BERK İLE HASBİHÂL

Fikir Yazıları - Barış Akkurt

BERK İLE HASBİHÂL

“Katılmıyorum sana. Bir acizlik ideolojisi bu. Eğer özgür kararlar alamayacaksam bu hayatın da bir esprisi yok demektir. Hayatı var eden de bu: özgür irade. Ne demek teslimiyet, teslimiyetteki huzur? Köle oluşu yüceltmek insanı aşağılamak demektir. Aklı bu derece küçümsemene şaşıyorum.”

“Konuyu farklılaştırdın. Tamam, buradan devam edelim. Aklı küçümsüyorsun. Bilginin kaynağı sezgiler olamaz. Sezgiler, kültür-sanat insanlarının yaratılarında önemli bir işlev görebilir. Ancak onunla bilim yapılamaz. Elle tutulur, sınanabilir verilerle ilerler bilim. Bir bilginin genel kabul görmesinin ölçüsü de budur. Ortaklaşma da böyle sağlanır, üzerinde uzlaşılabilir. Sezgilerle felsefe de yapılamaz. Felsefe kavramlarla konuşur. Sezgiler ise, uçuculuk taşır. Ele avuca sığmaz, bir yanıyla da kişiye özgüdür. Bir ortaklaşmaca yaratılamaz onunla.”

“Aklımız bizi mutlak bir özgürlüğe götüremez. Bu mümkün değil farkındayım. Tarih, toplum, kültür ve iktidarın belirleyici olduğu bir dünyaya doğuyoruz. Bir hiç de değiliz elbette. Birtakım kararlar alıp sonuçlarına katlanabilir bir canlı insan. İnsanı insan yapan şey insani süreçleri ve doğanın kendisini değiştirebilme, ona müdahale edebilme kapasitesi. Sınırlı bir müdahale bu, kabul ediyorum. Her şeye gücü yeten bir irade değil. Ancak bir hiç düzeyinde de değil. Bu rolü önemsemek lazım. Özellikle tarihin sıkışma anlarında, kriz dönemlerinde insanın rolü daha belirgin bir hâl taşır.”

“Kısmen haklısın. Mutlak bir özgürlükten bahsedilemeyeceğini söylemiştim. Söylediğim gibi insan bir belirlenim içine doğuyor. Tarih bir yük bindiriyor omuzlara, toplum ve kültür uyum mekanizmalarını işletiyor; iktidarlar ise itaat bekliyor. Bunun hazırlık aşamasını da aile değerleri ve eğitim oluşturuyor. Büyük bir çoğunluk olağan zamanlarda esir oluyor buna. Yine de hiçleştirilemiyor insan. Bir yolunu bulup ben buradayım diyebiliyor. Birey olmaya çalışanlar, özgürlüğü arayanlar arada eriyip kaybolmuyor. İzi kalıyor.”

“Tarihi kitleler yapar, liderler değil. Küçümseme onları. Kitleleri peşine takabilecek liderler illaki vardır. Onlar da bir ölçüde içine doğdukları ekonomik-politik düzenin bir sonucudur. Özgünlükleri vardır elbette. Ufukları ve organize edebilme becerileri ölçüsünde her biri tarihe kendi damgasını vurur. Bu sıkışma dönemlerinde toplum da atıllığını aşıp silkinip bir özne haline gelir ya da köleliğini perçinler. Liderlikler toplumun taleplerinin bir yansıması olduğu kadar, bu taleplerin geliştiricisidir de.”

“Tekrar olacak, ama liderler gökten zembille inmiyor, bunun farkında olmak lazım. Onlar da bir toplumsal sınıfın içine doğuyor. Yalnız, sınıfının konumunu aşan bir irade gösteriyor. Toplumu derleyici, toparlayıcı hatta bölücü bir işlev görüyor. İdeolojik konumlanışı ne olursa olsun liderlik etkin bir hâldir. Yapıcı olabildiği kadar yıkıcı da olabiliyor. Kader deyip bir kenarda oturmuyor lider. Öyle ya da böyle, ben varım diyor.”

“Birey olmak, özne olmak herkesin harcı değil. Bu kişiyi özgürleştirir. Kitlelere de umut taşır. Peki, özgürleşmeye ket vurmaya çalışan liderlikler yok mudur? Elbette vardır. Toplumu itaat üzerine kurgulayan, sizin yerinize ben düşünüyorum ya, diyen liderliklerdir bunlar. Kitleyi mobilize ederler ve hareket kabiliyeti aşılarlar. Gericidir, toplumu felakete çağırır bu liderlikler.”

“Sessizliğinden anladığım kadarıyla çok açık olmadı. Devam edelim. Tarihin tekerleğini şu ya da bu toplumsal sınıf döndürür ve onun liderliği buna rengini katar. Liderlik içine doğduğu toplumsal düzeni aşıp özerk davranabilme kapasitesine sahiptir. Olumlu liderlikler düşünüldüğünde, toplumu ve insanlığı ilerletici bir işlev görürler; ileri görüşlülükleri sayesinde toplumu olumlu bir noktaya çekme yetenekleri vardır. Bir yanıyla da yarattıkları dönüşümler insanlığa örnek olur, değerli katkılar sunar. Mustafa Kemal Atatürk örneğini verebiliriz burada. Kötü liderlikler ise, insanlığa cinnet halleri yaşatır. Toplumu felakete götürür, insanlık için de kara bir leke olur. Burada Hitler’i anmak sanırım yerinde olur. Öyle ya da böyle liderlikler kitleleri temsil ettikleri kadar, onun yönlendiricisi, ufkunun belirleyicisi bir yan da taşırlar. Hatta bir ölçüde tarihin rotasını değiştirebilme iradesi gösterirler.”

“Liderliklerin egemen olduğu dönemlerde mobilize edilen kitlelere her zaman düşünüyor, aklını kullanıyor diyemeyiz. Düşünmeye gerek duymayıp akıllarını da rafa kaldırmış olabilirler. Popüler liderlikler, toplumun ruhunu okşayıp onları bir sürü haline getirebilir. Bu hep pasif konumda kalacakları anlamına gelmez. Yanılıyorsun. Durağan dönemler, ölüm sessizliği taşıyan dönemler, aklın imha olduğu dönemler değildir her zaman. Bir tür mayalanma dönemidir aynı zamanda. Çelişkilerin biriktiği dönemlerdir. Uygun koşullar oluşunca canlanır, taraf tutar kitleler. Öyle ya da böyle.”

“Belirli dönemlerde, örneğin seçimlerde, büyük oranda politize olunur. Bu halin sürekli olacağını beklemek yanlıştır. Popüler liderliklerin olduğu ülkelerde kitle bir ölçüde mobilize edilse de bu ilelebet süremez. Kendi gerçekliğiyle yüzleşene kadar bir sarhoşluk yaşayacaktır. Birey olmanın önemsizleştiği, özgürlüklerin önemsenmediği dönemler er ya da geç son bulacaktır. Toplum evine giren ekmeğin, sosyal haklardan ne derece faydalandığının, sonrasında sözünün bir hükmünün olup olmayacağını düşündüğü bir noktaya evrilebilecektir. Zaman alan, sancılı bir süreçtir bu.”

“Hayır, katılmıyorum buna. Cehalet neden mutluluk getirsin. İnsanlar, razı olmayı, mevcut durumuna ikna olmayı tercih edebilir bir süre. Bir tür düşünmek zorunda kalmama konforu da sağlar bu. Bu mutluluktan çok çürüme ve omurgasızlık ortaya çıkarır. Yoksulluk ve yoksunluk kader gibi gözükür. Peki, ilelebet sürer mi bu? Bir uyaran olacak illaki. Bu süreçte birey de olunabilir, özgürleşme de sağlanabilir bir ölçüde. Bize mutluluk getirecekse değişim enerjisi getirecek. Toplumun kendi kaderini eline aldığı zamanlar getirecek. Liderliklerin hükmünün kalmadığı, her tür iktidar ilişkisinin zayıfladığı zamanlar. Birey olma iradesi, özgürleşme, umutlu düşünceler getirecek. Cehalet umutsuz bir hali yansıtır. Kabullenişi. Mutluluk içinse bunların reddi gerekir. Aydınlanmış bilinçten uzak oluş felaketlere gebedir. Birey oluşu, özgür iradeyi önemsemek lazım. Bu bizi rafine bir mutluluğa, hazza götürecektir. Cehalete karşı aklı esas almak, kendi kaderinin yaratıcısı olabilmek gerekiyor. Başka ne tür bir ölçütümüz olabilir ki?”

“Ortadoğu coğrafyası için çok daha doğru galiba bu. Her şeyi uçlarda yaşıyoruz. Felaket ve kurtuluş arasında gidip geliyoruz. Ufkumuzu coğrafyamız belirliyor bir ölçüde. Yalnız iletişim teknolojileri çağını da yaşıyoruz. Dünya avucumuzun içinde. İnsanlık ne yapıp ediyor takip edebiliyoruz. Etkileşim yaşayabiliyoruz. Bu elbette değişim sancıları da yaşatıyor. Biz de neden olmasın, diyebiliyoruz. Yapıp edebilme kapasitemiz harekete geçiyor. Ağır, sancılı olsa da değişebiliyor bir şeyler.

Umutlarımız gerçeklik bulmadığında hüzne boğuluyoruz bazen. Bir yandan da umutsuzluğumuzdan umut devşirebiliyoruz. Tuhaf bir coğrafya burası. Coğrafya kaderdir, diyorsun ya büyük oranda doğru bu. Enseyi karartmayalım. Umut yüreklerimizde kıpraşıp dursun. İrademizi küçümsemeyelim. Bir karşılığı olur elbet.”

“Uzatmayalım istersen dostum. Bugünlük bu kadar yeter herhalde sohbetimiz. Tekrara düşüp lafı sündürmeyelim. Günümüz, geleceğimiz aydınlık olsun. Muhabbetle…”