Artçı Şok Filmi ve Depremi Hayatımıza Entegre Etmek

Sinema - Hatice ERDEM yazdı

Gösterime giriş tarihi: 22 Temmuz 2010 (Çin)

Süre: 2 saat 15 dk

YönetmenXiaogang Feng

SenaristLing Zhang,Wu Si

Konu: Dram, felaket

Aldığı ödüller: En İyi Yeni Oyuncu Dalında Yüz Çiçek Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu Dalında Asya Film Ödülü, Diğer

Öncelikle ülkemizi derin bir üzüntüye boğan doğal afette kaybettiğimiz tüm canlarımız için başımız sağ olsun.

*Şunu belirtmek isterim ki yazılarımda ele aldığım filmler, benim için amaç değil anlatmak istediklerimi yazıya dökmek için bana yardımcı olan birer araçtır. Herhangi bir filmi her yönüyle analiz etmek ancak sinema eleştirmenlerinin işidir. Ben ise herhangi bir filmden sadece bir fikri ele alıp o fikrin sosyolojik, psikolojik ya da felsefi yönlerine dikkat çekerek sizlerle sohbet etmeye çalışıyorum. Bir filmi her yönüyle ele almak ise onlarca yazı dizisini gerektirir.

Gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkılarak çekilmiş anlamlı bir film olan Artçı Şok; 1976’da, Çin’in Tangshan şehrinde yaşanan ve 240,000 kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük deprem felaketini konu almaktadır. Li Yuanni’nin, kocası ve ikizleriyle birlikte yaşadığı bina yıkılmıştır. Çocuklarını kurtarmaya çalışırken kocası ölen genç kadın, hayatının en zor seçimiyle karşı karşıya kalır. Yıkıntılar arasında kalan iki çocuğundan sadece birini kurtarmak zorundadır.

Filmin tanıtımında gördüğümüz gibi bir annenin bence hayatta karar vermekte zorlanacağı en kötü seçimle baş başa kalması söz konusu. Annesinin seçimini duyan ve her şeye rağmen hayatta kalmayı başaran bir çocuğun ve tüm hayatı boyunca deprem gününe saplanıp kalan, bu üzüntüyle boğuşan bir annenin ve kardeşin hayat mücadelesini ve ruh halini görüyoruz filmde. Kim bilir ülkemizde de depremzedelerle ilgili bilmediğimiz filmlere konu olabilecek ne dramlar gizlidir...

Deprem sırasında ve sonrasında yaşanan acılar ülke olarak yabancısı olmadığımız konular. Hepimizin öncelikle zihnine kazıması gereken nokta “Deprem Ülkesi” olmamız gerçeğidir. Bunun yanında çığ, yangın, sel vb gibi birçok doğal afetin yaşanma ihtimalinin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Her yaşadığımız deprem felaketi bizlere insanlığımızı, acizliğimizi, umursamazlığımızı, para hırsımızı, tedbirsizliğimizi tekrar tekrar hatırlatıyor. Her depremde duygularımızı “Kader’e” bağlıyor ve bu konunun bilimsel yönüne eğilmekten geri duruyoruz. Yaşadığımız coğrafyanın özelliklerine göre yaşam alanları kurmayıp depreme uygun tedbirleri almamak Kader’in ötesinde bir konudur. Tüm tedbirleri aldıktan sonra başımıza gelebilecekleri önleyemiyorsak orada Kader’i devreye sokabiliriz diye düşünüyorum.

Yaşadığımız şehrin zemin yapısına uygun binalar yapmak, çok katlı binalar inşa etmemek, deprem ve ilk yardım eğitimini amacına uygun bir şekilde ciddiyetle almak, koordineli olmak, afetlere uygun yerler tahsis etmek, deprem çantamızı hazırlayıp uygun yerde bulundurmak bizi bu talihsiz durumdan büyük oranda kurtaracaktır. Kader deyip ölümü ya da yardımı beklemenin bize getirdiği olumsuz sonuçları ise tekrar tekrar yaşamanın bir eğitimci olarak mantığı olmadığını söylemek istiyorum. Depremi ve tüm ihtimali olan doğal olayları normal olarak görmek, hayatımıza entegre etmek ve onları afete çevirmemek zorundayız.

Ahmet Mete Işıkara’nın sözü de bu durumun bir kısmını doğrular niteliktedir: “Deprem öldürmez, binalar öldürür.”

Bundan 7-8 yıl önce 11-12 yaşlarındaki bir öğrencimin depreme karşı hazırlıklı oluşu beni şaşırmıştı. “Hocam deprem bölgesinde yaşıyoruz ve binalarımıza güvenmiyorum. O yüzden deprem çantamı sürekli yeniliyorum. İçinde battaniye, yedek kıyafet, düdük, su, yiyecek ve ihtiyaç duyacağım diğer şeyler mutlaka var. Belli aralıklarla bunları güncelliyorum.” Keza başlarda onun bu davranışını ailesi önemsememiş ancak zamanla onlar da tedbirlerini almaya başlamışlardı. Bu bilinçle yetişen bir nesil beni çok umutlandırmış ve gururlandırmıştı. Dilerim bu bilinç, kısa süreli olmaz, enkazlar temizlenip yeni yerleşim yerleri yapıldıktan sonra unutulan haberler içinde kalmaz ve tüm ülkemize yayılır.

Ancak çocuklarımıza bu bilinci verirken aşırı baskıdan uzak durmamız da bir gerçek. Depremi canlı bir şekilde yaşamış aile ve çocuklarımızda oluşabilecek kalıcı fobi ve travmalara karşı önlemler mutlaka alınmalı. Geçirdikleri travmaları atlatmaları tabii ki kolay olmayacak belki ayları alacak. Uyku, yeme içme bozukluğu, aşırı kaygı vb. bu durumların kalıcı hale gelmemesi ve tüm hayatlarını etkileyip yaşam kalitelerini en aza indirmemeleri için bu konunun üzerine eğilmek zorundayız.

Depremi birebir yaşama ihtimali olan aile ve çocuklarımıza da aşırı korku oluşturmadan “Her an depremin olabileceği bir ülkede” yaşadığımızı, bunun normal olduğunu ve böyle bir durumda neler yapmamız gerektiğini öğretmemiz şart. Bunun yanında çocuklarımıza ve ailelerimize doğal olayların o bölgede yaşayan insanların kimliğine, kültürüne, ırkına, günahlarına vb bağlama zihniyetini empoze etmek yerine bu durumlara maruz kalan insanlarımıza karşı empatik duygularla duyarlı bir yaklaşım içinde olmaları gerektiğini benimsetmemiz gerekiyor. Tüm bu konularda verimli politikalar geliştiren ülkelerin önerilerinden ise istifade etmeliyiz.

Hep birlikte zor zamanlara göğüs germeye çalıştığımız bu günlerde her birimize sabır, şifa, özverili olmayı ve tedbiri elden bırakmamayı diliyorum.

Filmlerle, kitaplarla ve felsefeyle kalın...