Doç. Dr. Mustafa Günay'la Aydınlanma Üzerine Söyleşi-2

Felsefe-Mantık - Doç. Dr. Mustafa GÜNAY / Hasan GÜNEŞ

1- Sayın hocam sizce ülkemizde aydınlanmanın yoğun olduğu dönemler ve ayrıca aydınlanmaya engel olan dönemlerden bahsedebilir misiniz?

Aydınlanmanın güçlü olduğu, yoğunlaştığı dönemler ile aydınlanmanın zayıfladığı ve engellendiği dönemleri birbirinden ayırmak çok kolay değildir. Ancak yine de aydınlanma felsefesinin ilke ve değerleri ile aydınlanmacılığın bazı temel hususlarını göz önünde bulundurarak bazı saptamalar yapılabilir.

Uygarlık tarihinde, Antik Yunan’da felsefi ve bilimsel düşünmenin yol açtığı bir aydınlanmadan söz edilir. Hatta buna ilk aydınlanma denilir. Daha sonra ise 18. yüzyıl Avrupasında aydınlanma söz konusudur. Günümüzde ise üçüncü bir aydınlanmadan söz edilmektedir. Bu çerçevede aydınlanma, düşünce kültür tarihinde sürüp giden, geçmişten geleceğe süren bir anlayış ve yaklaşım olarak karşımıza çıkar.

Bizde ise bu bağlamda özellikle Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin aydınlanmaya dayanması söz konusu. Aydınlanmacı düşünce kuruluş ve gelişme dönemlerinde eğitimde, kültürde, hukukta ve daha pekçok alanda belli ölçüde bir aydınlanma getirmiştir diyebiliriz.

Cumhuriyet öncesinde, özellikle Tanzimattan itibaren Batılı düşünce akımlarının etkili olması söz konusudur Osmanlı yazar ve aydınlarının düşünce dünyasında. Aydınlanmacı düşünceler de etkili olmuştur. Aydınlanmacı düşüncenin asıl etkisi ve sonuçları Cumhuriyetin kuruluş ve gelişme döneminde görülebilir.

Cumhuriyet döneminde eğitimde, kültürde, üniversitede başta olmak üzere bir aydınlanma dönemine girilmiştir. Ancak 1940lı yıllardan itibaren aydınlanmadan, aydınlanmacılıktan giderek uzaklaşılması da söz konusudur. Sözde demokrasiye, çok partili bir sisteme geçilmekle birlikte dinci, gelenekçi anlayışların siyasette güçlenmesi, Cumhuriyetin temel değerlerinden ve elbette aydınlanmacılıktan da uzaklaşılmasının yolunu açmıştır. Bazı kesimler toplumsal uyanıştan, kültürel aydınlanmadan korkuya kapılmış ve çağdaşlaşma girişimlerinin önünü kesmeye çalışmışlardır. Aydınlanmamız yarım kalmıştır. Bugünlerde bunun acılarını, sıkıntılarını yoğun biçimde yaşıyoruz. Bu nedenle yeni bir aydınlanmaya, yeniden aydınlanmacılığa ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Aydınlanmanın çağdaşlıkla, uygarlıkla bağını yeniden güçlü biçimde kurmamız gerekiyor. Bu noktada tarihsel bir zaman kesitinde yaşıyoruz. Geçmişe ve geleceğe ilişkin sorumluluklarımız çok fazla. Aydınlanmacı bir tarih ve kültür bilinciyle, yaşadığımız sosyal-politik deneyimlerimizin bilgisi ile geleceğe ilişkin değer ve amaçlarımız, olanaklarımız arasındaki ilişkiyi kurmamız gerek.

2- Kaynaklarda aydınlanmanın özellikle Fransa’da başladığı ifade edilmektedir. Fransa’da aydınlanmanın meydana çıkış nedenleri olan ekonomik, siyasi ve kültürel etkenlerden bahsedebilir misiniz?

Kaynaklarda çeşitli ülkelere, toplumlara özgü aydınlanmadan söz edildiğini görmek mümkün. İngiltere, Almanya, İtalya vb. Bu bağlamda her ülkenin/toplumun geçirdikleri tarihsel serüvenlerin farklı olması söz konusudur. Örneğin İngiltere’de sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerin/dönüşümlerin daha evrimsel biçimde gerçekleşmesi söz konusu iken Fransa gibi ülkelerde değişimlerin radikal biçimde, devrimsel olarak gerçekleşmesi tarihsel bir olgudur. Elbette bunun o toplumun sosyal ve politik yapısıyla, ekonomisiyle, kültürel özellikleriyle, kısacası toplumun tarihsel süreç içindeki yapısı ve bu yapının değişim tarzıyla ilişkisi vardır.

Ana hatlarıyla söylemek gerekirse, Devrim’den önce Fransız halkının yaşam koşullarını ve siyasal iktidarın tutumunu göz önünde bulundurmak yerinde olur. Özellikle aydınlanmacı filozofların ortaya koydukları akıl, deney bilgisi ve eleştiri temelindeki yeni düşünce tarzının radikal biçimde savunulması da ülkenin içinde bulunduğu sosyal, politik ve ekonomik yaşama koşullarıyla ilgilidir. Bu dönemde halkın sefaleti, saray hayatının yozlaşmışlığı, çürümüşlüğü, iktidarın despotluğu, din adamlarının iki yüzlülüğü gibi hususlar pekçok tarihçi ve düşünür tarafından dile getirilmiştir. Dolayısıyla Fransa’nın koşulları ve yaşanan sorunlar Fransız Devrimi’nin tarihsel koşullarını oluşturmuştur. Elbette bu bağlamda aydınlanmanın düşünsel zeminini inşa eden filozoflar da insanların içinde bulundukları koşulların bilincine varmalarına yardımcı olmuşlardır. Bir bakıma felsefenin ortaya koyduğu düşünsel olanaklar ve eleştirel düşünceler ve idealler de devrimci gelişmelerin esin kaynağı ve zemini olabilmiştir. Hatta Rousseau gibi bazı filozofların düşünceleri de devrimi öngörmemiş olsalar da toplumsal ve politik değişimler için yapılan mücadelelerde birer düşünsel dayanak ve gerekçe olarak etkili olmuştur diyebiliriz. Bu noktada özellikle özgürlük, eşitlik gibi kavramlar ve değerlerin, aynı zamanda yapay ve yozlaşmış birçok unsurlara karşı belli bir doğallığın vurgulanması ve gündeme gelmesi de söz konusudur. Rousseau’nun sözleşme, eşitsizlik ve eğitim konularındaki kitapları, bu çerçevede hem aydınlanmacı yönler içerirler hem de belli bir akıl ve aydınlanma eleştirisi de ortaya koyarlar.

İngiltere’de daha uzun süreli ve yumuşak denilebilecek değişimler ve geçişler ortaya çıkarken Fransa’da eski ile yeni, soylulukla burjuvazi arasındaki çatışmalar daha radikal ve sert biçimde ortaya çıkmıştır. Elbette tarihin kanlı sayfaları da çoğalmıştır. Dolayısıyla gerek pratikteki olaylar ve gelişmeler gerekse düşünsel bağlamda felsefi tartışmalar hem aydınlanmanın önünü açmış hem de karşılaşılan sorunlarla birlikte aklın ve aydınlanmanın da eleştirilmesini, sorgulanmasını gerektirmiştir. Aydınlanma tartışmalarının günümüz için de anlamını ve önemini sürdürdüğünü görüyoruz. Bu noktada aydınlanma eleştirisi ile aydınlanma düşmanlığı arasında ayrım yapmak gerektiğini unutmamak da yerinde olur.

3- Aydınlanma ile birey olma arasında bir bağ kurmak mümkün mü? Eğer kurmak mümkün ise ülkemizin mevcut koşullarını bu bağlamda değerlendir misiniz?

Elbette bağ kurulabilir, kurulması da gerekir. Kişinin birey olabilmesi, bireyleşebilmesi ancak aydınlanarak mümkündür. Aydınlanmamış kişinin bireyselliği söz konusu olabilir mi? Kendi aklıyla düşünebilen, kendi doğrularını arayan, kendini özgür ve erdemli bir varlık olarak geliştirebilen insan, aydınlanma felsefesinin de dayandığı temel ilke ve değerlerle ve yaklaşımla yaşamaya çalışır. Yalnızca sosyal ve politik konularda değil metafizik konularla ilgili olarak da aydınlanmacı bakış ve düşünme önemlidir. Bu noktada bireyin kendi yaşamını anlamlandırması, başkalarıyla kurduğu ilişkiler, toplumsal gerçeklik içinde varoluşu ancak belli bir aydınlanmayla onun birey olarak varolabilmesinin yolunu açar. Cumhuriyet döneminde böyle bir insanın ve yurttaşın başlıca nitelikleri Tevfik Fikret’in şiirinde etkili biçimde dile gelmiş ve Atatürk’ün de düşünce dünyasında sağlam bir yer edinmiştir: “fikri, vicdanı ve irfanı hür” olmak, olabilmek… Bu noktada ise ister istemez aydınlanma, birey ve toplum kavramları ile eğitim arasındaki ilişkiler konusu gündeme gelmektedir.

4- Sayın hocam siz de taktir edersiniz ki eğitim kurumu aydınlanmada temel bir rolü bulunmaktadır. Bu anlayışa göre mevcut eğitim sistemimizin kısaca mevcut engellerini ele alabilir misiniz?

Eğitim de aydınlanma yolunda bir girişim, bir süreç olarak görülebilir. Ancak eğitimin insanı, bireyi ve sonuçta toplumu aydınlatabilmesi için söz konusu eğitim sisteminin içeriği, kullanılan yöntemler, nasıl bir insan ve yurttaş anlayışına dayanıldığı da önemlidir. Elbette eğitimin temel amaçları ve çeşitli alt amaçlarının neler olduğu da aydınlanma bakımından önemlidir. Eğitimi yalnızca bir toplumsallaşma süreci, meslek öğrenimi olarak görmek uygun olmaz. Eğitim insanın insan olarak olanaklarını gerçekleştirme ve insanlaşma yönünde yol gösterme, ortam hazırlama sürecidir. Yalnızca bilgi, değer ve belirli alışkanlıkların kazandırılması da değildir eğitim. Aydınlanmış bireyleri ancak aydınlanmış ve aydınlanmaya devam eden eğitimciler yetiştirebilir.

Bizde ise eğitimin aydınlanmacı yönü oldukça zayıflamış görünmektedir. Özellikle dinsel ve ideolojik etkenlerin eğitimin içeriğinde ve yöntemlerinde giderek artırılan ağırlığı ve belirleyiciliği, eğitim sürecinden geçmekte olan kişilerin bireyselleşmesini ve aydınlanmasını oldukça zorlaştırıyor görünmektedir. Bu nedenle hem genel olarak toplumda ve kültürde bir aydınlanmaya ve yenilenmeye ihtiyacımız var hem de eğitimde, eğitimin her alanında…

Aydınlanmış insan ve yurttaş, düşünen, soru soran, sorgulayan, insan olarak haklarının bilincinde ve bunları koruyup geliştirmeye çalışan insan ve yurttaş demektir. En basitinden hemen her alanda karşılaştığımız şiddet sorunu bile aydınlanmadan uzak insan manzaraları ile karşı karşıya bırakıyor bizi. Eğitim ve kültür seviyesindeki düşüş, ancak akla, bilime, felsefeye, sanata dayalı bir eğitimle durdurulabilir. Elbette fırsat eşitliği ve eğitimin temel bir insan hakkı olduğu gerçeğini de unutmamak gerek. Aydınlanma döneminin ortaya koyduğu insan hakları, bir değer ve ideal olarak bugün de yaşamsal bir önem taşıyor. Bu noktada eğitim yoluyla aydınlanmaya başlayan insan, daha özgür ve eşitlikçi bir toplum inşa edebilme yolunda en güçlü umudumuzdur. Eğitimin insanlardaki umudu yeşertmesi gerekir. Ama ne yazık ki sosyal, ekonomik ve politik birçok etkenden dolayı bilgiye, değere, kültüre verilen önemin belli ölçüde zayıflaması da söz konusu. Bu nedenle eğitimde aydınlanmacı düşünce ve yaklaşımların gerekli olduğunu söylerken burada hem mevcut toplumsal gerçekliğin bir eleştirisini düşünmek gerek hem de geleceğin nasıl olacağı konusunda toplumu oluşturan bireylerin daha çok söz sahibi olması da gerekiyor. Bu bağlamda engeller de engelleyenler de çok. Ama Batıda ya da farklı toplum ve kültürlerdeki aydınlanmanın/aydınlanmaların da kolay olmadığını ve her zaman için mücadele gerektirdiğini unutmamak yerinde olur.

Cumhuriyet’in yüzüncü yılına yaklaşırken aydınlanma yolunda nerede olduğumuzu ve neler yapmamız gerektiğini düşünmek de bugünden geleceğe yönelik bir sorumluluk ve görevdir diye düşünüyorum. Cumhuriyet, yalnızca emperyalizme karşı ilk ulusal bağımsızlık zaferini gerçekleştirmesiyle değil aynı zamanda Batı dışı toplum ve kültürlerde, özellikle de İslamiyetin çoğunlukla benimsendiği bir toplumda aydınlanmanın ne kadar mümkün olduğunu ortaya koymuştur. Bu anlamda da bir örnektir, bir modeldir. Bazı düşünürlerimizin de Cumhuriyet devrimini bir aydınlanma devrimi olarak yorumladıklarını da biliyoruz. Dolayısıyla Cumhuriyetin kurumlarının, değerlerinin varlığı ve gelişimi de ancak aydınlanma felsefesiyle, aydınlanmacılıkla mümkündür. Ama herşeyden önce insanın aydınlanması gerek. Aydınlanmanın sosyal, politik ve kültürel boyutu önemli ama insanın aydınlanması da… Tinsel, içsel aydınlanma… Aydınlanmanın iki yönü/boyutu her zaman birbiriyle ilişkili görünmektedir.

Nirvana sosyal bilimler ailesi adına yürüttüğümüz aydınlanma konulu söyleşiye katkı sunduğunuz için teşekkür eder, saygılar sunarım.