Türk Eğitim Sisteminin Köy Okulları ile İmtihanı

Fikir Yazıları - Dr. Cemil Kurt

Türk Eğitim Sisteminin Köy Okulları ile İmtihanı

Yıl 1927, ilk nüfus sayımı. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin veriye dayalı ilk göstergeleri. 1927 yılında toplam nüfusumuz 13.629.488 kişi. Genç Türkiye Cumhuriyetinde bu nüfusun okuryazar oranı (Arap harfleri üzerinden) %8.16’dır. Yıl 1935. Yine nüfus sayımı. 1935 yılında toplam nüfusumuz 16.157.450. Genç Türkiye Cumhuriyetinde bu nüfusun okuryazar oranı (Arap harfleri ve yeni Türk Alfabesi birlikte) %15.32. Oransal olarak 1927-1935 yıllarındaki artış %87,75 olmuştur. Bu artış oranı verisi çok değerlidir. Çünkü 2023 yılına kadar ki süreçte bu yoğunlukta bir artış oranına yaklaşılamamıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu'da okul sayısı çok azdı. Okuma yazmanın temelini veren İlkokullar yaklaşık 46.000 köy yerleşkesi olan genç Türkiye Cumhuriyetinde diğer tüm yerleşkeler dâhil 1923-1924 eğitim öğretim yılında 4.894 iken, 1928-1929 eğitim öğretim yılında 6.599 ve 1932-1933 eğitim öğretim yılında 6.733 olarak karşımıza çıkmaktadır. Artış oranına bakıldığında çok ciddi bir oran karşımıza çıkmaktadır. Yine de köy sayısı üzerinden değerlendirdiğimizde koca Anadolu’nun köylerinde neredeyse okul olmadığını söyleyebiliriz.

Cumhuriyetin ilk yıllarında halkın çoğu okuryazar değildi, ancak çok değerli bir gayret vardı. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda okuryazar oranı 2021 yılı verileriyle 6 yaş ve üzeri için %97.4 olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişkenliğin içerisinde ilginç bir paradoks yatmaktadır. Araştırmaların birçoğu günümüzde kişilerin okuduğunu anlama ve kendini ifade etme konusunda ciddi problemler yaşadığını ortaya koymaktadır. Yine araştırma sonuçlarına göre; Cumhuriyetin ilk dönemlerinde okur-yazar olmayan bireylerin kendini ifade etme konusunda özgüvenlerinin yüksek olduğu, günümüzde okuryazar kısmının seviyesine bakılmaksızın kendini ifade etmede özgüvenlerinin düşük olduğu görülmektedir. Günümüz Türkiye’sinde gelişen okuryazarlık oranı ama gelişmeyen okuduğunu anlama, kendini ifade edememe, olaylar ve olgular konusunda karşılaştırma yapamama, tartışma kültüründen iyice uzaklaşma, iletişim ve ilişkilerde yargılama vb. yaklaşımlar sorunsallıkları öne çıkmaktadır. Toplumun iletişim kodları zedelenmekte, bozulmaktadır. Toplumsal bir iletim sorununun içerisindeyiz. Turgut Özakman’ın dediği gibi “bunların kafa saatleri Ortaçağ’da durmuş” noktasındayız.

Köy okullarımızın aşağı yukarı tümü kapalı. Niye?

O cıvıl cıvıl, yarının, daha doğrusu geleceğimiz olan o pırıl pırıl çocuklarımızın sesleri köylerde çınlamıyor. İstiklal Marşımız köylerimizde okunmuyor, Bayrağımız göndere çekilmiyor, Andımız ise Türkiye’de hiçbir okul bahçesinde söylenmiyor.

Köylerimizde garip bir sessizlik, garip bir yalnızlık var. Tarlalar bomboş… Üretim tek tük… Terk edilmiş köyler… Birde son 25 yılda çok yoğun bir şekilde köylerden kentlere göç var. Hatta köylerden kentlere göç misyonunu tamamlayarak, köylerde göç edecek insan kalmadı. Niye köyde kalsın ki köylü vatandaş. Köylü yıllardır iki arada bir derede kalmış durumda. Okul yok, bakkal yok, ticaret yok, tarım yok, iş-güç yok. Bu arada yol gösteren de yok. Haliyle çare; çaresizlikten doğan köyden kente göç etmek oldu. Göç edince ne oldu; tarımsal bilgi birikimleri köylünün yok olma aşamasına geldi. Köy okullarının öğrencilere verdiği çok değerli doğa okulu ve öğretisi neredeyse bitme aşamasına geldi. Her şeyden ötede çaresizlik insanlarda doğal bir davranışa dönüştü. Kent okulları çoğaldı, bir dönem sınıf sayıları inanılmaz boyutlara ulaştı (son dönemde yatırımlarla nispeten azaltılıyor). Ama kaybeden bir kuşak oldu. Ne yapacağını bilmeyen bir kuşak ortaya çıktı. “Eğitimli işsizler, ucuza emekçiler” döngüsüne girildi. Artan yoksulluk. Umutsuzluk…

Öyle bir noktadayız ki kentten köye göç olsa, insanlar toprağı nasıl işleyeceğini unutmuş durumda. Atalarından kalan toprak işleme bilgi birikimi neredeyse yok hükmünde. En değerli bilgi birikimi kaybolmuş. Birde bu birikimin yeniden oluşturulması süreci var ki bir kuşak alır (ortalama 15-20 yıl arası).

Ayrıca eğitimciler de toplumun bu zikzaklı gidişatından etkilenmiş durumda. Yapılan bir çok araştırma eğitimcilerin temel eğitim motivasyon göstergelerinde alt seviyelerde olduğu yönünde karşımıza çıkmakta. Örneğin mesleki göçermişliğin bir eğitimci için mesleğin son yıllarında olması gerekirken, birçok araştırma bu sürecin daha mesleğe girdiği ilk dönemlerde karşımıza çıktığını göstermekte. Öğretmen sadece dersine girip çıkma pozisyonunda. Sosyal, psikolojik ve özellikle ekonomik bozulmalar öğretmenlik kurumunu ve öğretmeni zorlamakta, bozulmaya uğratmaktadır.

Mesela şu soruyu soralım, köyde öğretmenlik yapan biri bu sosyo-psikolojik ve ekonomik bozukluğa hangi seviyede maruz kalır? Cevabını siz okuyuculara bırakmakla birlikte “minimuma iner” denilebilir.

Bir zamanlar Ferdi Tayfur'un hadi gel köyümüze geri dönelim şarkısı vardı ya çoğumuz bu çaresizlikler içinde bu şarkıyı söyleyip duruyoruz, duruyoruz da yerimizde sayıyoruz.

Köyümüze dönelim, dönelim ki tarlalarımız sahipsiz ve de boş kalmasın.

Köyümüze dönelim ki okullarımız yeniden açılsın.

Yeniden eğitime gönül vermiş öğretmenlerin sesleri çocuk cıvıltıları sınıfları doldursun.

Köyümüze dönelim ki çocuklar şen şakrak olsun, kırlarda sağlıklı bedenlere kavuşsunlar, doğayı öğrensinler, üretimi öğrensinler, hem de okuyup yazsınlar böyle büyüsünler.

Devletin parasız yatılı okulları yeniden açılsın, açılsın ki köylüler ve ihtiyacı olan öğrenciler ne olduğu belli olmayan grupların ellerine düşmesin. Eğitim herkes için adil ve eşit olsun ki öğrenci ve veliler paralı eğitimin kıskacında kıvranmasınlar. Devletin okulları, Türk Milli Eğitiminin amaçları doğrultusunda eğitim versin, Cumhuriyetimizin değerlerini öğretsinler. Öğrencilere önce vatan, önce adalet, önce üretim, önce tasarruf, önce bilim, önce ahlak verelim ki yurda katkı olsun. Köyü tekrar hatırlayalım ve eğitimde öncelikleyelim ki; uygulamadan gelen ziraat, tarım, orman, maden mühendisleri yetişsin, köy öğretmenleri yetişsin, iyi anne, iyi baba, iyi aile yetişsin, çevre ve doğayı bilen koruyan bireyler yetişsin. Ülkede başaklar boy boy yetişsin. Hayvanlarımız otlaklarda büyüsün. Fabrikasyon ahırlarda değil. Bu ülke apartman ve gökdelen katlarıyla beslenmeyecek, buğday başaklarından beslenecek. İthal furyası Dursun ihracat furyası başlasın. Ancak bu yolda tarımsal ve hayvansal ürünleri kıskacından kurtulur rahat bir soluk alırız.

Çünkü üretemeyenlerin parası da olmaz geleceği de...

Üretemeyenlerin devletine desteği de olmaz yararı da...

Oysa Cumhuriyet eğitim sisteminde toprağı işletmesini verimini artırılmasını öğrendik.

Cumhuriyet ile tarlalarımız yeşerdi verime durdu. Ambarlarımız dolup taştı. İthal değil ihraç etmeye başladık. Gökyüzünde uçaklarımız dolaşmaya başladı. Dahası uçaklar sattık başka ülkelere...

Gerçekten uçtuk...

Şafak da birlikte üretim yaptığımız tarlaların fabrikaların yoluna koyulduk mutluluk doluyduk yüzlerimiz gülüyordu oysa şimdi "gülen az ağlayan çok" şarkısında olduğu gibiyiz...

Aşık Veysel ne güzel söylemiş;

“Koyu verdi kuzu verdi süt verdi… Yemek verdi ekmek verdi et verdi… Kazma ile dövmeyince kıt verdi… Benim sadık yârim kara topraktır"

Kaynaklar:

Özakman, T. (2005). Şu Çılgın Türkler. s.521

Kumaş, N. Cumhuriyet Dönemi (1923-1935) Eğitim-Öğretim Faaliyetlerinin İstatistiki Veriler Işığında Analizi. S. 1647-1680.

28 Teşrinievvel 1927 Umumî Nüfus Tahriri Mufassal Neticeler, Türkiye Cumhuriyeti Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü, Fasikül: I, Hüsnütabiat Matbaası, Ankara, 1929.

20 İlk Teşrin 1935 Genel Nüfus Sayımı Türkiye Nüfusu Kat’î Tasnif

Neticeleri, C 60, Neşriyat Sayısı:75, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık İstatistik Genel Direktörlüğü, Mehmet İhsan Basımevi, Ankara, 1937.

Maarif 1923-1932 İstatistikleri, Başvekâlet İstatistik Umum Müdürlüğü, No:26, Devlet Matbaası, İstanbul, 1933.