilmesinin istendiğini söyleyebiliriz.

 

Soru: Okulların performanslarındaki doyumsuzluk hangi alanlarda değişimi zorunlu kılmaktadır?

Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen:

         Okulların, öğretmenlerin ve öğrencilerin performanslarındaki doyumsuzluğun giderilmesi amacıyla yapılacak değişimlerin temelinde eğitimin doğasının dayanması gereken ana ilkelerin yattığını düşünüyorum. İnsan yaşamının tarihsel süreci, gelişimin dinamiği olarak üç temel ilkeye işaret etmektedir.  Bu temel ilkelere baktığımızda, genelde eğitim sistemlerinin, özelde okul kültürlerinin bu ilkelerle çeliştiğine tanık olmaktayız. Ve bunlar şu anki okul kültürü ile çelişmektedir.

Öncelikle, “insanlar doğaları gereği farklı ve çeşitlidir”. Böyle olmasına rağmen, eğitim sistemimiz, farklılığa ve çeşitliliğe değil, benzerliklere daha fazla odaklanmaktadır. Farklı bakış açılarının geliştirilmesine, zengin yöntemlerin düşünülmesine ve eldeki verilerden sentezler yapılmasına olanak verecek yöntemlerden çok, öğrencilerin dar bir spektrumda neler yapabileceklerini bulmaları teşvik ediliyor adeta. Müfredatımızın odağında ağırlıklı olarak, fen, teknoloji, mühendislik, matematik dersleri bulunmaktadır. Bu dersler çok yararlı olmakla birlikte yeterli değillerdir. Bunların yanı sıra, çocukların sanat, toplumsal bilimler ve beden eğitimi gibi önemli konularda da eğitilmeleri gerekmektedir. Eğitim sistemlerinin en temel amacı, etkili vatandaşlar yetiştirmek olduğuna göre, sadece fen ve matematik alanlarında bilgi, beceri ve tutumlar kazandırılmış vatandaşların yetiştirilmeleri hem birey, hem de toplum açısından bir aksaklıktır. Çocuklarımızın sanat, beden eğitimi ve toplumsal bilimler konularında da bilgi ve beceriler kazandırılması kesinlikle sağlanmalıdır.  Bu daraltılmış ve belli derslerle sınırlandırılmış bir müfredatla değil, zengin bir müfredatla başarılabilir.

İnsan gelişiminin dinamiği olarak kabul ettiğim ikinci temel özellik, “merak”tır. İnsanların doğasında bulunan merak ile okul yaşamının kesinlikle bir araya getirilmesi gerekmektedir. Belki de bizim başaramadığımız işlerden birisi bu. Eğer çocukların doğasında bulanan merak duygusu ateşlenebilir ise, okulun, öğretmenin ve velinin işi de kolaylaşabilir. Çocuklar belki de daha az yardım ile öğrenme sürecini tamamlayabilecekler ve bu onların yaşam boyun yanlarında kalabilir. Çocuklar, dünyayı merakları sayesinde tanımakta ve öğrenmektedirler. Bu merakın köreltilmemesi ve bastırılmaması önemlidir. Merakın bastırılması çocukların kültürel bir boyun eğmeye zorlanması ve neticede kültürel robotlar haline dönüşmelerine neden olabilir. Başarının lokomotifidir merak. Öğretmenler bu lokomotifi ateşleyen makinistler olmalı ve çocukları rutin bir düzeni takip etmeye teşvik etmemelidirler.

Üçüncü olarak, “insanoğlu doğuştan yaratıcıdır”. Ancak yanlış eğitim felsefeleri ve stratejileri, standartlaştırma eğilimi, doğuştan gelen bu özelliğimizi köreltebilir; çocukların doğal yeteneklerinden uzaklaşmalara neden olabilir. Yetenek, doğal kaynaklar gibidir ve derinlerde gömülüdür; yüzeyde durmazlar çoğu kez.  Çok titiz çalışmalarla aranması ve ortaya çıkartılması gerekir. Bu yeteneklerin ortaya çıkartılarak geliştirilmesinin önünü açacak eğitim-öğretim ortamlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Şurası unutulmamalıdır ki, bir toplumda bir şeyleri yapabilenlerin sayısının ne kadar çok olduğu değil, çeşitli yeteneklerin sayısının ne kadar fazla olduğu önemlidir. Performans artırımı isteniyorsa, insanın yukarıda işaret ettiğim özelliklerinin farkında olan ve geliştirilmesine çaba harcayan okullarımızın geliştirilmesi önem taşımaktadır.

 

Soru: Çağımız toplumlarında hangi öğretmen beklentileri ne gibi değişikleri zorunlu kılmaktadır?

Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen:

Dünyada ve ülkemizde önemli dönüşümler yaşanmaktadır. Yukarıda da belirttiğim gibi, içinde bulunduğumuz günlerde 4. Endüstri devrimi tartışılmaktadır. Bilindiği gibi her devrim, ardından kendisine uygun toplumların ortaya çıkmasını tetiklemektedir. Birinci Endüstri Devrimi ardından gelen toplumda eğitimin amaçları ve yapısı tamamen değişmiştir. Aristokratlara hizmet eden bir eğitim anlayışı yerini, endüstrinin gereksinim duyduğu nitelikli işgücünün yetiştirilmesine terk etmiştir. Buna bağlı olarak okulların yapılarında da değişmeler gerçekleşmiştir. İçinde bulunduğumuz 4. Endüstri devrimi de kendisine uygun bir toplumsal yapıyı zorlayacaktır. Bundan kaçış yoktur. Ben bunu çeşitli platformlarda “üzerimize gelen silindir” olarak tanımladım. Gerçekten de, sözkonusu toplumun gerektirdiği becerilerin öğrencilerimize kazandırılamaması, bu silindirin altından kurtulamamız anlamına gelecektir. Yukarıda önümüzdeki yıllarda, öğrencilerin hangi becerilere sahip olmaları gerektiğinden söz ettim. İşte öğretmenlerden beklentilerimiz bu doğrultuda değişmektedir. Bu becerilerin kazandırılmasında baş rolü oynayacak olanlar her zaman olduğu gibi öğretmenler olacaktır. Bu yeni toplum, sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin ve hatta diğer toplumsal kurumlarda çalışan işgörenlerin de sözkonusu becerilerde kendilerini geliştirmelerini zorunlu kılacaktır. 

Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen:

Soru: Okullarda öğrencilerde görülen düşük performans hangi değişikleri zorunlu kılmaktadır?

Sistem düşüncesi ile bakıldığında bu düşük performansın çok sayıda etkenden kaynaklandığını görebiliriz. Bunların tek tek ele alınması bu sütunlara sığmayacak analizlerin yapılmasını gerektirir.

Eğitim sistemimiz ne yazık ki, üniversite sınavına endekslidir. Çocuklar, ilköğretim düzeyinden başlayarak, sınavlara yönelik bir sürece tabi tutulmaktadırlar. Gerçekten, bu toplumun arzu ettiği etkili vatandaşlar olmak için değil, sınavlarda başarılı olmak için zorlanmaktadırlar. Çocuklar kendilerinin seçmediği bir rekabet ortamına çekilmiş durumdadırlar. Öğrenmek için değil, sınavlarda başarılı olabilmek, ailesini ve çevresini mutlu edebilmek için çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu yoğun süreç, onları diğer alanlardaki uğraşlardan, hobilerinden, spordan, sanattan vs. uzak kalmalarına neden olmaktadır. Performans düşüklüğünün en önde gelen nedenlerinden birisi budur. Bunun çaresi çok basittir. Öncelikle, okulların nitelikli-niteliksiz olarak sınıflandırılmasından vazgeçilmelidir. Tüm okulların nitelikli hale getirilmesi bakanlığın ve öğretmen yetiştiren kurumların ortak sorumluluğudur. İyi öğretmenlerin yetiştirilmesi, nitelikli okulların geliştirilmesinin etkenlerinden biridir.

Öğrenciler açısından bakıldığında, öğrencilerin performans düşüklüğünün yukarıda belirtilen nedenlere ek olarak, -yani insanların doğasına özgü özelliklere uygun olmayan eğitime- çağımızın teknolojik yeniliklerinin de önemli bir etken olduğu görülmektedir. Çocukların hatta yetişkinlerin bile teknolojik araç-gereçlere çok bağlı oldukları bir süreç yaşamaktayız. Bilgisayarlar, tabletler, cep telefonları gibi araçların facebook, instagram vb. uygulamalarda ve oyun amaçlı olarak çok yoğun kullanılması çocukların kitap okuma alışkanlıklarına olumsuz etki yapmaktadır. Kitap okumayan çocukların okuduklarını anlama becerileri ne yazık ki gelişmemektedir. LGS ve LYS’deki “yeni nesil” olarak adlandırılan sorulara baktığımızda, okumanın, özellikle hızlı okuyarak anlamanın ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Sadece Türkçe sorularında değil, Fen ve Matematik sorularında da etkili olan hızlı okuma ve okuduğunu anlayabilme becerisi çok önemli hale gelmiştir. Cep telefonu ve tabletlerle oyun oynamaya alışmış olan bir kuşağın bu türlü soruları anlamaları giderek güçleşmektedir. Sadece sınav performansı değil, çocuğun toplumsal yaşamındaki başarısı da bu durumdan olumsuz etkilenmektedir.

Çocukları bu türlü teknolojik araç-gereçlerden ayırmak mümkün olmadığına göre, bu araçların okullarımızda eğitsel amaçlarla kullanılmasını yolunu açmak daha mantıklı olacaktır.

Soru: Değişim yönetimi konusunda eğitim yöneticileri yeterli mi? Önerileriniz nelerdir?

Değişim konusunda sadece eğitim yöneticileri değil, toplum olarak yeterli değiliz. Bu toplumda yaşayan tüm bireyler olarak, gelişmeleri izleyip, kendimizi geliştirmemiz gerekmektedir. Milli eğitimin 2023 vizyonunda açıklanan “öğretmen akademi”leri ve “yönetici akademi”lerinin mutlaka hayata geçirilmesi gerekir. Bir sistem, tüm alt sistemleri geliştirilmedikçe, yeni değişim ve dönüşümlere ayak uydurmada başarısı olur. Yöneticilerin atanmadan önce mutlaka bir akademik çalışma yapmalarının sağlanması önemlidir. Şu anda işbaşında bulunan yöneticilerin de, üniversitelerle işbirliği yapmaları, yüksek lisans ve doktora eğitimleri almaları doğrultusunda teşvik edilmeleri gerekir. Yüksek lisans, yöneticilerimizin bakış açılarını olumlu olarak etkileyen ve alandaki gelişmeleri takip ekmelerine imkan sağlayan önemli bir akademik süreçtir. Bu yolla, yönetici atamalarının daha kolay ve isabetli olacağına inanıyorum.