SEVDA, ONURLA YAŞAMAK: “AĞRIDAĞI EFSANESİ”

Fikir Yazıları - Dr. Pınar Kızılhan

“Aşklar mı diyordun, anladım,

Senin incindiğin benimse

Yollara düştüğümdür yeniden”

Ahmet Telli

SEVDA, ONURLA YAŞAMAK: “AĞRIDAĞI EFSANESİ”

Sevme yetisi, gelişmiş bir kişiliğin en temel özelliğidir. Sevgi, saf, çıkarsız, yalansız bir duygudur, paylaşılarak, emekle büyür, örgütlenir. İnsan, insancıl hale gelir. Geçtan (2018) olgunlaşmamış kişilik özelliğinin, bir süre sonra karakterin bir parçası olacağını söyler. Duygusal tepkilerle entelektüel gelişme arasındaki uyuşmazlık gelişmemiş kişilik özelliğidir. Uygarlık ve mülkiyetle birlikte, samimiyetsizlik, yalan da artmakta ve kişisel ilişkilerde ilkel tepkiler verildiği sıklıkla görülmektedir. Yazar, yaşamak ve sevmenin bir bütün olduğunu dile getirir.

Ankara Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nde Dr. Alper Akçam’ın davetiyle sevgi üzerine paha biçilmez dizelerini, kendisinden bizzat dinlediğim şair Ahmet Telli, “aşk, iktidar ve eşitliğin meşru biçimidir, arkadaşlık emek ilişkisidir” diyordu. Gabriel Garcia Marquez’in Kolera Günerinde Aşk (El amor en los tiempos del cóler) adlı eserinden söz ederken, şehre dikilen kolera bayrağının, kolerayı değil, sevgiyi simgelediğini anımsatmıştı. Şiirleri, hayal gücümle yüzleşmemi sağlayan şair Ahmet Telli’yi dinledikten sonra, evde, Yaşar Kemal’in Ağrıdağı Efsanesi’ni kaldığım yerden okumaya devam ettim. Eser, aşk ve iktidarın şiirsel bir anlatımıdır. Bu yazıda Yaşar Kemal’in, Beyazıt Paşası Mahmut Han’ın kızı Gülbahar ve Ağrıdağlı Ahmet’in saf sevgisini konu alan değerli yapıtına değinilecektir.

“Ağrıdağı Efsanesi”

“(…) Her bahar küp gölü çiçeklenirken bütün Ağrıdağının çobanları gölün kıyısına gelirler… Kavallarını bellerinden çıkarıp Ağrıdağının öfkesini çalmaya başlarlar. Ve yalımdan sevda kuşu… Kanadını, gölün som mavisine batırır” (Kemal, 2019, s.23).

Eserin özeti

Kır bir at, Ahmet’in kapısında durur. Töre gereği, at özgür bırakılır, at, üçüncü kez Ahmet’in kapısına gelir. Bu durumda atın, Hak’tan yadigâr verildiğine inanılır. Ahmet, atı hak etmiştir. Mahmut Han, aylardan sonra, atının, Ahmet’in kapısında durduğunu öğrenir. Beyler, Ahmet’i haklı bulur. Sofi dışında, dağlılar baskıdan köyü boşaltır. Yaşlı Sofi, İshak Paşa zindanına atılır, derinden derine kavalını çalar:

“ (…) Sofi, bu kimin türküsüdür” diye sordu Gülbahar. “Bu” dedi, “Ağrıdağı’nın öfkesidir. Atalar, Ağrının bu öfkesine türkü yakmışlar” (Yaşar Kemal, 2019, s. 27).

Mahmut Paşa “yiğit Ahmet’i tanıyayım” der, Ahmet, beyler tarafından köye getirilir. Paşa, sözünde durmaz, töreye uymaz, atı yadigâr etmez, Ahmet’in haklı olduğunu savunan Musa Bey, Ahmet’le birlikte zindana atılır. Paşa kızı Gülbahar, Ahmet’e âşık olur:

“ (…) Öylesine aşinalık duyuyordu ona… Öylesine bildik, öylesine yakın (Kemal, 2019, s. 33). Sanki çok eski zamanlardan beri candılar” (s. 39).

Mahmut Paşa ve dağlı Ahmet arasında mücadele başlar. Ahmet, “canından korktu da hak armağan atını geri verdi” dedirtmez. Paşa da, “bir dağlıdan atını alamadın mı” dedirtmez. Ahmet, atı verirse Sofi ve Musa’yı da ölüme de sürüklemeyecektir. Sevgisi her geçen gün taşa toprağa işleyen Gülbahar, derdini soğukkanlı ve mert bildiği kardeşi Yusuf’a açar. Yusuf babasından korktuğu için ablasına derman olamaz. Bahar, çare aramaya devam eder. Tek başına Ahmet’in obasına giderek dağlılardan atı istemeyi ya da babasına attan vazgeçmeyi söylemeyi düşünür:

“(…) Gülbahar yerinde duramıyordu. Bütün bedeni, kafası, duygularıyla bir çare arıyordu. Uçan kuştan, akan yılandan car umuyordu” (Kemal, 2019, s. 55).

Gülbahar, Ahmet’e sevdasını demirci Hüso’ya anlatır. O da Gülbahar’ı Kervan şeyhine gönderir. Demirci Hüso, Kervan Şeyhinin mührüyle, atı getirmek için dağlılara gider, Ahmet, Musa ve Sofi’nin boyunlarının vurulmasına üç gün kala, demirci, Paşa sarayının kapısına atı bağlar. Paşa, atın kendisine ait olmadığı gerekçesiyle atı kabul etmez. “Atını çalıp da getirmeyen bu üç hırsızın vurulacağını” söyler. Gülbahar, gönlünün sevdası Ahmet’in kaçması için zindancıbaşı Memo’dan yardım ister. Memo Gülbahar’a tutkuludur. Gülbahar’ın saçından bir tel ister, Ahmet, Sofi ve Musa Bey ölümden bu şekilde kurtulurlar. Memo, kalenin burcundan kendisini aşağı atar, onun ölümüyle kasabaya figan düşer. Zindanın kapısını açan zindancı, artık dünyanın hiçbir yerinde yaşayamacaktır. Memo’yu oğlu gibi seven Mahmut Paşa, onun neden canına kıydığına anlam veremez. Oğul Yusuf, Gülbahar ve Ahmet’in birbirlerine sevdasını babasına itiraf eder.

Gülbahar, zindandaki kuyuya atılır. Ağrıdağı yasa batar, birlik olup kızı kurtarırlar. Kervan Şeyhi tarafından Bahar ve Ahmet kutsanır. Yiğit Hoşap Bey’ine sığınırlar. Beylik geleneği gereği, sevdalılara sahip çıkılır, Beyler, savaşmak isteyen Mahmut Han ile barışmanın yollarını arar, durur. Ahmet ve Gülbahar’ı Paşa’ya göndermeyen Hoşap Kalesi Bey’ine, yörenin aşiret beylerinden dost eli uzanır.

“(…) Atın gelip Ahmet’in kapısında durması, sonunun böylesine büyük bir sevdaya varması, bu sevdaya saygıdan Memo’nun kendisini feda etmesi, Ahmede, Gülbahara kutsal bir kişilik kazandırıyordu (Kemal, 2019, s.96).

Ahmet, Bahar ile döşeklerinin arasına yalınkılıncını koyar, ona el sürmez. Gülbahar, Ahmet’in ne demek istediğini anlamaya çalışırken, Mahmut Han, halka, Ahmet’i, Ağrıdağının zirvesinde ateş yakarsa bağışlayacağını, kızını vereceğini söyler. Paşa, halkın birliğinden korkmuştur. Ahmet, dorukta ateşi yakar, ovaya indiğinde demirci Hüso’nun elini öper. Ahmet’in, ne kendileri için kurulmuş düğünü, ne kalabalığı, ne de sarayı gözü görür. Memo’nun ölümünden beri, içi içini kemiren Ahmet, Gülbahar’a “neyin karşılığında Memo, canını benim canımla değişti” diye sorar. Gülbahar yaklaştıkça Ahmet uzaklaşır.

“(…) Ve yalımdan sevda kuşu… Kanadını gölün som mavisine batırır” (Kemal, 2019, s. 98).

Sevgi, Sevda, Onur

Beyaz atın Paşa’dan kaçarak sıradan bir köylünün kapısında durması efsanenin dramatik durumudur[1]. Yaşlı Sofi, Ağrıdağı’nın simgeler. Sofi, adaletsizliğe karşı duran bilgedir. Ağrıdağı kadar güçlü ve onurludur. Taygun’a göre (1990) Gülbahar, Ahmet ve zindancıbaşı Memo’nun trajik bağı, üçünün de tutkularında kararlı olmasıdır. Ahmet, törenin ve halkın yarattığı bir kahraman, Gülbahar, yürekli bir genç kadındır.

Zindancı başı Memo’nun sevdiği kadının bir başkasına sevdasıyla yüzyüze gelmesi kendisi için beklenmedik bir durumdur. Zindanın kapısı açıldı, ama Memo yaşayamadı. Ahmet’in sezgisi, zindancıbaşı Memo’nun gizli iç dünyasına kapı açtı. Jung (2018b) iç dünyalara açılan kapıların dar ve gizli olduğunu, iç dünyanın kapılarından söz etmenin büyük gürültü kopardığını ifade eder.

Beylik ve Paşalık Arasındaki Çelişki, Demokratik Birey Olma

Beylik ve Paşalık arasındaki çelişki Mahmut Han karakterinde görülür. Mahmut Han için Ağrı’nın töresi değil, Osmanlının yasaları önemlidir. Vezir İsmail Ağa, güngörmüş, akıllıdır (Taygun, 1990). Vezir İsmail Ağa, kendisinden daima korkulan Mahmut Han’ı, halkının cesaret ve kararlılığından korktuğuna ikna eden dürüst bir devlet adamıdır. Beylerin, savaşmak isteyen Mahmut Han ile barışmanın yollarını araması da demokratik tutuma örnek olduğu söylenebilir. Ayrıca köyün ve yakın köy halklarının doğru davranış, hak karşısında birlik olup mücadele etmesi, demokratik birey olmanın önemine bir vurgudur.

Törelere Bağlılık, Onur, Şahsiyet

Beyler, geleneklere, törelere bağlıdır, onurludur, çünkü evine gelen misafirine sahip çıkar. Ahmet ve Gülbahar sevdalıdır. Ancak Ahmet canını Memo’ya borçlu olduğunu anladığında Gülbahar’a sevgisinden vazgeçmiştir.

Edebi Motif ve Arketip[2]

Ağrıdağı Efsanesi’nin, en belirgin edebi motifi; sevgi, sevda ve onurla yaşamaktır. Zindancıbaşı Memo, Gülbahar’ın bir tutam saçı karşılığında kendi canını Ahmet’le değişmiştir. Sevdalının saçının anlamı, o çağda büyük bir emanet anlamına gelirdi. Gülbahar’ın sevdiği kişi, yani atın yeni sahibi Ahmet, canının ne karşılığında kurtarıldığını sorgulamış, şüphelerinde haklı çıktığını anladığında Bahar’dan ebediyen vazgeçmiştir.

Eserdeki bir başka edebi motif, Ağrı köylülerine kötü davranan Osmanlı Paşası’nın, kızıyla evlenebilmesi için Ahmet’ten Dağın zirvesinde ateş yakmasını istemesidir. Bu çok zor bir görevdir. Zirveye çıkanın geri döndüğü görülmemiştir. Ahmet bunu başarır. Dağın zirvesinde, Ahmet’in boğulduğu Küp Gölü, arketiptir. Suyun arketip anlamı, arınmadır. Carl Jung'a göre, su, bilinçaltının en yaygın sembolüdür. “Küp Gölü”nde at “beyaz” ve sevda kuşları “som mavi” rengiyle betimlenir. “Mavi” renk saflığı ve güvenliği ifade ederken, “beyaz” doğaüstü, masumiyet vb. anlamına gelir (Sonal, 2016). Dağdaki kent, kültürlerde çok tanınan bir arketipsel semboldür (Jung, 2018a).

Son söz yerine

Sevgi paylaşılarak, emekle büyür. Sevgi, farkındalıktır, olgun bir kişiliğin en uygar duygusudur. Jung (2018b), “insanlık tarihinde, olayların en yapay tabakasının geleneklerin biçim bozucu aynaysıyla bulanıklaşmış tabakasının karşımıza çıktığını” söyler. Çünkü olaylar, anlaşmazlıklar içerir. Eser, kalbin ve sevdanın sesinin, başka sevgilere saygılı olmayı, vefayı, yiğit olmayı ve cesareti de beraberinde getirdiğini, birliğin, demokratik birey olma yolunda ulu bir güç olduğu yönünde son derece özgün içerik ve anlatıma sahiptir.

Kaynak

Jung, C. (2017). Dört Arketip. (Çev. Z. Aksu Yılmazer). İstanbul: Metis.

Jung, C. (2018a). İnsan ve Sembolleri. (Çev. H. M. İlgün). İstanbul: Kabalcı.

Jung, C. (2018b). İnsan Ruhuna Yöneliş. (Çev.E. Büyükinal). İstanbul: Say.

Geçtan, E. (2018). İnsan Olmak. İstanbul: Metis.

Kemal, Yaşar (2019). Ağrıdağı Efsanesi. İstanbul: YKY Yayınları.

Sonal, E. (2016). A Mythical Approach to Yaşar Kemal’s Novels: Ağrıdağı Efsanesi and Yer Demir Gök Bakır. The Journal of International Social Research. 9, 47, 1-7.

Taygun, A. (1990). Tutkular, Aşk ve İktidar. Cumhuriyet. Kültür Sanat. Dikmen Gürün Uçarer’in haberi.

[1] Dramatik durum: Gerilimin en büyük olduğu an.

[2] Arketip: Ayrı, kendi başına varoluş biçimleri, özerk güç ve çekim kaynakları olarak kurgulanan simgeler. Carl Gustav Jung, Dört Arketip, İstanbul: Metis.