DOLUNAY GÜNCESİ- II : “ÖZ TERAPİ - İçsel Bir Kazı -” ve Düşündürdükleri

Fikir Yazıları - Barış Akkurt

DOLUNAY GÜNCESİ- 2 : “ÖZ TERAPİ - İçsel Bir Kazı -” ve Düşündürdükleri

“Ah, kimselerin vakti yok

Durup ince şeyleri anlamaya”

Gülten Akın, İlkyaz*

Her şeyin, ama her şeyin yüzeyselleşme eğilimi gösterdiği bir dönemi yaşıyoruz. Bir gösteri çağı aynı zamanda bu. Gösteremeyeceğimiz, başkasının gözüne sokamayacağımız bir yaşam tercihi anlamsız geliyor bize. Görünüşümüz, hâl ve davranışlarımız, düşüncelerimiz hep bir şeyin kopyası aynı zamanda. Birtakım moda eğilimlerin ve bizden ötede gördüğümüz popüler kişiliklerin esiriyiz bir ölçüde. Çılgınlıklarımız bile birbirinin kopyası. Aslında kimsenin birbirinden farkı yok; ancak herkes orijinal görünmeye çalışıyor. Sınırsızca bir dikkate alınma, değer görme ihtiyacı içindeyiz. Sosyal medyanın yanlış kullanımı bu susuzluğumuzu daha da harlıyor. Elbette beğenilmek, onay görmek insani beklentiler. Yalnız bunun bir ölçüde kazanılmış olması, harcanan emeğin sonucu olması gerekmez mi? Takdir edilme beklentisi bir temele sahip olmalı, gerçeklere yaslanmalı. Sabun köpüğü kalıcılığındaki beğeniler ise geriye yarım kalmış, tatmin edilememiş duygular bırakıyor. Herkes en azından “beş dakikalığına ünlü olmak” istiyor. Bu döngü iflah olmazcasına devam edip gidiyor. Öbür yandan, onay merkezli bir yaşam kişiyi kendi olmaktan uzaklaştırıyor, kişiliğini erozyona uğratıyor, sürüleştiriyor.

İnsana, doğaya ve elbette kendisine yabancılaşan insan sağlıklı davranışlar geliştirmekte zorlanıyor, çoğu zaman kendi var oluşunun değerinin farkına bile varamıyor. Yazık hayatlar yaşanıyor ve bitiyor.

Belki takipçi sayımızla övünüyoruz ya, çevremizde yaralarımızı gösterebileceğimiz kaç kişi var? Biraz da beğenilme şımarıklığı bizi yalnızlaştırıyor. Gerçek yaşamdan, çevremizdeki kanlı canlı gerçek kişilerden uzaklaştırıyor. Bir süre sonra yüzeyselliğin ötesinde gerçek bir varoluşun imkânları da kuşkulu hale geliyor. Varlık bilincine, kendilik bilincine ulaşamayan kayıp yaşamlar kalıyor geriye. Bunalımlı, çaresizlik duygularıyla dolu.

***

Yelkenleri suya indirip kibrimizi bir kenara itelemek, yardıma ihtiyacımız olduğunu anlamak ise varoluş bilincinin ortaya çıkmış olması demek galiba. Peki, yaralarımızı kime gösterebiliriz, nasıl iyileştirebileceğimizi kime sorabiliriz? Bir dost sohbetinin tatlılığına ve yarattığı güvenli alana sığınmak iyi bir terapi yöntemi olsa gerek, diye düşünürüm hep. Fakat yalnızlaşmışsak ya da profesyonel dokunuşlara, sondajlara ihtiyacımız varsa… Anlaşılamayacağımızı düşünüyor olabiliriz çoğunlukla. Hatta açık ettiklerimizin aleyhimize kullanılabileceği tereddüdünü yaşayabiliriz. Güven duygumuz zayıflamış olabilir. Peki, en yakınımızdakilere bile yaralarımızı açık etmekte duraksıyorsak biz bu yaraları nasıl saracağız? İşte, bu noktada ruh sağlığı profesyonelleri giriyor devreye. Farkındalık gösterip bu tür bir destek talep etmek önemli bir aşama. Doğru bir uzmanla belki kendimizle yüzleşebilir, kendimizi sağaltabiliriz, içimize bakma yürekliliğini gösterebiliriz. Yeni bir yaşam anlayışıyla, arınmışlıkla yeniden başlayabiliriz temiz bir havayı derin derin solumaya. Kendimizi de başkalarını da sevmeye başlayabiliriz korkusuzca. Açık yüreklilikle, dürüstçe… Sağlıklı ilişkiler kurmakta önemli bir eşiği de aşmış oluruz böylece.

***

“… bize acı veren duygular, onun berrak ve kesin resmini çizdiğimiz anda acı olmaktan çıkar.”

Spinoza, Etika**

Binnur Yeşilyaprak’ın “Öz Terapi –İçsel Bir Kazı-” isimli kitabı bunları düşündürdü bana. Alanında saygın bir ruh sağlığı profesörü olan yazar kendisiyle, yaralarıyla hesaplaşmaya çalışıyor bu kitapta. Örneğini hiç görmediğim, bilmediğim bir tarzda. Danışan da o, kendiyle yüzleşmeyi kolaylaştıran danışman da. Öz terapinin, bu içsel kazının geldiği aşamaya göre roller değişim gösteriyor. Bazen danışan, bazen danışman, ama hep iz üzerinde. Kördüğüm olmuş bir yumağı sabırla açmaya çalışıyor. Göğsüyle midesi arasına çöreklenmiş o sancıyı, o kitleyi cesaretle kanırtıyor. Canı yana yana, ama bıkmadan usanmadan, cesaretle hesaplaşmasını sürdürüyor. Ve tüm bunlar okuyucunun gözü önünde oluyor. Bu arınma sürecine bizi de şahit ediyor yazar.

Öz Terapi incelikli, sahici, samimi bir metin. Biraz da hüzünlü. Kaba olana, yapay olana, içtenlikten uzak olana yer yok onda. Her şey çırılçıplak. Zırhını çıkarmış yazar. Yazarın öz güvenine, açık yürekliliğine hayran kalmamak elde değil. Yazar, yaralarını tespit ediyor, onunla yüzleşiyor ve onu açık etmekten de kaçınmıyor. Yaralarını iyileştirmeye çalışırken, onu cerahatten arındırmaya çalışırken, eyleminde çok kararlı. Yılmadan sürdürüyor bu kazısını, ta ki tüm yaralarını kabuk bağlamaya bırakana dek. Benliğinin bütünleşmesini sağlayana, özgürleşene dek.

Yazar bu hesaplaşmayı ailesiyle yapıyor çoğunlukla. Aile bir tür kader çizgisinin belirleyeni olarak görülüyor. Coğrafya kaderdir, denilir ya... Bu ölçek biraz daha daraltılıyor. Her şey toplumun temeli aile de biçimleniyor. Belki de, aile kaderdir de diyebiliriz. Kuşaklar boyu aktarılan duygu, düşünce ve davranışlar Sosyal Yazılımı oluşturuyor. Ve ömrümüz, eğer bir farkındalığımız varsa, çoğunlukla bunu aşmaya çalışmakla geçiyor. Değişmek istiyorsak, tutarlı bir çaba göstermeli, bize bırakılan mirası tekrar etmeyi reddetmeliyiz. Yazar, bu durum üzerinde özellikle duruyor.

***

Yazarın arınma sürecinin bir parçası oldum bir okur olarak. Hayatın harala gürelesi içinde içime yeterince bakmadığımı fark ettim. Yaşam kalitesini, verimliliğini düşüren bir işlevi olsa gerek bunun. Kitapta, acılarla, travmalarla hesaplaşmanın ertelenmesinin yaşama sevincini kötürüm bıraktığını da gördüm.

Yazarın öz terapi sürecini merakla takip ettim kitap boyunca. Bir yandan da kendi içime bakmaya çalıştım. Bu kendi içine bakma eyleminde, ki yalnızlık gerektirir, yorulduğumu ve yıprandığımı da hissettim. Zihnime üşüşen düşünceler, duygular, davranışlar bir keşmekeş yarattı. Tüm bunların sistematik olarak ele alınması gerektiğini gördüm. Yazarın, bir profesyonelin, kendine uyguladığı öz terapi verimliliğini elbette beklemiyordum. Kendi yükünü taşıyabilir hale gelmek, yükün altında ezilmemenin bir yolunu bulmak gerekiyor. Bunun için de bir bilinç sıçraması ve azimli bir çaba gerekiyor. Farkındalıkla birlikte benlik bilinci de böylece gün yüzüne çıkıyor galiba.

Yazar, yaşadığı süreci şöyle tanımlıyor:

“Anladım ki; düşünsel düzeyde sorgulamak ve mantıken geçersizleştirmek işe yaramıyordu; zihin manipülasyonu sürdürüyordu çünkü. Gerçekten bu baskıdan kurtulup özgürleşebilmek için bu yazılımın nasıl oluştuğunu ve beni nasıl etkilediğini, bedenimdeki arşivlere ulaşarak incelemek gerekiyormuş. Yaşadım ve gördüm.” (Öz Terapi, s.576)

Kendinizle yüzleşme sürecine girmeye niyetiniz varsa bu kitap sizin için teşvik edici olabilir. Duygularınızın, düşüncelerinizin temeline bir kazıya başlayabilirsiniz. Tabularınızı, putlarınızı yıkmaya cesaret gösterebilirsiniz belki. Özgürleşmeye başlayabilirsiniz. Bu sancılı sürecin sonunda, yeterince derine inebilirseniz, bir bütünleşmeyi muştuluyor yazar.

(Binnur Yeşilyaprak, ÖZ TERAPİ –İçsel Bir Kazı-, Nobel Kültür Yayınları, Ankara, Aralık 2023, 5. baskı.)

*Gülten Akın, Bir Deli Kızın Türküsü, YKY, İstanbul, 2021, 14.baskı, syf.: 35.

**Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, Okuyanus Yay., İstanbul, 2023, 144.baskı, syf.: 85