ÇOCUK KALBİ

Fikir Yazıları - Hanife DUYGULU yazdı

“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiç bir yere gitmiyor”
Edip Cansever

ÇOCUK KALBİ

Nereye gidersen git, kaç yaşında olursan olsun ol, çocukluğun hep seninle… Peki bir insanın yaşamında onu hiç bırakmayan bu dönem nerede ve nasıl başlıyor hiç düşündünüz mü? Haydi gelin şöyle bir göz atalım bu sürece ve biraz da kendi çocukluğumuza… Kim bilir belki de üstünü örttüğümüz travmalarımızla yüzleşiriz.
Çocuğunuza oturmayı kalkmayı, kaşığı çatalı nasıl tutması gerektiğini, araba kullanmayı daha sonra da öğretebilirsiniz. Siz öğretmeniz de bunları bazen kendi kendine bazen de başkalarının yardımıyla eninde sonunda öğrenir. Peki insan koşulsuz sevmeyi sevilmeyi sonradan öğrenebilir mi? Maalesef!
Dünyaya gelmek, anne ve babasını seçmek bireyin hayatında söz sahibi olmadığı ender anlardandır.
Seçme hakkı yoktur ve mecburdur. Bir bebeğin şartlarını bilmediği bu dünyada bizlerden isteği nedir acaba? Tek isteği sevilmek ve varlığını kabul ettirmek olmasın sakın. Çocuğun karmaşık dünyayı anlamlandırma serüveni doğumla başlıyor. Taklit ve gözlemle devam ediyor. Hiç de kolay olmayan ağrılı-sancılı bir süreç bu. 0-3 ve 3-6 yaş hayatın en hassas ve masum dönemleri. Öyle bir dönemki bu dönemde insanın alıcıları son derece açık, insan bu dönemde olabildiğince gözlemleyici ve
kopyalayıcı. Bu dönem benim “insanın kara kutusu” diye tabir ettiğim kritik dönemdir. Bu dönemde çocuğun öz bakım, dil gelişimi, bilişsel gelişim, sosyal ve duygusal gelişim ve motor gelişim alanlarına ait becerileri üst düzeyde faaldir. İnsan gelişiminin temelleri bu yıllarda atılıyor.
Bu kritik ve değerli dönemin kimler tarafından ve nasıl yönetildiği, ne şekilde çocuğa rehberlik edildiği çok önemlidir. Bu dönemde çocuğun iletişim halinde olduğu anne baba ve diğer kişiler deyim yerindeyse kişinin karakterini ve kaderini belirliyorlar. Bir çocuğun hayatını şekillendirmede sırasıyla
öncelikli roller genel olarak aşağıdaki gibidir.
1.Anne
2. Baba
3. Varsa kardeş
4.Geniş ailelerde büyük anne ve büyük babalar amca teyze dayı hala kuzenler.
5. Özellikle çocukluk döneminde görsel medya.
Kuşkusuz anne çocuğun hayatının en önemli parçasıdır. Eğer anne mutluysa çocuk genelde mutludur.Hatta birçok kaynak “Mutlu Anne=Mutlu Çocuk” tanımını yapar. Genelde anne çocuğunun duygularını en doğru yorumlayan kişidir ve anne ile çocuk arasında annenin duygularını çocuğa aktarabilen güçlü bir bağ da vardır.
Peki baba çocuğun dünyasında sadece sıradan bir figür müdür? Aslında tam olarak“anne+baba+çocuklar”dan oluşan bir üçayak (sacayağı) ailenin dinamiklerini oluşturur. Özellikle Ataerkil toplumlarda duygularını ve sevgiyi göstermede cimri, öfke ve disiplinde bonkör davranılan;fazla sevgi gösterildiğinde saygının yok olacağına inanılan bir babalık modeli devralınır, tıpkı genetik bir miras gibi. Anne baba olarak hepimizin kaygıları var. Ekonomik kaygılar başta geliyor tabii. “Çocuklara iyi bir gelecek sunabilecek miyim? İhtiyaçlarını karşılayabilecek miyim?” bu tür sorular sürekli zihnimizi kurcalıyor. Genelde anne olarak iyi besleme, temiz giydirme; baba olarak ise eksiklerini giderebilmeyi öncelikli misyonumuz olarak görüyoruz. Bir de iş hayatımız, kendi dünyamız ve bu dünyaya ait sorunlarımız ile sorumluluklarımızın stresi var hayatın içinde. Bazen hayatta kalabilme mücadelemiz nedeniyle çocuğumuz ve kendimizin en kıymetli zamanlarını kaçırıp yıllar sonra fotoğraflara bakıp geçmişe özlem duyuyoruz. Çocuğun en çok ihtiyacı olan şeyi yani sevgiyi göstermeyi ve ebeveyn olarak yanlış yaptığımızda telafi etmeyi, özür dilemeyi çok görüyoruz.
Eğitim durumlarımız yaşam koşullarımız dilimiz ve ülkelerimiz farklı da olsa dünyadaki tüm anne ve babaların ortak bir noktası var. Günün sonunda tüm statülerimizi bir kenara koyduğumuzda annelerimiz kadar anne babalarımız kadar baba oluyoruz ne bir eksik ne bir fazla...En çok özlediğimiz yer, kişi, en çok mutlu olduğumuz gün ve en çok korktuğumuz olay da çocukluğumuzun içinde saklı. Zaman zaman hepimizin dilinden şu cümle mutlaka dökülüyordur.”Eskiden bizim çocukluğumuzda her şey daha güzeldi.” aslında güzel olan hepimizin çocuk kalbiydi.Şimdi büyüdük, mutlu anlarımız, korkularımız ve yaşayamadıklarımızda orda saklı. Hiç beklenmedik bir anda baş edemediğimiz bir sorunda öylece çıkıveriyor karşımıza. Okuduğumuz kitaplarla ve edindiğimiz tecrübelerimizle eksiklerimizi tamamlamaya çalışsak da kendi çocukluğumuzdan kaçamıyoruz. Çocuklara dikkat ederseniz kin tutmazlar, küsmeleri uzun sürmez unuttukları için mi acaba? Bence değil çünkü büyüme telaşı var çünkü zamanı kaçırmak istemiyorlar. Ta ki birer yetişkin olduklarında o kırılmışlık ve küskünlüklerin acısını aynı şekilde ailesinden ya da çevresinden çıkarana kadar. Anne ya da babasından sürekli eleştiri alan çocuk güvensizlik duygusuyla hayatının geri kalanını kendini ispatlamaya çalışarak geçiriyor. Etrafınızda mutlaka sizin de şahit olduğunuz akademik yönden başarılı çevresi tarafından saygı duyulan belki eş olarak da örnek gösterilebilecek kişiler
vardır. Bazıları şaşırtıcı şekilde anne ya da baba olduklarında sınıfta kalıyorlar. Sevgiden mahrum bırakılan çocuk bir gruba dahil olmak için kendinden sürekli ödün veriyor. Ve kaçınılmaz son… Kendisi de anne ya da baba olduğunda beklenmedik bir durumla karşılaşınca çocuğuna verdiği tepki de anneya da babasının ona gösterdiği gibi oluyor. Bu kısır döngüyü bir yerde kırmak gerekiyor. Bir gün çocuğunuz büyüdüğünde çocukken ayağında pahalı bir marka ayakkabı olup olmadığı önemli olmayacak. Sevilip sevilmediği, değer görüp görmediği önemli olacak. Ancak sevilip değer gören çocuk büyüyünce kendi ayakları üzerinde özgüvenle durabilecektir. Ayrıca bu çocuğun ihtiyaç duyduğunda hatırlayacağı iç ısıtan hiç silinmeyen güzel çocukluk anıları olacak. Bir de unutmayalım
“sevgi iyileştirir hem sizi çocuğunuzu”