İsmet İnönü’ nün Hayatı
Tarihsel olaylar, zamanla kaybolan olaylar olmasına karşın, bu olayların bıraktıkları izler vardır. Tarih sahnesinde yer alan her devletin kendine özgü siyasal, ekonomik, kültürel özellikleri vardır. Bu özellikler ise ona yön veren liderler tarafından çerçevelenir. Temeli tam bağımsızlık ve ulusal egemenliğe dayalı olan laik, demokratik, sosyal hukuk devleti, ulus-devlet niteliklerini içeren Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, Atatürk’ten sonra önemli bir yere sahip olan kişi İsmet İnönü’dür. Bu yazı dizisinin amacı, İnönü’nün düşünce ve eylemlerini, tarihsel koşullar çerçevesinde, anlamak, açıklamak ve bugüne ışık tutabilmektir. Bu yazı dizisinin ilkine İnönü’nün hayat hikâyesi ile başlayacağız.
24 Eylül 1884, Mustafa İsmet’in doğum tarihidir. Babası Reşit Bey, İsmet’in doğum tarihini, titiz karakterine uygun olarak evdeki Kur´an-ı Kerim’in arka sayfasına kaydetmişti. İsmet, İzmir’de doğdu. İzmir’de o zaman İngiliz Yokuşu denilen, sonradan 842 numaralı sokak olarak tanınan sokakta mütevazı, basit, ahşap bir kira evinde bir çarşamba günü hayata gözlerini açtı. İsmet İzmir’de doğdu ama ne anne ne de baba tarafı İzmirli değildi. Annesi Cevriye Hanım, Tunaboyu Deliorman Türklerindendi. Razgradlıdır. Cevriye Hanım, okumuş bir aileden, Müderris Razgradlı Hasan Efendi’nin kızıdır. Babasının ölümünden sonra iki erkek ve bir kız kardeşi ile beraber İstanbul’a göçerler. Malatyalı Reşit Bey ile 1880’de İstanbul’da evlenir.
İsmet’in babası Reşit Bey, Doğu Anadolu’da Kürümoğulları olarak bilinen bir ailedendi. Aile, yedi yüz yıl önce Bitlis’e yerleşmişti. Yedi kardeştiler. Reşit’in babası Hacı Fettah Efendi Malatya’ya yerleşmiş, Reşit Bey orada doğmuştu. Birisi kız ikisi erkek kardeşleriyle burada büyüdü. Ciddi, çalışkan bir çocuktu. Okumak istiyordu. Malatya Medresesi’nde Arapça Mantık ve Farsçadan Gülistan’a kadar okuduktan sonra Adliye Nezareti’nde oluşturulan bir uzman heyet huzurunda yapılan sınavda yüksek not alarak Sorgu Hâkimliği diploması aldı. Çatalca'da Rumelili Hakkı Bey ile tanıştı. Evlenmek istiyordu. Hakkı Bey’in kız kardeşi Cevriye Hanım’ı istedi. Zaten Rumelilileri çok beğenirdi. Hakkı Bey, kardeşinin Anadolu’nun sert şartlarına alışık olmadığından söz etti. Bir koşulla Cevriye’yi Reşit Efendi ile evlendirdi; her doğumda genç gelin İzmir’e dönecekti. Damat bunu kabul etti, iki genç 1880’de İstanbul’da evlendiler. Bir yıl sonra ilk oğulları Ahmet söz verildiği gibi dayı beyin evinde doğdu. Üç yıl sonra da İsmet dünyaya geldi. O sırada Reşit Bey İzmir adliyesinde sorgu yargıcı yardımcısı olarak görev yapıyordu.
İsmet, beş kardeşin ikincisi olarak doğdu. İlk oğlan Ahmet Mithat daha sonra askeri doktor oldu. Küçük oğlan Rıza Temelli iş hayatına atıldı. En küçük kardeşi Reşit Hayri genç yaşta bir deniz kazasında öldü. Kız kardeş Saniha ise Topçu Binbaşı olan Abdurrezak Okatan ile evlendi. Babası, İsmet’in doğumundan kırk gün sonra Foça sorgu yargıçlığına tayin oldu. Ardından Buldan’da görev yaptı ve dört yıl sonra İzmir’e döndü. İzmir’den sonra Reşit Bey’in çalışma yeri Sivas oldu. Aile, uzun bir yolculuktan sonra Sivas’a gelir ve İsmet orada okula başlar.
Çocukluk devri olarak Sivas’ı hatırlar. Oturdukları ev[1] geniş sofaları ve alaturka sedirleri ile bir meydanı andırırdı. Babası sorgu yargıcı olduğu için vakitli vakitsiz araştırmalara gittiğinden evde at beslerdi. İnönü’nün atlarla tanışıklığı da çok genç yaşlarda başladı.
Sivas’ta altı ay kadar Mahkeme Çarşısında bir ilkokula gider. Babası da İsmet’in eğitimi ile ilgilenmektedir. İsmet’in ilkokul sonrası iki seçeneği vardır: Ya sivil ortaokula girecektir ya da askeri ortaokula. İsmet’in askerlik merakı seçimini kolaylaştırır; 1892 yılında askeri ortaokulda eğitimine başlar. Yaka numarası 32’dir. O zamanki asker okullarında öğrenciler yaka numarası ile birlikte bulundukları mahallenin ismini soyadı gibi taşırlar. Sivas’ın Ali Baba mahallesinde oturdukları için künyesi “İsmet Efendi Ali Baba” olur.
İnönü o günleri anlatırken, “Ben kabiliyeti sonradan keşfedilmiş bir çocuktum. Sivas askeri ortaokulunda bir sene sınıfta kaldım,” der. Ortaokulu 4 sene yerine 5 senede bitirir. Ama bu olay ona ders olur. Onu bir sene sınıfta bırakan matematik öğretmeni Ömer Efendi’yi sonradan minnetle anar. Hatta ikinci oğluna Ömer adını verir. İsmet bu yıllarda Fransızca öğrenmeye başlar. 1895’te ortaokulu tamamlar. Ama yaşı çok küçüktür. Bir sene de Sivas Mülkiye Lisesinin beşinci sınıfında okur.
Sivas’ta bulunduğu sıralar dedesi Abdülfettah Efendi ile tanışır. Dede Malatya’dan Sivas’a gelmiştir. İsmet dedesini çok sever. Sonra Malatya’ya giderler ve orada sünnet düğünü olur. İnönü o günleri anılarında şöyle ifade etmektedir: “Malatya’yı bu ilk görüşümde, günlerce, geniş kayısı bahçelerinde koşup eğlendik. Dedem 1854 Rus Savaşı’nda bulunmuş, bize savaş hikâyeleri anlatırdı. Ailemiz içinde doktorluk hariç, askeri mesleğe giren ben varım. Dedem 1854, babam 1877 savaşlarında çarpışmışlar, ben onları takip etmiş oluyorum.”
İsmet mülkiye lisesinin beşinci sınıfını bitirince babası onu İstanbul’a getirir ve Topçu Lisesinin sınavlarına girer. Okula kabul edilen on iki kişi arasındadır. Lise eğitimi iyi geçer. 1897 yılında Topçu Okulunun İdadî kısmına gitmiştir. Askeri liseden önce mülkiye lisesinde bir sene okuması fayda sağlamıştır. 14 Şubat 1901’de Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Topçu Okulu) na girmiş ve 1 Eylül 1903 yılında 19 yaşında teğmen olarak mezun olmuştur. Topçu Harbiye sınıflarında artık hep sınıfın birincisidir. Topçu Harp Okulunu birincilikle bitiren Mustafa İsmet, Erkânı Harbiye’ye girmiş ve 26 Eylül 1906 da Kurmay Yüzbaşı olarak okulu birincilikle bitirmiştir. Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, Fethi Okyar gibi Millî Mücadele’de etkili olan isimler de aynı okuldaydılar. İnönü’nün Harp Akademisi’nde Atatürk ile sıkı bir arkadaşlığı olmamakla birlikte uzaktan bir tanışlıkları söz konusudur.
İnönü çocukluk günlerini anılarında şöyle anlatır, “Okul sırasında geniş imkânı olmayan orta halli bir ailede yetiştim. İstanbul’da Valde Camii karşısında bir küçük evde kiracıydık. Sonra Rumelikavağı’nda bir iki sene hava değişikliği için oturduk. Altı sene süren askeri eğitimin yıl sonu tatillerini İzmir’de geçirdim. İzmir’e dayımın yanına gidiş benim için mutluluk ve açılıp serpilme fırsatı olmuştur. Değirmen Dağı’ndaki küçük, mütevazı ev, denize karşı hâlâ bana dünyanın en güzel köşkü gibi görünür. Dinlenirdim, gezerdim. Fransızca gazeteler okur, memleketimin dört köşesinde önemli bir olay varsa onu öğrenir takip ederdim. Gelecek sene dersleri için biraz hazırlanır, bazen dil dersi de alırdım. Küçük dayım doktordu, edebiyat meraklısıydı. Onunla beraber bulunmak da bana zevk verirdi. İzmir, on üç yaşımdan itibaren çok sevdiğim bir şehir olmuştur.”
1898 yılında Mühendishane-i Berrî-i-Hümayun (Topçu ve İstihkâm Okulu) idadi (lise) birinci sınıfının birincisi Aksaraylı İsmet Efendi, ikinci sınıfa geçtiğini İzmir’deki dayısına şöyle bildirmişti “Geleceğimle benim aramda bir engel ve perde oluşturan yıllardan birini çiğneyip geçtim.” 14 yaşındaki bir çocuğun böyle düşünüp yazması dikkat çekicidir. Bu ifadede bir fevkaladelik, ‘gelecek’ten emin olmaktan gelen bir özgüven vardı. Demek ki, onun nazarında yıllar ve sınıflar, rütbeler ve aşamalar kendisiyle, açıkça gördüğü geleceği arasında doğal ve zorunlu birer evreden başka bir şey değildi. O zamanlar okul arkadaşı olan Orgeneral Ali Fuat Erden, “Bunu öğrendiğim andan başlayarak bu çocukla uzaktan ilgilenmeye başladım,” demektedir.
Orgeneral Ali Fuat Erden, okul zamanı İsmet ile yakın arkadaşlar ve okul dışı zamanlarda bir araya gelerek Almanca, Fransızca çalışıyorlar, kitap çevirileri yapıyorlardı. Özellikle de Fransızca çalışırken okudukları kitaplar felsefe kitaplarıydı ve bu kitaplardan çok etkileniyorlardı. O günleri Ali Fuat Erden şöyle anlatıyor: “İsmet Bey’le Fransızca kitapları okurken tartışır, düşünce alışverişi yapardık. Bu ateşli düşünce alışverişleri aramızda samimi bir düşünüş ve duyuş bağı oluştururdu. İsmet Bey’in zekâsını, görüşünü, muhakemesini pek çok beğenirdim. Bu beğeniş saygıya, saygı hayranlığa dönüştü.”
2 Ekim 1906’da, 22 yaşındayken, Edirne 2. Ordu’da genç bir Kurmay Yüzbaşı olarak göreve başlamıştır.
Evliliği
İsmet Bey’in eşi Mevhibe’nin annesi Saadet Hanım, 93 Harbi olarak bilinen 1877- 78’deki Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Bulgaristan’ın Ziştov bölgesinden göç etmiş Recep Ağa’nın kızıydı. Pek çok Rumelili aile gibi, önce İzmir’e yerleşmişlerdi. Daha sonra İstanbul’a taşındılar. Saadet Hanım, Süleyman Zühtü Bey ile İstanbul’da evlendi. Süleyman Zühtü Bey’in babası Mehmet Efendi de Ziştov’dan tanışıyorlardı. Saadet Hanım’ın Mevhibe’den önceki çocuklarının hiçbiri yaşamadı, eşini de çok genç yaşında verem hastalığından kaybedince hayatta yalnızca üç buçuk yaşındaki kızı Mevhibe ile kaldı. Saadet Hanım, eşi öldükten sonra kızı Mevhibe ile kayınpederi Mehmet Ağa’nın Süleymaniye’deki Ayşekadın Hamamı Sokağındaki konağında oturmaya devam etti. Mevhibe Hanım büyük babasını da kaybedince büsbütün anne kız yalnız kalmışlardı. Dededen kalan mal, mülk, bir hamam ve iş hanı onları rahatlıkla geçindiriyordu Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Abdülhamit devri sürüyordu.
Mahalleye yeni komşular taşındı. Yeni komşularından biri de İsmet’in ailesiydi. İsmet’in ailesi Anadolu’yu dolaştıktan sonra İstanbul’a geldiler. İsmet’in annesi Cevriye Hanım da Rumeliliydi. Mevhibe Hanım’ın komşusu oldular. Saadet Hanım, bir gün kızı ile birlikte komşusu Cevriye Hanım’a gittiler. Artık Mevhibe iyice evlenme yaşına gelmişti. Mevhibe, kendi diktiği beyaz ipekli bir bluz giymişti. Yakasındaki ve kollarındaki volanlar genç kıza bir zambak tazeliği veriyordu. Saçlarını bir topuz halinde toplamıştı. Uzun etekliği ince belini sarıyor, altından düğmeli potinleri görünüyordu. Cevriye Hanım Mevhibe’yi ilk gördüğü andan itibaren İsmet’e en uygun eş olacağını sezmişti. Fakat o sıralar oğlunun evlenmeye niyetinin olmadığını biliyordu. Osmanlı İmparatorluğu savaş içerisindeydi. Genç adam her an cepheye çağrılabilirdi, yuva kurmanın sırası mıydı? O gece oğlu eve gelince Cevriye Hanım bir kere daha evlenme konusunu açtı. İsmet’in arkadaşları ona hep paşa kızlarını uygun bulurlardı ama Cevriye Hanım’ın fikri başkaydı. Akıllı kadın, oğlunu karşısına alıp sakin sakin anlatmaya başladı: “Karşı komşunun kızını bir görsen! Melek gibi güzel, terbiyeli, mazbut yetişmiş, annesinden başka kimsesi yok. Onunla evlenirsen hazır bir eve yerleşirsin, cepheye gidince gözün arkada kalmaz.” Genç Albay İsmet’in annesinin zevkine ve aklına güveni tamdı. İsmet’in tek bir şartı vardı; Mevhibe’yi öncesinde bir kere görmek.
Cevriye Hanım oğlunu ikna ettiğine inanamıyordu. Sevinç içinde oğlunun şartını kabul etti. Cevriye Hanım oğlunun derdine bir çare buldu. Bundan kolay ne vardı? Zaten herkes devrin adetlerini kolaylaştıracak yolları biliyordu. Anne, kızı evine davet edecek, İsmet de anahtar deliğinden genç kızı görecekti. Cevriye Hanım hemen komşusuna haber salıp gece oturmasına çağırdı. Saadet Hanım, Mevhibe’yi alarak konağa geldi. Salona girer girmez Cevriye Hanım ve kızı Seniha, genç kızı kapının tam karşısındaki koltuğa oturtmak için büyük çaba sarf ettiler. Mevhibe etrafta dönenleri sezdi, kalbi heyecanla çarpmaya başladı. Kime göründüğünü bilmiyordu, düşünmeye cesaret edemiyordu. Acaba? İsmet Bey ise anahtar deliğinin dar açısından karşısındaki güzelliği doğru dürüst seçememişti bile.
Albay İsmet Bey ile Mevhibe’nin nikâhları Cevriye Hanım’ın isteğine uygun olarak çabuk kıyıldı. 13 Nisan 1916 perşembe günü düğünleri yapıldı. Evliliğinin 21. gününde Albay İsmet cepheye gitmişti. Kendi yokluğunda Mevhibe’nin yeni bir uğraşla oyalanmasını istiyordu; özlemini azaltacak, genç kadının günlerini dolduracak bir hediye bıraktı. 30 altına bir piyano alındı, Rum madam tutuldu ve Mevhibe derslere başladı. Artık yeni evliler arasında sıkı bir mektuplaşma başlamıştı.
Albay İsmet’in eşine olan aşkını ve özlemini günün terbiyesi dâhilinde ifade ettiği mektuplarından “piyano” sözcüğü hiç eksik olmuyordu. Dersler nasıl gidiyordu? Mevhibe Hanım ilerleme göstermiş miydi? Albay İsmet evine ancak on dört ay sonra dönebildi.
Mart 1920’de Abay İsmet, Mustafa Kemal’e katılmak üzere Anadolu’ya geçince Mevhibe Hanım, kucağında üç aylık oğlu İzzet ile kayınpederi Hacı Reşit Bey ve ailesine katılarak, Karadeniz üzerinden Malatya’ya gitti. Sakarya Savaşı’nın kazanıldığı (1921 Sonbaharı) günlerde İzzet’i kaybeden Mevhibe Hanım, artık Garp Cephesi Kumandanı olan İsmet’in daveti üzerine, Konya’ya geldi (Mayıs 1922). Zaferden sonra ise, İzmir’e geçip Göztepe’ye yerleşti.
Aile hayatına önem veren İnönü, duygularını anılarında şöyle ifade etmektedir: “Aile hayatımda huzur ve mutluluk hatırası ile doluyum. Aile içinde dar zamanlarımı genişleten, kasvetli günleri aydınlığa yönelten başlıca desteğim, eşim Mevhibe olmuştur. Siyasi hayatımın bütün üzüntülerini sabırla ve cesaretle karşıladı. Hiçbir sarsıntı anında ürkmedi. Aile içinde geçimimiz, daima anlaşmalı olmuştur. Biz bunun tılsımını şu usulde bulduk: Bir olaydan hangimiz şikâyetçi olur ve ilk söze başlarsa, ötekimiz susar ve hak verir ve fırtına ne kadar sürse mutlaka sütliman olarak biter. Çocuklarımla arkadaş gibi yaşadım. Şimdi torunlarımla arkadaş gibi anlaşmaya çalışıyorum. Ben, Türklerin iyi aile hayatına sahip olduklarına inanmışımdır. Aile saadetinin temelinin, tek evlilik olduğuna yürekten hükmetmişimdir.”
İnönü, ailesiyle Pembe Köşkte yaşadı. İsmet İnönü, kırk sekiz yılını geçireceği Pembe Köşk’ü 10 Eylül 1923 tarihinde bir bağ evi olarak evin eski sahibi Mehmet Uzunzade’den satın alıp, 1925 yılında ailesiyle birlikte taşındı ve 1973 yılına kadar burada yaşadı. Ankara’nın en eski evlerinden biri olan Pembe Köşk, Ankara Başkent olduktan sonra, sosyal ve kültürel hayatımızdaki ilklerin birçoğuna sahne oldu. Atatürk’ün başkanlığını yaptığı toplantılar ve devrim çalışmaları burada yapıldı. Atatürk’ün isteğiyle 22 Şubat 1927’de Ankara’nın ilk balosu Pembe Köşk’te yapıldı. Atatürk, Latife Hanım’dan ayrılmış olduğu için bu balonun Çankaya köşkü yerine Mevhibe Hanım’ın ev sahipliği yapacağı Pembe Köşk’te düzenlenmesini uygun görmüştü. İlk konserler, ilk sergiler, ilk ilmi toplantılar, satranç ve bilardo, ata binme, bu evde, bu bahçede düzenlendi. Ankara’nın iklimine uygun çiçek ve ağaçların, çamların yetiştirilme deneyleri bu bahçede gerçekleşti.
Yemek odası bu evin en ilgi çeken ve en çok kullanılan kısmıydı. Atatürk, kendi bağ evi için İstanbul’da Pisarti adında bir mobilya firmasına eşya ısmarlarken Pembe Köşk’e de büyük yemek odasına döşemek üzere eşyalar ısmarlamış. Yapılmasında ve döşenmesinde Atatürk’ün çok emeği geçmişti. Atatürk Pembe Köşk’e sıklıkla gelirdi. Atatürk’ün şöyle bir alışkanlığı vardı: Akşamları arkadaşına telefon eder ve Pembe Köşk’e gelmek istediğini söylerdi. Bazen on, bazen yirmi kişi ile beraber gelirdi. Fakat evde bu kadar konuk için yemek olup olmadığını sormayı hiç ihmal etmezdi. Var ise mesele yoktu, yoksa kendi getirirdi. Köşkün salonunda, yemek masanın etrafında Atatürk arkadaşlarıyla toplanıp dönemin birçok sorununu tartışıp ve çözmüşlerdi.
Pembe Köşk, geleneklerine bağlı, çağdaş bir Türk ailesinin yaşamını temsilidir ve sergilenen aile mutluluğunun sembolüdür. Büyük oğulları Ömer İzmir’de, ikinci oğulları Erdal ve kızları Özden bu evde doğdu. İnönü ve eşi bu evde hayata veda ettiler. Pembe Köşk, şimdi bir müze evdir ve yıllın belli zamanlarında ziyarete açıktır.
Ömer İnönü (1924-2004)
İzmir Göztepe’de doğan Ömer, Mevhibe-İsmet çiftinin ikinci çocuğuydu. I. Dünya savaşı yıllarında doğan ve İzzet adını verdikleri oğulları daha bebekken vefat etmişti. Ankara Gazi Lisesi’nin ardından İstanbul Teknik Üniversitesi, Makine Mühendisliği Bölümü’nü bitiren Ömer İnönü, 1944-1945 yılları arasında bir süre, lokomotif ve vagon üretimi ile bunların bakım-onarımını yapmak için 1939’da kurulmuş olan Sivas Cer Atölyesi’nde staj yaptı. 1945 sonunda gittiği ABD Pasadena’daki Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde (CALTECH) yüksek lisans yapan Ömer İnönü, 1948 Haziran’ında Türkiye’ye döndü. 1948 Aralık’ında askere giden Ömer İnönü, 4 Eylül 1952’de Engin Ögelman ile evlendi. Ömer İnönü için kız kardeşi Özden Hanım şunları söylüyor: “Ömer ağabeyim yaptığını çok iyi yapan bir insandı. Eğitimini, evlatlığını, babalığını… Babamın istediği gibi çok yönlü bir insan oldu. Güzel sanatların her çeşidiyle ilgiliydi. Edebiyat, müzik, resim hakkında bilmediği yoktu. Spora çok düşkündü ve yetenekliydi. Baba sporumuz ata binmek, tenis, kayak, yüzme, yelkencilik, pilotluk, hepsini yaptı.”
Yaşamını ticaret yaparak sürdürmüş olan Ömer İnönü, göz önünde olmaktan hoşlanmazdı. Hayri ve Eren isminde iki çocuk ve beş torun sahibi olan Engin-Ömer İnönü çifti, İstanbul Maçka’daki evlerinde ikamet ediyordu. Yakın bir dostunun “Efendilerin Efendisi” diye tanımladığı Ömer İnönü, eşinin 1 Ocak 2004 tarihinde vefatından tam iki ay sonra, 2 Mart 2004’te yaşama gözlerini yumdu.
Erdal İnönü (1926-2007)
İnönü'nün ortanca oğlu olan Erdal İnönü 6 Haziran 1926 tarihinde Ankara'da doğdu. Özden Hanım, Erdal İnönü'nün doğduğu gün kız bebek bekleyen babası İnönü'ye hemen haber verildiğini belirtiyor ve ekliyor, "Erdal ağabeyim, babamın bebekliğini andırdığı için babamın çok hoşuna gidiyor. Ailenin erkek evladı yani bir dalı anlamına gelen 'Erdal' ismini ağabeyime veriyorlar. Ona daha doğar doğmaz böylece birtakım sorumluluklar verilmiş oluyor." Erdal İnönü, Çankaya İlkokulu ve Ankara Gazi Lisesi’nin ardından Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Fizik Bölümü’nü bitirdi (1947). Aynı yılın eylül ayında, yüksek lisans ve doktora yapmak üzere, ABD’nin Pasadena kentine gitti. Ağabeyi Ömer’in yüksek lisans yapmakta olduğu, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’ne kayıt oldu. 1952 Haziranı’nda, doktora sonrası araştırmalarını Princeton Üniversitesi’nde yapmış bir fizikçi olarak Türkiye’ye döndü. Ankara Üniversitesi, Genel Fizik Enstitüsü’nde asistan olarak kamu hizmetine başladı. Mamak Muharebe Okulu’nda tercüman yedek subay olarak askerliğini yapan (1954) Erdal İnönü, 1957 yılında, Heybeliada’dan yazlık komşuları olan Armatör Ali Sohtorik’in büyük kızı Sevinç Hanım ile dünya evine girdi. Evlendikten sadece bir gün sonra, ABD Başkanı Eisenhower’in ilan ettiği “Barış İçin Atom” programı çerçevesinde, çeşitli üniversite ve enstitülerde araştırmalar yapmak üzere yeniden ABD’ye gitti. Türkiye’ye döndüğü 1960 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde, 1974 yılına kadar öğretim üyeliği, bölüm başkanlığı, dekanlık ve rektörlük görevlerinde bulundu. Babasının ölümünden iki yıl sonra geçtiği Boğaziçi Üniversitesi’nde, sekiz yıl ders verip yöneticilik yaptı.
Prof. Dr. Erdal İnönü, Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) Fen Komitesi ile Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) Yürütme Kurulu üyeliği; Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) Gebze’deki Temel Araştırma Enstitüsü’nde kurucu müdürlük yaptı. Uzun süre siyasete girme konusunda direnen Erdal İnönü, ülkenin ve siyasetin durumundan dolayı, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından, öğretim üyeliğini bırakarak siyasete atıldı. 1983 yılında, Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) Kurucu Başkanı oldu. Bu partinin, Halkçı Parti ile birleşmesi sonucu ortaya çıkan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin (SHP), ilk olağan kurultayında seçildiği genel başkanlık görevini 1993 yılına kadar sürdürdü.
1986, 1987 ve 1991 genel seçimlerinde İzmir’den milletvekili seçilen Erdal İnönü, Doğru Yol Partisi (DYP) ile SHP’nin kurduğu koalisyon hükümetinde (1991-1993) Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı olarak görev yaptı. 1992 yılında Berlin’de toplanan 19. Sosyalist Enternasyonal Kongresi’nde Başkan Yardımcısı; 1993 yılında ise, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı seçildi. SHP-CHP birleşmesinden sonra kısa bir süre (27 Mart-20 Eylül 1995) Dışişleri Bakanlığı yaptı. Siyasetten ayrıldıktan sonra akademiye dönen Erdal İnönü, Sabancı Üniversitesi’nde Bilim Tarihi dersleri verdi.
TÜBİTAK Bilim Ödülü sahibi olan Erdal İnönü, matematiksel fiziğe yaptığı katkılardan ötürü 2004 yılında, Grup Teorisi ve Temel Fizik Vakfı tarafından, fizik alanında Nobel’den sonraki en büyük ödül olan Wigner Madalyası’na layık görülmüştü. 2007 yılında vefat eden Erdal İnönü, zarif davranışları ve nükteleriyle Türk siyasetine hoşgörü, tebessüm ve seviye getirmiş saygın bir bilim ve halk insanıydı.
Özden İnönü Toker (1930)
İsmet Paşa’nın, “Nihayet bir kızım oldu Paşam” diyerek Atatürk’e doğum haberini verdiği Özden Hanım, 7 Şubat 1930’da Pembe Köşk’te dünyaya geldi. Çankaya İlkokulu ve Ankara Kız Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Edinburgh Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptı.
Çocukluğunda, Atatürk’ün Pembe Köşk’e gelişi ve kendisine gösterdiği ilgi ve sevgiyi anımsayan Özden Hanım, annesi Mevhibe İnönü ile mevlitlere, ramazan aylarında camilere; babasıyla ise, milli bayram kutlamaları, konserler, tiyatro ve bale gösterilerine gittiğini hatırlıyor. İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemi (1938-1950) Çankaya Köşkü’nde geçiren Özden İnönü, 9 Şubat 1955’te, Akis dergisi sahibi gazeteci Metin Toker ile evlendi. TBMM 22., 24., 25. ve 26. dönem. CHP’den Ankara Milletvekili olan Gülsün Bilgehan ile Nurperi ve Güçlü isminde üç çocuk annesi olan Özden İnönü Toker, İnönü Vakfı’nın kurucuları arasındadır.
Özden İnönü, kendisi gibi öğrenci olan gazeteci Metin Toker’le İstanbul’da tanışır. Toker; “Özden’in örülmüş gür ve siyah saçları, iri gözleri beni çekti,” diye anlatır. Birbirlerinden telefon numaralarını alırlar. Metin Toker muhabir olarak çalıştığı Cumhuriyet Gazetesi’nin numarasını verir, Özden İnönü ise Dolmabahçe Sarayı’nın. Genç ve varlıklı olmayan gazeteci ile Cumhurbaşkanı Milli Şef İsmet Paşa’nın kızı arasındaki peri masalı diye anılan aşk böyle başlar. Nişan Maçka’daki İnönü Köşkü’nde, düğün Pembe Köşk’te yapılır.
1988 yılından itibaren Pembe Köşk’ü, 23 Nisan ve 29 Ekim günlerini kapsayacak iki aylık dönemlerde tematik sergilerle ziyaretçilere açan Özden Hanım, annesinin vefatı (1992) üzerine vakfın başına geçti. 2002 yılında eşini kaybeden Özden Hanım’ın halen ikamet ettiği Pembe Köşk’ü, yılda ortalama 15-20 bin ziyaretçi geziyor. Özden İnönü Toker, Pembe Köşk ziyaretçilerine, Atatürk’ü, Pembe Köşk’ü, İnönü ailesini, Türkiye’nin kurtuluşunu, cumhuriyetin ilanını ve kazanımlarını bıkmadan yorulmadan anlatmaya devam ediyor.
[1] İsmet İnönü’nün 1891-1897 yılları arasında çocukluğunun geçtiği, ilköğrenimini tamamladığı bu konak; şimdi İnönü Konağı namıyla anılmaktadır. Sivas’ın merkezi bir semti olan Bahtiyar Bostan Mahallesinde bulunan konak, 1830’lu yıllarda Göğdünlüoğulları tarafından yaptırılmıştır.